Engin Dinç’in röportajı
Başbakan Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği “3 çocuk yapın” söylemi Türkiye’nin demografik yapısında kötüye doğru bir gidiş olduğunu anlatıyor. Peki, Türkiye’de nüfus artış oranlarının düşmesi gerçekten bir tehlikeye işaret mi ediyor? Bu konuyu Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova ile konuştuk.
Bir ülkenin ekonomik ve siyasal etkinliğinde demografik yapının önemi nedir?
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre demografi “nüfus bilimi” demektir. Buna göre nüfusun genel yapısı, kadın erkek oranı, çocukların gençlerin toplam nüfus içerisindeki yapısı gibi konular demografik bilgileri oluşturur. Çalışan nüfusun toplam nüfus içindeki payı, yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı gibi unsurlar doğrudan ekonomi ile alakalıdır. Çünkü genç nüfus çalışır yaşlı nüfusun emekli maaşlarını öder. Sonra zamanla bugünün çalışanları yaşlanır onların emekli maaşlarını da yeni gelen genç nüfus öder. Bu nedenle ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için nüfusun yapısı, dengesi son derece önemlidir. Siyasal açıdan bakıldığında da nüfus özellikle politik tercihlerin yapısını, ülke içerisindeki tüm dengeleri etkiler. Siyaset ve ekonomi birbirine bağlı olduklarından ötürü nüfusun her ikisi üzerindeki etkisi de tartışılmazdır.
Türkiye’de Cumhuriyet dönemi boyunca farklı nüfus politikaları izlendi. Bu uygulamalar hakkında bilgi verir misiniz? Ayrıca Türkiye’de neden tamamen zıt diyebileceğimiz yönlerde nüfus politikaları uygulanmıştır?
1927 sayımında genç Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin kişi olarak tespit edilmiştir. 1960 yılına gelindiğinde ise nüfus sayımı geçici sonuçlarına göre 27 milyon 830 bin kişiye yükselmiştir. İki dönem arasındaki artışa baktığımızda yaklaşık yüzde 104 tür. Genç cumhuriyet, gerek savaş sonrası iktisadi kalkınmayı sağlamak gerekse de siyasi ve askeri olarak daha güçlü olabilmek için nüfusun artması gerektiği gerçeğini görmüş ve desteklemiştir. 1940-1945 döneminde yıllık artış haddi binde 10,6 iken 1945-1950 de binde 22 olmuş, 1950-1955’de binde 28,1’ e ve 1955-1960’da binde 29,5 e yükselmiştir. Bu artış oranları da yüksek oranlar arasında yer almaktadır. Sonrasında 1980 sonrası dönemde ise nüfusun yüksek seyrettiği, ekonomik az gelişmişliğin nedenin yüksek nüfus oranı olduğu düşüncesi ile nüfus artış oranı kontrol altında tutulmaya daha da ötesi sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Özellikle Çin’in nüfus artışına getirdiği cezai önlemler bu politikaların doğru politikalar olduğu yönündeki görüşlerin daha da yüksek sesle ifade edilmesine imkan tanımıştır. Son dönemde özellikle Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan tarafından “3 çocuk” yaklaşımı git gide bir hükümet politikası haline gelmeye başlamış ve Avrupa’nın yaşlanan nüfusuna dikkat çekilerek azalan nüfusun felaket olacağı hususu vurgulanmaya başlanmıştır.
Başbakan Erdoğan’ın sürekli dile getirdiği ‘3 çocuk yapın’ söylemi, Türkiye’nin demografik yapısında kötüye doğru bir gidiş olduğunu mu gösteriyor? Türkiye’nin şu andaki doğum oranları yakın gelecekte nasıl değişecek?
Başbakan Erdoğan azalan nüfusun gelecek açısından büyük tehlike olacağını, mevcut yapıyla devam edilmesi durumunda ki mevcut durumda kentleşmenin artması, kadının ekonomik hayatta rol ve öneminin fazlalaşması neticesinde kadınlarda doğurganlık yaşının yükselmesine ve geçmişe göre daha az çocuklu ailelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Türkiye’nin ekonomik anlamda özellikle nüfus yaşlanması nedeniyle sağlık harcamalarının artacağını ve neticesinde daha az genç ile daha fazla yaşlının masraflarının karşılanması gerekeceğinin ülkeyi yöneten sorumlu kişi sıfatıyla farkındalık yaratmak istiyor. Gelecekte aynı durumun devam etmesi durumunda ülke içerisinde hem siyasal anlamda hem de ekonomik anlamda olumsuz değişikliklerin yaşanacağını bugünden görüyor ve önlem alınmasını istiyor.
Türkiye’de doğum oranlarının düşmesini hangi nedenlere bağlıyorsunuz?
Bence doğum olanının düşmesindeki birinci sebep, gelecek kaygısı. Aileler çok çocuklu olmayı temelde isteseler bile her bir çocuğa aynı geleceği sunamamak kaygısı ve çok çocuktan doğacak masraflar altında ezilmemek düşüncesi ile fazla çocuk yapmayı istemiyorlar. Kısaca buna ekonomik gelecek kaygısı diyebiliriz.
Dünya ölçeğinde de nüfus oranlarındaki değişim ekonomik ve politik gücü belirliyor. Bu anlamda bugün Avrupa’da nüfus oranlarının düşmesinin, bu bölgede yaşanan ekonomik krizlerle ilgisi var mı?
Avrupa’da nüfus artış oranının düşmesi hatta bazı ülkelerde eksi değer göstermesi bugünün olayı değil. Bizde son yıllarda yaşanan kentleşme olgusunu çok önce tamamladıkları ve kadının ekonomik hayattaki yeri ve önemi bizimle karşılaştırıldığında çok yüksek olduğu için bugün bizim yaşadığımız durumun benzerini Avrupalı aileler 10 yıllardan bu yana yaşıyorlar. Dolayısıyla ekonomik kriz ancak mevcut durumun katalizatörü olabilir belki. Örneğin Almanya 70’li yıllarda Alman genç nüfusun yetersiz olması, mevcut genç nüfusun da bazı ağır işlerde çalışmaya isteksiz olması nedeniyle işgücü pazarındaki açığı gidermek için Eski Yugoslav Cumhuriyetleri, İtalya, Yunanistan, Türkiye vb. ülkelerden işgücü transfer etti. Amaç ekonominin çarklarının döndürülmesiydi. Bugün geldiğimiz noktada ekonomik kriz nedeniyle ekonomik gelecek kaygısının artmasının Avrupa’da olası nüfus artış hızının önündeki en büyük engel olduğu kanısındayım.
Bugün özellikle Uzakdoğu ülkelerinde –örneğin Çin ve Hindistan- büyük bir nüfus artış hızı olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerin ekonomik ve siyasal olarak artan güçlerinde nüfus artış hızının nasıl bir etkisi var?
Çin ve Hindistan’ı görenler çok iyi bileceklerdir ki, gelişmişliğin yanında sefaletin de en yoğun yaşandığı ülkelerdir bu ikisi. Gelişimin asıl yönü emek yoğun olmaktan ziyade örneğin Çin açısından baktığımızda ucuz işçilikle yakalamanın sağladığı ivmeden yararlanmıştır Çin. Çin’in ucuz işçiliği sadece fazla nüfusuna bağlanamaz. Bu ülkede mevcut sosyal haklardaki noksanlık ve az gelişmişlik ile insan hakları ve demokraside gelişmiş ülkelerden farklı yapı ucuz iş gücünün en önemli destekçisidir. Ancak ekonomik büyümenin bu ülkeye refahı da beraberinde getirmesiyle ve özellikle demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmeye başlamasıyla Çin’in gelecekte aynı işçilik maliyetleri ile üretmeye devam etmesi sürdürülebilir gözükmemektedir. Hindistan ise ekonomik kalkınmayı özellikle yazılım sektöründe (hizmetler sektörü) gerçekleştirmiş ve bu sektörün gelecekte dünyanın gideceği yön olacağını keşfetmiştir. Eski bir İngiliz Sömürgesi olması nedeniyle İngilizce’yi çok iyi bilmeleri ve gelişmiş ülkelerdeki Hintli nüfus, ekonomik gelişmenin tetikleyicisi olmuşlardır. Bu nedenle sadece yüksek nüfusa gelişmeyi bağlamak bu ülkelerin yıllardan bu yana tercih ettikleri ekonomik büyüme modellerine haksızlık olacağı kanısındayım.
Bugün Türkiye’nin geleceği hakkında olumlu düşünceler sarfediliyor. Ancak Başbakan Erdoğan’ın da üzerinde ısrarla durduğu nüfus artık oranlarının düşmesi söz konusu olduğunda bu perspektifin olumsuza döndüğü görülüyor. Nüfus artış oranlarının düşmesi küresel ölçekte Türkiye’nin etkinliğini azaltacak bir etki gösterir mi?
Ekonomik ve siyasal nedenlerle baktığımızda nüfusun azalmasının uzun dönemde küçültücü etki yapacağı tartışmasızdır. Ancak nüfusun fazlalığı kadar iyi yetişmiş nüfusun önemi de yadsınamaz. Artık savaşlar yüksek sayıdaki askeri güçle değil teknoloji ile kazanılıyor. Bunu asla unutmamak lazım. Nüfusunuz hem yüksek hem de iyi yetişmişse o ülkenin sırtı hiçbir zaman yere gelmez. Her gence aynı eğitim standartlarını sunabilmek, ülkenin işgücü planlamasını yapabilmek, gençleri bu planlamaya göre üniversitelere yükseltmek çok önemli. Bu nedenle yüksek ama nitelikli nüfus tercihimiz olmalı.
on5yirmi5.com