Mehmet Akif’in naaşından mulaj alınmış

Yazarlar
Prof. Dr. Osman Özsoy’un haberi Mehmet Akif’in naaşından mulaj alınmış M. Akif’in tabutu mezara indirildikten sonra görmek isteyenler için yüzü son bir kere açılır. Tam bu sırada bir...
EMOJİLE

Prof. Dr. Osman Özsoy’un haberi

Mehmet Akif’in naaşından mulaj alınmış

M. Akif’in tabutu mezara indirildikten sonra görmek isteyenler için yüzü son bir kere açılır. Tam bu sırada bir genç mezara atlar. Mezarda ne yaptığına gelince…

Bir şeyin bal mumu, alçı gibi bir madde ile kalıbını çıkarmak için yapılan işlemlerin bütününe ‘mülaj’ adı veriliyor.

Hatta Muğla Üniversitesi rektörlük binasında geçtiğimiz yıl kurulan Türkiye’nin ilk mulaj müzesinde, dünya genelinde yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserlerin bire bir ölçeğinde kopyası eserler sergileniyor.

M. Akif’le ilgili okumalarım sırasında, Türk Edebiyatı Dergisi’nin 1983 yılı Mart ayında çıkan ‘Mehmet Akif Özel Sayısı’nda yayınlanan Macit Bumin imzalı yazıda ilginç bir anekdota denk geldim.

Şu satırlar o yazıdan:

“Mehmed Akif’in tabut mezara indirildikten sonra görmek isteyenler için merhumun yüzü son bir kere açıldı. Tam bu sırada Güzel Sanatlar Akademisi”nden bir genç mezara atladı ve alçılı bir bezle merhumun o nazik yüzünün mülajını aldı. Ona müdahale edenler olduysa da genç heyecanlı tavrıyla: İlerde bir gün belki heykeli yapılırsa lazım olur dedi.”

Yukarıdaki satırları okurken aklınızdan; “Acaba Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi o kişi kimdi, Akif’in cesedinden aldığı mülajı nerede, nasıl muhafaza etti, yaptığı bir heykelde kullanmış olabilir mi?  türünden sorular geçti mi bilemem…

Ama bilinen bir gerçek var ki, M. Akif bu dünyadan mahzun göçmüştür.

Hastalığı sırasında ne ölçüde yeterli sağlık hizmeti aldığı bile tartışılabilir.

Mehmed Akif’in cenazesinin Beyazıt Camii’ne getirilişinden defnine kadar geçen işlemlere bakarsanız, dönemin yönetimi tarafından Milli Şairin nasıl görmezden gelindiğini fark edersiniz.

Nitekim dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, istanbul Valiliği’ne gösterdiği mesajda, cenazeye sahip çıkılmamasını, resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istedi.

Koca ülke sahip çıkamadı Milli Şairine…

Millet sevdalısı bir avuç gencin omuzlarında cenazesi taşındı ve kendisine son vazife yapıldı.

Boşa geçen koca yıl…

Dün M. Akif’in vefat yıldönümüydü.

2011 Mehmet Akif Yılı ilan edildi ama, tatmin edici etkinlikler yapıldığını söylemek mümkün değil.

Nihayetinde 2011 yılının çıkmasına 3 gün kaldığına göre, koca yıl verimli değerlendirilemeden geçip gitti diyebiliriz.

Örneğin Mısır Apartmanı müze yapılamadı, Akif’in hayatı filme aktarılamadı, okullarda Akif’i hak ettiği şekilde tanımaya matuf bilgilendirici etkinlikler yapılamadı.

M. Akif’le ilgili birkaç anekdot aktararak yazımızı sonlandıralım…

M. Akif, dönemin en gözde okullarından biri olan Mülkiye’yi tercih eder. Babasıyla birlikte kaydını yaptırmaya gider. Kayıt tamamlandıktan sonra kâtip kayıt harcı ister. Akif’in babası Tahir efendi, Âkif’i bir köşeye çeker, kesesini çıkarır ama istenen miktarda para yoktur. Tahir Efendi rehin bırakmak üzere gümüş saatini çıkarınca kâtip almaz ve kayıt harcını ertesi gün getirebileceklerini söyler.

Mülkiye’nin İ’dâdî bölümünde üç sene okuduktan sonra şehadetnâme (diploma) alır ve yüksek kısmına kaydolur.

Bir sene süre sonra (1888’de) babası vefat eder.Aynı yıl evleri yanınca Mülkiye’ye devam etmesi imkânsız hale gelir.

Mezunlarına hemen iş verileceği için o yıl açılan ve ilk sivil veteriner yüksek okulu olan Mülkiye’nin Baytar Mektebi’ne (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi) yatılı öğrenci olarak geçer.

Akif bakar ki, okulun tüm sosyal ve sportif aktivitelerinde gayri müslim öğrenciler hep en öndedir. Bu kanına dokunur.

Bir hocasının okul birinciliğini Ermeni bir öğrencinin alacağını ihtar etmesi üzerine, günlerce ders çalışır ve okulu birincilikle bitirir.

Yine bu okulda okurken Ermeni bir güreşçinin idman tutmak amacıyla güreştiği Müslüman bir öğrenciyi yüzünü, burnunu kanatacak ölçüde hırpalamasını onur meselesi yapar. Öğrencinin güreş bahanesiyle kasıtlı olarak bu işi yaptığını hisseder.

Yoksulluktan sıska ve çelimsiz Akif, Kıyıcı Osman Pehlivandan kısa sürede güreş öğrenir. Çatalca köylerinde yağlı güreş tutar. Ermeni güreşçiye kendisiyle güreşmeyi teklif eder. Rakibinin gücü karşısında Akif tekniğiyle bir kaç dakika içinde galip gelir.

Yüzücülükte de gayri Müslimlerin Türklerden daha iyi olduğunu görmesi üzerine, yüzücülük öğrenir.  Boğazı bir baştan bir başa yüzerek geçerek tüm dikkatleri üzerine çeker. Yine aynı okulda üzerine kimseyi almayan ve sırtında tutmayan ‘Doru’ isimli ata binmeyi başarır ve onu uysallaştırır.

Taş atma yarışlarına katılır ve birinci olur. Akif çok geçmeden hemen her alanda parmakla gösterilen en seçkin öğrencisi olur.

Şiire ilgisi de okulun son iki senesinde başlar. 22 Aralık 1893’te okuldan birincilikle mezun olur.

M. Akif bu ülkenin gençlerine rol model olarak anlatılmalıdır.

Sözün kısası; Tevazu, mahcubiyet, hüzün ve mahviyet. Akif genç yaşlarında da aynı bildiğiniz Akif’tir.

Mekanı cennet olsun.

Haber 7