Yenişafak gazetesi yazarı Fatma Barbarosoğlu bugünkü köşe yazısında, Nazif Şişman’ın yeni yayınladığı “Dijital Çağda Müslüman Kalmak” adlı kitabından yola çıkarak teknolojinin getirdiği sorunların İslamiyet’e yansımasını ele alıyor.
Barbarosoğlu’nun bugünkü köşe yazısı şöyle;
Pazartesi günü DİB’in Olağanüstü Şura’sı vesilesiyle hocalarımızın, yaşadığımız zaman ve mekanı, bu zaman ve mekanı kuşatan teknolojik dünyayı bilmediklerinden bahis açmıştım.
İçinde yaşadığı çağı bilmek, soru sorabilmekle başlar.
Soru sorulmadığında din dilini güncelleyemez, bilim kendini yenileyemez, edebiyat da kendini inşa edemez.
Ekranlar soru soramayan insanlarla dolu. Adı üstünde tartışma programlarında bile tv programcısının, konuğuna sorduğu soru şöyle: Son olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Zaman, değişiyor, olaylar değişiyor, konuk değişiyor lakin soru hiç değişmiyor.
Yeni kitap yayınlayan bir yazara sorulan soru da yıllardır hiç değişmez: Bu kitapta neyi anlatmak istediniz?(Bu bayat soruya ben anlatacağımı anlattım esas siz ne anladınız diye soru ile cevap vermeyi göze alamayan yazarlara kibarlık karnesine yüz üzerinden 150 notunu mu vereceğiz? Vakti zamanında bu satırların yazarı bu soruyu sormuştu da ne kadar kibirlisiniz diye önce yüzüne sonra da sosyal medyada yazılan değerlendirmelere katlanmak zorunda kalmıştı.)
Babanız zurna çalar mıydı padişahım frekansına devam eder edebi kamunun soruları.
“Dînî” diye takdim edilen ekran programlarında ise bir zamanlar “ramazanda sakız çiğnemek orucu bozar mı?” ya da “horozdan kurban olur mu?” gibi dini ve dindarları parodileştirmeye hizmet eden sorular sorulurdu.
Şimdilerde “bu din adamlarının doğru söylediği hiç bir şey yokmuş” ya da “ortak bir dînî söylemden bahsedemeyiz” algısına yol açacak tartışmalı mevzular soruluyor ekran hocalarına.
Cevaplar nasıl mı? Kimi “en modern” görünmek uğruna geleneği reddeden bir nevzuhurluğa kaptırıyor kendini. Kimi de beş yüz yıl öncesinin dili ile konuşuyor, zamanın hızından bihaber.
Tarihin akışında yol ayrımı olan noktalar vardır. Özellikle bu noktalarda önemlidir, dün ile yarını birbirine bağlamamızı sağlayacak sorular.
Lakin dün ile yarını birbirine bağlayacak soruların bugünün içinden sorulması gerekir.
Gün deyince, bugünün en belirleyici özelliği nedir diye sorsak…
Hız ve teknoloji diye cevap veriyor Nazif Şişman, “Dijital Çağda Müslüman Kalmak” adlı yeni yayınlanan kitabında.
Kitabın ismi, dijital çağı öncekilerden farklı kılan ne ki Müslüman kalmayı sorunsallaştırıyor? sorusunu getiriyor akla.
Tabii ki biliyoruz, hayatımıza katılan her teknolojik yenilik, gündelik hayat örgütlenmemizi de zihniyet dünyamızı da etkiler, dönüştürür.
Dijital teknoloji için bunu çok daha vurgulu bir şekilde ifade etmemiz gerekir.
Halbuki günümüzde teknolojinin hakimiyetini neredeyse hiç sorgulamıyoruz.
Mesela Müslümanlar yetmişli yıllarda yaptıkları “imam mikrofon kullandığında namaz kabul olur mu?” şeklindeki tartışmaları teknolojinin hızı içinde kaybetmiş durumdalar.
Görüntünün vazgeçilmezliği, “suret yasağı”nı gündemden çıkarmış gibi görünüyor. Bu değişim ve dönüşümle yüzleşmemiz gerektiğini hatırlatıyor ve içinde yaşadığımız dijital kültürün ne idüğünü tasvir etmeye çalışıyor kitap.
Mesela facebook ve mahremiyet ilişkisi… Kullanılan aletin belirleyiciliğini ortaya koyması açısından önemli. Hepimizin elinde her daim kamera var.
Her anımızı kaydedilecek ve sergilenecek bir görüntü olarak yaşıyoruz. Adeta kaydetmek üzere yaşıyoruz.
Peki bu durumda mahremiyet anlayışımız nasıl değişiyor?
Hocaefendilerin yanılgısı bu tutum ve davranışların hemen şallı Instagram kızlarına hasretmeleri.
Halbuki Hoca efendilerin camiden çıkıp, istirahate çekildiği makama kadarki anlarını kaydedip çiçekli, kalpli tezahüratlar ve ‘like’larla sergilendiği hesaplar hiç de nadirattan değil. Hocaefendiler camideki cemaatleri ile ilgilenip kendilerini onlardan mesul tutmak yerine net alemine dalıp “hayran” kitlesi toplamaya çalışıyor.
Gösteri toplumu herkesi kapsıyor.
Görünmenin, kemale ermenin önündeki en önemli engellerden biri olarak görüldüğü bir kültürel atmosfer, nasıl değişip dönüşüyor?
“Batı’nın tekniğini alalım kendi kültürümüzü muhafaza edelim” Atalarımız Batı’nın askeri/teknolojik üstünlüğü karşısında böyle bir çözüme sarılmıştı. Göremedikleri nokta şuydu: Teknik ile kültür bir arada gelir. Müslümanlar büyük oranda bu körlükle malûl hâlâ.Belki de bu yüzden “Youtube’da anonim bir muhatap kitlesine va’z u nasihat edilebilir mi?” sorusu hiç sorulmuyor.
Soru sorulamadığı için de bu mesele ne teknoloji/kültür ilişkisine ne de kadim suret/siret meselesine işaret eden bir düzlemde algılanmıyor.
Dini hitap kulağı esas alır. “İşittik, itaat ettik” cevabı bunu gösterir.
Peki dinin tebliği göze dayalı bir izleme kültürüne emanet edilirse ne olur?
İşitmenin yerini görmenin aldığı, görüntünün gerçekten daha gerçekmiş gibi kabul gördüğü bir dünyada feraseti ve basireti nasıl kuşanacağız?
Tekrar belirtelim…
Hayatımıza katılan her teknolojik yenilik, gündelik hayat örgütlenmemizi de zihniyet dünyamızı da dönüştürür.
İşte “Dijital Dünyada Müslüman Kalmak” bu değişim ve dönüşümle yüzleşmeden, ilmihalimizi bilemeyeceğimizi ortaya koyuyor. Karşılaştığımız yakıcı sorunlara çözümler sunmuyor tabii ki. Ama tasvir olmadan tahlilin, tahlil olmadan da teklifin mümkün olmayacağını hatırlatıyor. Ve bizleri içinde yaşadığımız dijital kültürle yüzleşmeye davet ediyor.
Türkiye’nin yeniden katı laiklik politikalarından medet umar hale gelmemesi için dindarların dini hassasiyetler konusunda şeffaf ve derinlikli tartışmalar yapması, malayani zaman konusunda titizlik göstermesi gerekiyor.