Hrant Dink davası ‘Örgüt yokmuş’ hükmüyle karara bağlanmış ama 19 Ocak 2007’den beri ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye haykıranlar için ‘Henüz hiçbir şey bitmemişken’, Beyoğlu’nda küçük bir sahnede bir oyun oynuyor: ‘Tetikçi.’
Silah sesiyle başlayıp, bizi geriye götürüyor. Hrant Dink tehditler almaktayken, 301’den yargılanmaktayken mesela, tam o esnada Anadolu’nun bir kasabasındaki ‘erkekler-kahramanlar dünyasına’ gidiyoruz. İsimlerini, simalarını ezberlediğimiz Erhan Tuncel, İbrahim; Yasin Hayal, Üzeyir; Ogün Samast, Umut olarak sahnede. Samast’ın (kurmaca) annesi ve kız arkadaşı da var öyküde, ‘muhbir ağabey’ İbrahim’in sıkı fıkı olduğu ‘devlet’ de diğer ‘erkekler’ de.
‘Tetikçi’, Hrant Dink cinayetine dair bir oyun. Ama Rakel Dink’in ömür billah aklımızdan çıkmayacak tanımlaması ‘Bebekten katil yaratan karanlığa’, memleketin ‘erkeklik’ hallerine ve tekrar tekrar izlediğimiz ‘gazeteci suikastları-devlet’ ilişkisine dair aynı zamanda…
Beş yıldır parça parça baktığımız resmi, önümüze kocaman açan oyun, dava sonuçlanmadan hemen önce sahnelenmeye başladı. Ama yazım tarihi 2007. Hep sorulan soruya hemen yanıt vereyim: Evet izleyin! Şunu aklınızda tutarak: Oyunda sık geçen ‘Örgüt bağlantısı bulunamadı’ sözü, dava sonuçlanmadan çok önce yazılmış…
‘Tetikçi’yi yazarı ve yönetmeni Ebru Nihan Celkan anlatıyor.
‘Tetikçi’nin kafanıza giriş öyküsü ne zaman başlıyor?
Her şey Uğur Mumcu’yla başladı. Arabana biniyorsun ve “Booom…” 14 yaşındayım. Televizyona yapışmıştım. Çok saçma. Korkunç… Annem ağlıyor, ben de ağlıyorum. Mumlar yakıyoruz ve karanfiller… Sonra Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok. Hepsinde yaşım küçük ama gariplik olduğunu hissediyorum. Abdi İpekçi’yi öğreniyorum, okuduklarımdan. Sonra Hrant Dink düşüyor. Peşine düşüyorum; üç-beş günde unutulup gitmesin istiyorum. Hrant Dink’in öldürülmesinden az bir süre sonra katilin yakalandığı haberi tüm kanallardaydı. Bir fotoğraf hatırlıyorum. Esmer, çok zayıf bir çocuk, sağında ve solunda gülümseyen kolluk kuvvetleri, elinde Türk bayrağı, arkasında kocaman bir söz: “Vatan toprağı kutsaldır. Kaderine terk edilemez.” Herkes konuşuyordu. Yetkili, yetkisiz, rütbeli, rütbesiz, sivil, polis, kadın, erkek, dost, düşman… Ama o fotoğraf susarak çok fazla şey anlatmıştı. Gerisi laf kalabalığı. Bağıran bir fotoğrafın peşinden gitme öyküsü yani, merak: “Bir insan bir insanı neden öldürür?”
Dava sürecini detaylıca incelediğiniz anlaşılıyor. Nasıl çalıştınız?
Önce o fotoğrafın çıktısını aldım. Büyütüp duvarıma astım. Günlerce o fotoğrafa bakarak uyudum, uyandım. En çok gözlerine bakıyordum. Kolluk kuvvetlerinin ve bayraklı çocuğun… Yavaş yavaş diğerlerinin fotoğrafları geldi duvara. Davayla ilgili her ismin peşine düşüyordum. Bir yandan da geçmişteki gazeteci suikastlarını deşiyordum. Ama asıl önemlisi şuydu: Kimdi bu insanlar? Neden böyle bir şey yapmışlardı? İnsani yönüne eğilmeye çalışıyorum. Her bağlantıyı bulabildiğim tüm kaynaklardan takip ettim. Baktım ki içinden çıkmak mümkün değil. O yüzden oyunu yazabilmek için en fazla ilgimi çeken isimlere yoğunlaştım.
Oyunda Erhan Tuncel, Yasin Hayal ve Ogün Samast üçlüsü İbrahim, Üzeyir ve Umut isimleriyle var. ‘Umut’un annesi, sevgilisi gibi kurmaca kısımlar da var. Bir de kadınların tarafından bakmamızı istemişsiniz sanki…
Üç isim söyleyeceğim. Neden farklı isimler kullandığımı daha net anlatmış olacağım: Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca… İsimler değişiyor. Sebepler çeşitleniyor ama sonuçta elimizde bir tetikçi, silah ve yerden kaldıramadığımız gazeteciler kalıyor. Aynı filmi farklı oyunculardan izliyoruz. “Bebekten katil yaratan karanlık” sözü beni çok sarsmıştı. “Katil olmadan önce bu çocuklar kim?” üzerine kafa yordum. Oyunun iki kadın karakteri benim için çok kıymetli. Oyuncuların düşünmesini istedim: Neden kadınların sesini duymuyoruz? Neden onları sadece mağdur olarak görüyoruz? Erkeklerin hikâyelerini dinlemekten sıkıldım. Başımızdan geçenlerin kadın penceresinden nasıl göründüğünü görmek istiyorum.
“Bir erkek atını, eğerini, çadırını paylaşır; vatanını asla paylaşmaz” diyor İbrahim. Bu gerçek bir öykü olmasaydı pekâlâ ‘erkeklik halini’ afişe etmeye dair bir oyun da olabilirdi…
Kesinlikle. Delikanlılık, erkek olma, adam olma… Bunlar şiddet, saldırganlık, para kazanma hırsıyla destekleniyor ve kurşun askerler yaratılıyor. Bunun için iki araç var. Biri ‘muhafazakâr delikanlılık kültürü’, diğeri bu çocukları maddi ve manevi yönden sakat bırakmak. Bir taraftan “Aslansın, kaplansın” demek, diğer taraftan eşit eğitim hakkını ellerinden almak…
Oyuncularla nasıl çalıştınız?
Merve Engin’e bir kere daha teşekkür etmek isterim. Oyuncu seçiminde bana çok kıymetli insanlar kazandırdı. Oyunculara dair iki önemli kriter belirledim: Kesinlikle bu konuları dert olarak görmeli ve iyi insanlar olmalı. Oyunculuklar üçüncü tercih sebebimdi. Bugün tüm ekip aynı çizgide insanlar… Entelektüel sermayesi yüksek oyuncularla yola çıktım. Çok okuduk, tartıştık. Yardımcı yönetmen İpek Banu Kılar’ın katılmasıyla teknik çalışmalar ağırlık kazandı.
‘Samast’ olarak izlediğimiz Umut karakterini konuşturmamış, sonunda kekeletmişsiniz. Neden?
Kurşun asker metaforu… Konuşmaması gerekiyor, sadece yapması yeterli. Düşünmesine gerek yok. Kekelemesi, sistemin kekelemesi. Olacakken olamamış tüm çocuklar için kekeliyor.
Oyundaki haber anonslarında ‘Örgüt bulunamadı’ diyor spiker. Ama siz başladığınızda dava sonuçlanmıştı…
Maalesef beni çok yıkan bir durum. Oyunu yazdığım 2007 yılında dava yeni başlamıştı ve o dönem ilk söylenen söze atfen bunu yazmıştım. Dönemin Emniyet Müdürü “Örgüt işi değil, milliyetçi hislerle heyecanlı gençlerin işi…” gibi bir şeyler söylemişti. Sahnelemeye başladığımda “Abartılı mı yaklaşmışım?” derken üçüncü gösterimden sonra sonuç açıklandı. İnanamadım. Bir kere daha anladım ki kurgu gerçeği geçemiyor. Gerçek o kadar vicdansız ve acımasız ki…
Oyunu Dink ailesinden, avukatlarından izleyen oldu mu?
Hem ailesinden, hem arkadaşlarından hem de avukatlarından izleyenler oldu. Görüşlerini onlara sormak çok daha iyi olur. Genelde izleyenler ‘sarsılmak’ kelimesini kullanıyor. Yaratmak istediğimiz etki buydu. “Sarsılın ve yerinizden kalkın.” Oyunculara hep şunu söylüyorum: “Bugün sizi izlemeye gelecek 17 yaşındaki çocuğa ne söylemek istiyorsunuz? Hadi ona gerçekleri söyleyelim.”
Hrant Dink’in öldürüldüğü gün ne yapıyordunuz, nasıl duydunuz?
Evdeydim, çok ateşliydim. Televizyonda duydum ve hemen Ermeni arkadaşlarımı tek tek aradım. Özür diledim. Bütün Ermeni arkadaşlarım o gün ülkeden kaçacaklar gibi gelmişti. Agos’a gitmek istedim ama çok ateşli olduğum için yapamadım. Çok ağladım. Korktum. Kendi çocuklarını yiyen bir ülke…
Oyun 12, 19, 26 Şubat’ta, 19.00’da İkinci Kat’ta. (İstiklal Cad. Olivio Han Kat:2, Beyoğlu Tel: 212 292 32 47/05)
‘Erhan, Yasin ve Ogün’ oyuna nasıl hazırlandıklarını anlatıyor
Özgürcan Çevik (Erhan Tuncel’i temsil eden İbrahim rolünde):
Gerçek bir durumu anlatıyoruz, role hazırlanırken hayal gücünden ziyade gerçek olaylardan ve gerçek karakterlerden de feyz aldım. Hrant Dink suikastını da fazlaca araştırdım elbette. Bilmediğim birçok detayı da öğrenmiş oldum. Dink suikastı, vicdanı olan herkes gibi beni de üzen bir durum. Bir birey olarak duruma karşı tepkimi mesleğimi icra ederek gösteriyor olmak da beni ayrıca tatmin ediyor.
Eyüp Emre Uçaray (Yasin Hayal’i temsil eden Üzeyir rolünde):
Hikâyemiz ‘Tetikçi’, o yüzden kitaplara gömülmek yerine etrafımıza ve kendimize baktık. Bu toplumda erkek olmak hepimizin sorunu. Bizi en çok besleyen kaynaklar, sosyal medya ile video paylaşım siteleri oldu.
Başka bir dünya varmış, hayal ettiğimizden kötü… Fark ettik gene… Süreç büyük fotoğrafı görmemizi sağladı. Bu dava yeni başlamadı. Osmanlı’dan gelen bir devlet geleneğinin ürünü ne yazık ki. Umarım bu korkunç gelenek bir gün tarih olur.
Barış Gönenen (Ogün Samast’ı temsil eden Umut rolünde):
Dava ve süreçle ilgili tabii ki bir hassasiyetim vardı. Başladığımızda daha çok okuyup, daha çok izledim. Ebru bunun bir gelenek haline dönüştüğünden bahsetti. Dink cinayeti güncel ama geçmişe baktığımızda, onlarca cinayetin hikâyesi, kahramanları aynı. Onlarca tetikçi, azmettirici ve birbirinden farklı olamayan onlarca hikâye çalıştık. Sabahattin Ali’nin de, Uğur Mumcu’nun da, Ahmet Taner Kışlalı’nın da tetikçisini oynuyorum aslında. Bu rol için bütün bu tetikçi çocukların hayali bir hikâyedeki karşılığı diyebilirim.
Ebru N. Celkan kimdir?
1979 Adana doğumlu oyun yazarı ve yönetmene “Kimsiniz siz?” dedik, anlattı:
“Masal anlatmayı pek seven bir anneannenin ilk torunuyum. Uludağ ve sonra da İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Kendimi bildim bileli yazarım; şiirler, öyküler, denemeler. Çok sıkıldığım bir gün Sadri Alışık oyuncu seçmelerine girdim. Kazandım. İki yıl eğitim aldım. İlk oyunum ‘Cennetten Cehenneme’yi orada yazdım. Sadri Alışık Gençlik Festivali’nde sahnelendi. ‘Aksanat Oyun Yaz’ projesine seçilen altı oyun yazarından biri oldum. Oyun Yaz Festivali’nin açılış oyunu olarak ‘Tetikçi’nin sahne okuması Mehmet Ergen yönetiminde yapıldı. Aynı dönemde Studio Oyuncuları-Şahika Tekand’da eğitim alıyordum. O dönemde İpek Banu Kılar tarafından yönetilen ‘17.31’ Tiyatro Sıfırnoktaiki tarafından sahnelendi. Hrant Dink Vakfı Vicdan Filmleri Festivali’nde yarışan ‘10,9,8…’ adlı kısa filmin senaryosunu yazdım. İkinci oyunum ‘Tilt’ Aslıhan Erguvan tarafından yönetildi. Sene başında ‘buluTiyatro’yu kurdum. ‘buluT’ olarak üretmeye devam edeceğim.”
Radikal