Ömer Aymalılı’nın yazısı
"Erzurum’da kış öyle sert olur ki, insanların dilinde bir darbımeseldir ki (hikayedir) bir dervişe sorarlar; -Nereden gelirsin? -Kar rahmetinden gelirim,der. – O yer hangi diyardadır ? derler. -Soğuktan Ere-zulüm olan Erzurum’dur der. -Orada kışa rastladın mı hiç? derler. Derviş; -Vallahi on bir ay yirmi dokuz gün orada kaldım, bütün halkı yaz gelecek dediler amma ben görmedim, der."
Tarihin gördüğü en büyük seyyahlardan Evliya Çelebi 25 Mart 1611’de İstanbul’da doğdu. Ailesi Kütahya’dan gelerek İstanbul’a yerleşmişti. Seyahatnamesindeki bilgilerden anlaşıldığına göre Evliya Çelebi, ilk eğitimini babasının Unkapanı’ndaki Hamid Efendi Medresesinde görmüştü. Ayrıca Sadizade Dârülkurrâ’sına giderek Kuran hafızı olmuş ve babasından da hat, nakış tezhip sanatlarını öğrenmişti. 1635’te akrabası Silahdar Melek Ahmet Paşa vasıtasıyla Sultan IV.Murat ile tanıştırılmış ve saray okulu olan Enderun Mektebine kabul edilmişti.
Evliya Çelebi Enderun Mektebindeki eğitiminin ardından saraya Musahib ( sohbetçi ) olarak kabul edilmiş ve aylık 40 akçe maaş ile sipahiler zümresine katılmıştır. Seyahatlerinin büyük kısmını resmi görevli gerçekleştirmiş veya çeşitli görevler için gittiği ülkeleri seyahatinin bir parçası olarak değerlendirmiştir. Evliya Çelebi güzel sesiyle şarkı-gazel okur, imam bulunmadığı zamanlarda namaz kıldırır, herkesle iyi geçinirdi. Bu sebeple Sarayda kısa sürede çok sevilen bir kişi haline gelmişti.
Evliya Çelebi oldukça iyi bir Türkçeye sahipti ve bunu etkili sanatsal bir şekilde kullanabilmekteydi. Ayrıca Enderun’da Arapça, Farsça ve Rumca, babasının arkadaşı Simyon ustadan ise Latince ve Yunanca öğrenmişti.
‘Seyahat ve Resulullah’
Evliya Çelebinin seyahate olan merakının daha küçük yaşlardan itibaren babasının anlattığı ilginç hikayelerden kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bununla birlikte Evliya Çelebi seyahatlere başlamasını gördüğü bir rüyaya dayandırır. Seyahatnamesinde rüyayı şöyle anlatır:
Ahi Çelebi Camii
"İstanbul’da hanemde bir gece uykuya dalmıştım. Birden bire kendimi Yemiş iskelesi yanında bulunan Ahi Çelebi Camiinde gördüm. Camiinin içi nur yüzlü bir cemaatle dolup taşmıştı. Ben de bu camiinin içine girerek minberin dibine diz çöküp oturdum. Bu nur yüzlü pirleri hayranlıkla temaşaya daldım. Fakat bunların kim olduklarını anlayamamıştım. Nihayet yanımda bulunan bir zata sordum:
‘-Benim sultanım, ism-i şerifinizi ihsan buyurur musunuz?’ dedim.
O zat, Kemankeşlerin Piri "Sa’d ibni Ebi Vakkas" olduğunu söyledi.
Derhal elini öptüm. Yine: "-Sizin yanınızdaki zatlar kimlerdir?’ diye sual ettiğimde: ‘Sahabe-i Kiram ve Ensar Hazretleridir dedi. O tarafa baktım. Bu zatlar sıra ile Hazret-i Ebu Bekir (ra), Hazret-i Ömer (ra), Hazret-i Osman (ra), Hazret-i Ali (ra) idiler. Bunları doya doya seyredip taze can buldum. Mihrapta ise Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü vesselam oturmakta idi.
Biraz sonra yanımda oturmakta bulunan Sa’d İbni Ebi Vakkas Hazretleri elimden tutup beni Peygamber Efendimizin huzuruna götürdü ve dedi ki: " ‘Âşık’ı sâdıkın ve ümmet-i müştakın Evliya kulun şefatin rica eder.’"Ben de derhal Hazret-i Peygamberin dest-i mübareklerini bûs ettim. Fakat heybetlerinden çok korkarak titredim.
Kendilerine: " ‘Şefaat ya Resulallah!’ diyeceğim yerde: "Seyahat ve Resulullah! diyi verdim. Cenab-ı Peygamber derhal tebessüm ettiler. Seyahatlerimin hayırlı olması için ‘Fatiha’ dediler. Bundan sonra sıra ile Eshab-ı Kiram’in ellerini birer birer öptüm. Cümlesi: "Seyyâh-ı âlem ve ferîd-i beni âdem ol! "diye dua ettiler. Ben de Ahi Çelebi Camiinden dışarı çıktım."Sabah olup uyanınca bir abdest alıp bu rüyamı tabir ettirmek üzere Kasımpaşa’da İbrahim Efendi Hazretlerine gittim. Bu zat bana:"Sen büyük bir seyyah olacaksın!’ "buyurdu. Ben de bundan sonra seyahate çıkıp gördüklerimi yazmaya başladım. "
Evliya Çelebi 1635 yılında yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. Böylece seyahati başlamış oldu. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
Evliya Çelebi yaklaşık elli yıl boyunca Osmanlı toprakları başta olmak üzere bir çok bölgeye seyahatlerde bulundu. Seyahatlerinde karşılaştığı toplumların kültürel özelliklerini, yaşam şekillerini gözledi ve bunları Seyahatname adlı eserinde yazdı. İçerisinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öykülerinden,giyim kuşama,düğün cenaze törenlerine,inançlara, komşuluk ilişkilerine, saray, konak,cami,kilise,manastır,kale,sur, köprü gibi yapılara ait detaylı bilgiler barındırmaktadır. Bu sebepledir ki Evliya Çelebinin Seyahatnamesi 17.yy Osmanlı coğrafyası, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa coğrafyasının sosyo-kültürel yapısını anlamak için en temel kaynaklardan biri olarak tarihteki yerini almıştır.
Evliya Çelebinin seyahatnamesinde anlattığı dikkat çekici olaylardan birkaçı
Hezarfen Ahmet Çelebi
1632 yılında Galata Kulesinden kuş kanatlarına benzer bir takviye ile İstanbul boğazı üzerinden uçarak Üsküdar’a inen Hezarfen Ahmet Çelebi ile ilgili tek kaynak Evliya Çelebinin seyahatnamesidir. Evliya Çelebi olayı şöyle anlatır :
"Evvela, Okmeydanının minberi üzerinde, rüzgârın şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Sultan Murad Han Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nde seyrederken, Galata Kulesi’nin taa tepesinden lodos rüzgârı ile uçarak, Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir.. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: "Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne isterse, elinden geliyor. Böyle kimselerin durması doğru değil." diye Cezayir’e sürmüştür.Orada vefat eyledi."
Lâgarî Hasan Çelebi (Roketle dikey uçuşu başarıyla gerçekleştirmiş ilk insan.)
Evliya Çelebi Seyahatname’de Lâgarî Hasan Çelebi tarafından gerçekleştirilen roketli uçma teşebbüsünü şöyle anlatılmaktadır.
Murad Hanın Kaya Sultan adlı yıldız gibi temiz kızı doğduğu gece akika şenliği oldu. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan, yedi kollu bir fişenk icat etti. Sarayburnu’nda hünkâr huzurunda fişenge bindi. Talebeleri fişeği ateşlediler. Lâgarî: "Padişâhım Allaha ısmarladım. İsa nebî ile konuşmaya gidiyorum!" diyerek duâlar ederek göklere doğru çıktı. Yanında olan fişenkleri ateş edip deniz yüzünü aydınlattı. Gökkubbede büyük fişenklerin barutu kalmayıp da yere doğru inerken, ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa köşkü önünde denize indi. Oradan yüzerek çıplak olarak padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek "Padişahım! İsa nebî sana selam eyledi." diye şakaya başladı. Bir kese akça ihsan olunup yetmiş akça ile sipahi yazıldı: Sonra Kırım’da Selamet-Giray Hana gidip orada vefat eyledi. Rahmetli Yakın dostumdu. Allah rahmet eyleye.
Erzurum’un soğuğu
Evliya Çelebi Seyahatnamede kış soğuğu ile meşhur Erzurum’u ise yöre halkından duyduğu şu hikaye ile anlatır :
"Erzurum’da kış öyle sert olur ki, insanların dilinde bir darbımeseldir ki (hikayedir) bir dervişe sorarlar;
-Nereden gelirsin?
-Kar rahmetinden gelirim,der.
– O yer hangi diyardadır ? derler.
-Soğuktan Ere-zulüm olan Erzurum’dur der.
-Orada kışa rastladın mı hiç? Derler. Derviş;
-Vallahi on bir ay yirmi dokuz gün orada kaldım, bütün halkı yaz gelecek dediler amma ben görmedim, der."
Viyana’da İzlediği Beyin Ameliyatı
Evliya Çelebi, Viyana’da şahit olduğu ve izlemesine izin verildiğini belirttiği bir beyin ameliyatını şöyle anlatmaktadır:
"Kefereyi (kâfiri) dört ayaklı ipekli bir sedir üzerine yatırdılar. Başı Adana kabağı, burnu Mora patlıcanı gibi şişmişti. Hekimbaşı cümle kefereleri dışarı koğup mecruha (yaralıya) hemen safran gibi bir su içirip onu kendinden geçirdi. Hizmetkarı mecruhu kucağına alınca hekim adamın başının takke kenarı yerin etrafına tasma-kayış bağladı. Bir keskin ustura alıp, herifin alnının derisini iki kulaklarına kadar çizip sağ kulağı yanından deriyi biraz yüzünce kafa kemiği bembeyaz göründü. Cerrah hemen şakaktaki ek yerinden kafayı delip bir demir mengene sokup burmaya başladı. O burdukça herifin kellesinin kapağı takke gibi kalkmaya başladı. Allah’ın emriyle kelle diş diş kenet yerlerinden açıldı. İçinde beyninin enseden tarafı göründü. Kellenin içi kulaklara kadar sulu kan ve sümük gibi bazı karışık şeylerle dolu olup beynin yanında kurşun dururdu. Meğer bu beş dirhem çakmaklı tüfek kurşunu imiş. Beynin zarı yanında kırmızı kana bulanmış durur. Hemen üstad cerrah hakire (bana), "Gör bak âdemoğlunun bir ekmek parçası için girdiği hali" dediğinde hakir dahi ileri varıp ağzıma ve burnuma mendili koyup mecruhun kellesinin içine nazar ettim. Garip insanın beyni kafa içinde güya tavuk yumurtasından yavrusu henüz çıkmış kuş gibi büzülmüş durur… Ama üzerinde bir kalın deriden zarfı yani zarı var. Cerrahbaşı ağzıma mendil koyup kafa içine baktığımdan dolayı bana, "Niçin ağzını ve burnunu kapayıp bakarsın" dedikte, hakir, "Belki bakarken aksırırım, öksürürüm. Herifin kellesinin içine rüzgâr girmesin diye kapadım" dedim. Cerrah, "Aferin. Sen bu ilimle meşgul olsan kâmil üstad cerrah olurdun" deyip aceleyle mecruh herifin beyni yanındaki kurşunu alıp sarı sünger gibi bir şeyle kurşunun durduğu yerdeki kanları, cerahatleri sildi, şarapla temizledi. Aceleyle kafayı yerine koydu, sonra tepesinden ve çenesi altından kayışlarla bağladı. O dakika hizmetkârı meydana bir kutu getirdi. Kutunun içinde iri karıncalar vardı… Bunlardan birini demir çifteyle (cımbız) alıp herifin kafa derisinin kesilen yerine yaklaştırınca aç karınca bir yerden iki deriyi birden ısırdı.
O an cerrah karıncayı belinden makasla kesti ve karıncanın başı iki deri kenarını ısırakaldı… Öyle öyle ekleyip bir kulaktan bir kulağa seksen karıncayı ısırtıp kesti. Sonra yarayı merhemledi. Bu hakir, yedi gün gelip gidip adamı seyreyledim. Sekizinci günde herif iyileşip biraz hareket etmeye başladı. On beşinci gün kralın huzuruna götürdüler."
Evliya Çelebinin yaklaşık elli yıl süren seyahatlerinin bir sonucu olan Seyahatname adlı eseri 10 kitaptan oluşmaktadır. Bu kitapların içeriği şöyledir:
1. Cilt
Eserin birinci cildinde 1630-40 yılları arası İstanbul’un târihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki kutsal makamlar, câmiler, Sultan Süleyman Kanunnâmesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimâtı, çeşitli kimselerin yaptırdığı câmi, medrese, mescit, türbe, tekke, imâret, hastane, konak, kervansaray, sebilhâne, hamamlar… Fâtih Sultan Mehmed zamânından itibaren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar, İstanbul esnâfı ve sanatkârları yer almaktadır.
2. Cilt
İkinci ciltte Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa’nın âlimleri, vezirleri ve şâirleri, Sinop, Trabzon ve havâlisi, Gürcistan dolayları; Kırım, Karadeniz, Bolu, Amasya, Niksar, Erzurum, Nahçivan, Tebriz,Baku, Erzurum, Bayburt, Erzincan, Merzifon, Ankara.
3. Cilt
Üçüncü ciltte Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar; Eskişehir, Konya, İskenderun, Tire, Akre, Kızıl Deniz, Ölü Deniz, Urfa, Kayseri, Sivas, İskilik, Rusçuk, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu şehirleri hakkında geniş bilgiler.
4. Cilt
Dördüncü ciltte İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar; Malatya, Diyarbakır, Mardin, Sincar, Bitlis, Ahlat. Evliya Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler; Tebriz, Erdebil, Kazvin, Kum, Bağdad, Necef/Kufe, Basra, Abadan, Cizre, Musul, Tikrit.
5. Cilt
Beşinci ciltte Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyâletler; Kırklareli/Kırkkilise, Varna, İstanbul, Silistre, Hoten, Özi, İznik, Bursa, Gelibolu, Edirne, Belgrad, Temeşvar, Libhova, Yanova, Varad, Sarayevo, Zagrep, Üsküp, Köstence, Sofya,Semendire.
6. Cilt
Altıncı ciltte Macaristan ve Almanya; Temeşvar, Koloşvar, Kaşav, Sibiv, Mohaç, Peç, Budin, Uyvar, Estergon, Belgrad, Dubrovnik, Mostar, Zigetvar, Kanije.
7. Cilt
Yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı; Ejderhan havâlisi; Belgrad, Viyana, Wallaçya, Budapeşte,Oçakov, Krakow, Kırım, Bahçesaray, Dağıstan, Astrahan, Saratov, Kazan, Kalmukya, Azov.
8. Cilt
VIII. cilt içinde Evliya Çelebi’nin, Azak’tan Kırım’a; Kefe, Bahçesaray, Kılburun, Akkerman, İsmail, Girit olayları, Babadağı, Hasköy, Edirne, Dimetoka, Gümülcine, Drama, Selânik üzerinden bütün Yunanistan ve Mora’yı dolaşarak Hanya, Kandiye, Arnavutluk;Yanya, Tepedelen, Avlonya, Draç, İlbasan, Ohri, Resne, Manastır, İştip, Tikveş, Cisr-i Mustafa Paşa, Edirne üzerinden İstanbul’a dönüş seyahatleri bulunmaktadır.
9. Cilt
IX. cildin içinde Evliya Çelebi’nin İstanbul’dan hareketle Kütahya, Afyon, Manisa, İzmir, Sakız, Kuşadası, Aydın, Tire, Denizli, Muğla, Bodrum, Ege adaları, Isparta, Antalya, Alanya, Karaman, Silifke, Tarsus, Adana, Maraş, Antep, Kilis, Haleb, Lazkiye, Şam, Beyrut,Sayda, Safet, Nablus, Kudüs, Evliya menkıbeleri ile Mekke ve Medîne hakkında geniş bilgiler bulunmaktadır.
10. Cilt
Onuncu ciltte ise Mısır ve çevresi yer almaktadır; Kahire, Tanta, İskenderiye, Nil, Funcistan (Mogadişu, Suakin, Hadendoa, Bahnisa, Feyyum).
Kaynaklar :
Ülkü Çelik Şavk, Srularla Evliya Çelebi,
Şükrü Haluk Akalın, Seyyah-ı Alem Evliya Çelebi
DünyaBülteni