Adalet Nasıl Yerini Bulacak?

Medya
Günümüzün en çarpıcı düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Tarık Ramazan, Amerika’da yayınlanan Foreign Policy ve Ingiliz Prospect dergilerinin hazırladığı “Dünyanın en etkili 100 entel...
EMOJİLE

Günümüzün en çarpıcı düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Tarık Ramazan, Amerika’da yayınlanan Foreign Policy ve Ingiliz Prospect dergilerinin hazırladığı “Dünyanın en etkili 100 entelektüeli” listesinde sekizinci sırada yer almıştı.

İşte Tarık Ramazan’ın Star Gazetesi’ndeki ilk yazısı:

 
Adalet nasıl yerini bulacak?

Son günlerde Balkanları gezmekteyim ve Avrupa tarihi, Müslümanların varlığı, güncel gerginlikler ve geleceğimiz üzerine kafa yormaya başladım. Bu Saraybosna’yı altıncı ziyaretim oldu; yine derinlikli ve keyifli bir tecrübeydi. Savaşın sona ermesinden on altı yıl sonra, insanlar itibarlı ve saygıdeğer bir şekilde karşılanmak, tanınmak ve öyle muamele görmek istiyorlar. Saraybosna bir sembol; orada kurban psikolojisi yerine bağımsızlık ve özgürlüğe yönelik net bir arzu mevcut. Geleneklerinin, kültürlerinin, inançlarının ve haklarının bilincinde olan insanlar, nefretle ve baskılarla yıkılamaz.
Srebrenitsa yolundayken bu duygum daha da güçlendi ve derinleşti. Srebrenitsa soykırımından sorumlu işkenceci Radco Mladic birkaç gün önce tutuklandı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Lahey’e gönderildi. Nihayet adalet yerini bulacak. 11 Temmuz 1995 günü kocasını ve iki oğlunu kaybetmiş bir anneyi dinlerken (Sırp ordusu tarafından diğer 8000 erkek ve genç delikanlı ile birlikte soğukkanlılıkla infaz edilmişler) bayraklar taşıyan Sırp gençlerin arabayla geçtiklerini duyduk; Mladic’in tutuklanmasını protesto ediyorlardı. Buralarda tarih sanki durmuş gibi; yaralar hala açık, nefret hala canlı ve her yerde kendini hissettiriyor.

***

Bu anneler kendi hikayelerini öylesine bilgece ve onurlu anlattılar ki, dinlerken derinden etkilendim ve kederlendim. Bazı aileler yok edilmişti, bazıları on sekize varan sayıda fertlerini kaybetmişti. O kadar çok anı, o kadar çok gözyaşı vardı ki. Srebrenitsa’ya gelirken Birleşmiş Milletler’e ve sözde uluslarası kamuoyuna güvenmişler ama güçsüz ve silahsız bir şekilde yüz üstü bırakılmışlardı. Sırplardan, Müslümanlar olarak ya (Hıristiyan geçmişlerine ihanet etmiş) eski Hıristiyanlar ya da dışarıdan gelmiş, asla gerçek Avrupalı veya Bosnalı olmayan yabancılar olduklarını dinlediler; çünkü İslam bir Avrupa dini değil, Türklerin ihracıydı. Avrupa Birliği’nin onları bir BM çözümü adına silahsızlandırdıktan sonra katledilmelerine müdahale etmezkenki sessizliğine tanık oldular. Bağışlamaya hazırlar, bazıları şimdiden bağışlamış durumda ama kimse olanları unutmayacak. Gerçekten de hiç kimse unutmamalı.

Avrupa’nın sorumluluğu, gerek maddi olarak gerekse sembolik anlamda çok önemliydi. Hollandalı BM askeri birlikleri silahsız sivil Bosnalı Müslümanları korumamakla kalmadı, Avrupalı ülkelerin kendilerini Avrupalı Müslüman halklarla özdeşleştirmekte problem yaşayabileceği intibasını 11 Eylül 2001 saldırılarından altı yıl öncesinde göstermiş oldu. Bazı Sırp liderlerin sanki Müslümanlar ikinci sınıf Avrupalı vatandaşlarmış gibi hatta Avrupa’da bağımsız insanlar olarak istenmiyorlarmış gibi konuşmalarına ve hareket etmelerine müsaade edildi. Kosova halkının 1999’daki himayesi haricinde, Avrupalı Müslümanlar 1995’ten bu yana pek çok ihtilafla ve büyük zorluklarla yüz yüze geldiler. Önce Amerika Birleşik Devletleri’nde (2001), sonra Madrid (2004) ve Londra’da (2005) gerçekleşen terörist eylemler, İslam’ın Avrupa ve batı için dini, kültürel ve hatta politik bir sorun olduğu yönünde fikri ve psikolojik bir çerçeve ile zihniyet oluşturdular.

***

İslam “ötekinin” dini, yabancı bir Avrupa dini olarak görüldü. Bu intiba Türkiye’nin Avrupa’ya katılmasına dair tartışmaların zeminini de besliyor ve şekillendiriyor. Gerçekten Avrupalı olabilmek için fazla Müslüman bir ülke. Avrupa’da üç veya dört kuşak var olduktan sonra dahi, Müslüman Avrupa vatandaşlarının günlük hayatlarında karşılaştıkları şey tam da bu. Avrupa vatandaşları olabilirler ama yine de bunu kanıtlamaları gerekiyor. Görünürlüğü ve etkisi kıta çapında artmakta olan yeni popülist ve aşırı sağcı akımlar bu intibayı vurguluyor ve doğruluyorlar. İslam ve Müslümanların kötü bir şöhreti var ve Avrupalıların çoğu tarafından konumlandırıldıkları yerden de memnun değiller. Bunlar acı gerçekler ve endişe verici manzaralar.

Bu satırları yazarken Srebrenitsa’daki bir annenin görüntüsü gözümün önüne geliyor. Hüzünlüydü, çaresizdi ama onurlu, mağrur ve kararlıydı da. Gücü tam da bu tutumundan geliyordu. Srebrenitsa’yı hatırlamak, Müslümanları hedef alan halihazırdaki popülistlerle ve bazı yeni ırkçı gruplarla yüzleşmek vicdan sahibi her insan için bir uyarı niteliğinde. Popülizm ve ırkçılık sadece kurbanları için değil, hepimiz için tehdit oluşturuyor. Artık şeref, özgürlük, adalet ve çoğulculuğa önem veren herkesin birlikte hareket etmesi ve çağımızın bu yeni vebasına karşı durmasının vaktidir. Hakların, adaletin ve şerefin asla bedava olmadıklarını ve hiçbir zaman hafife alınmamaları gerektiğini bilmeli ve unutmamalı. Onlar için çaba harcamak gerekir ve onlara sahip olup da elimizde tutmak, hiç bitmeyen bir mücadeledir. Srebrenitsa’dan alınacak ders bu annenin gözlerinden çok net okunuyor: Onurlu kal ve asla haklarından vazgeçme. Bu ahlaki bir görev ve demokrasinin ana fikridir.