“Cemaatler gençleri formatlıyor”

Yazarlar
Abdullah Güner’in röportajı Türkiye’de mizah-siyaset denilince ilk akla gelebilecek isimlerden birisi Ahmet Turan Alkan. Bir yandan sıkı eleştiriler yaparken diğer yandan okuyucunun y...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Türkiye’de mizah-siyaset denilince ilk akla gelebilecek isimlerden birisi Ahmet Turan Alkan. Bir yandan sıkı eleştiriler yaparken diğer yandan okuyucunun yüzünü gülümseten, güldürürken düşündüren ironik ve nüktedan bir yazar.

Üniversite yıllarında aktif siyasi hareketlerin içinde bulunan ve aynı zamanda yazarlığının ilk meyvelerini de o yıllarda vermeye başlayan Ahmet Turan Alkan’la “Türkiye’de gençliği ve genç olmayı” konuştuk.

Gençliğinizden başlamak istiyorum. Nasıl bir gençliğiniz vardı? Nerede geçti gençliğiniz?
 
Gençliğim, üniversiteye kadar doğup büyüdüğüm yerde, Sivas’ta geçti. Ondan önce tabii ki ufak tefek seyahatlerimiz olmuştu ama bütün dünya ve memleket görgüsü doğup büyüdüğüm yerde gördüklerimden ibaretti. Sonra üniversiteyle birlikte Ankara’ya gittik. Ankara’ya gider gitmez de ideolojik kamplaşmanın içinde yer aldık. Gençliğimizin en güzel yılları kavgayla, gerilimle geçti. Yani doğru dürüst gençliğin neşesini, lezzetlerini hissedemedik. Doğru dürüst gezemedik, doğru dürüst eğlenemedik.

"BİZİM GENÇLİĞİMİZ ÇOK ÖZENİLECEK BİR ŞEY DEĞİL!"

Neler yapıyordunuz üniversitedeyken?

Üniversiteye de devam edemedik işin fenası. İki yıl kadar, bir buçuk yıl kadar devam ettikten sonra o imkân da kalmadı. Devamlı işgal, boykot vesaire. Son iki yılda çalışmaya başladım. Bir mahalli gazetede çalışmaya başladım ve daha da çok okuyorduk. Okumak beni biraz aktif çatışmalardan kurtardı. Olup biteni daha iyi değerlendirmek fırsatı verdi. Tabii şansım da yardım etti, Cenab-ı Allah lütfetti. Çok parlak, hasretle yâd edilecek bir dönem değil. Allah’ın verdiğine şüphesiz hamd ediyorum, onun lütfudur ama bizden sonraki, hele hele şimdiki gençlerin geçirdiği "gençlik eyyamı"na göre bizimkisi çok da özenilecek bir şey değil.

Şimdikiler daha iyi tabii, çok daha rahatlar. Ancak her gençlik kuşağı kendi hikâyesini yaşar. Hangi gence sorsan kendine göre sıkıntıları vardır. Zamanın ona getirdiği problemler vardır. Kurumlaşmış problemler vardır, haksızlıklar vardır. Ben genel hatlarıyla dış şartlardan bahsediyorum. Yani kavga ve gerilim. Mesela şu yolda gidiyorsunuz ve gelecek sokakta bir yerden kurşun atılma ihtimali var. Böyle yaşamaktan bahsediyorum. O açıdan bizim gençliğimiz çok özenilecek bir şey değil!

Türkiye’deki eğitim kalitesini nasıl buluyorsunuz? Türkiye’de eğitimin niteliğini ve niceliğini iyileştirmek için neler yapılmalıdır?

Türkiye’de eğitimin kalitesi artıyor. Eğer geçmiş son 10 yıla, 20 yıla, 50 yıla bakarak konuşacak olursak eğitimin kalitesinin arttığını söylemeliyiz. Türkiye’de her gün 17, 18 milyon insan eğitim için sabah evinden dışarı çıkıyor. Ve bunlara cevap veren bir eğitim sistemi var. Bu sistem tabii ki mükemmel değil, ama karşıdan görüldüğü kadar kötü de değil. Bu, bir defa çok devasa bir iş. Mesela benim şikayet ettiğim bir şey eğitimde temel yaklaşımların sık sık değişmesidir, reform, iyileştirme adı altında.

"EN ANLAMLI TACİR AKADEMİK ÜNVANDIR"

Bununla ilgili bir yazınız vardı, “Türkiye’de bilim adamları yönetici olmak istiyor” diye. Bunun üzerine nasıl bir tepki aldınız akademik çevrelerden?

Hiçbir tepki almadım. Çünkü söyleyecekleri hiçbir şey yoktu. Olumlu, olumsuz bir tepki gelmedi. Tepki gelmesini de beklemiyordum zaten. Çünkü içinden geldiğim bir ortamı yazıyorum ve haklı tespitlerde bulunduğumu zannediyorum. Kendimi de işin dışına çıkarıyor filan değilim. İçinde yaşadığım bir şeyi anlatıyorum. Bu üstelik insan tabiatına da uygundur. İnsan tabiatı hükmetmek, yönetmek ister; güçlü olmak, önemli olmak ister. Bilim adamlığı bunun haricinde başka bir tabiattır. Benim meslektaşlarımı eleştirdiğim yön, bilim adamlığının ne olduğunu kavramakta gösterdikleri yavaşlıktır. Yani bilimi şöyle düşünüyorlar: Profesör olmak için lazım gelen eziyet veyahut bir lüzumlu faaliyet. Yani olduktan sonra artık bırakabilirsin. Devam da ettirebilirsin ama en anlamlı tacir akademik unvandır. Hayır, bu öyle bir şey değildir.

Bilim adamlığı bir hayat tarzıdır, meselelere bakış biçimidir. Bilmek için yaşamaktır, doğru için yaşamaktır, merak etmek için yaşamaktır, meraklarına doğru şekilde cevap bulmak için metod aramaktır. Bilim adamı, bütün dikkatlerini ve enerjisini buna sarf eder. Bunun haricinde yönetici pozisyonlar onun dikkatini bile çekmez. Bunun için eleştiriyorum. Aslında kimsenin yönetici olmasında bir mahsur görmüyorum. Elbette yöneticilik yapabilirler ama asıl mesleğini ihmal ediyorsun, daha doğrusu onu bir şekilde harcamış oluyorsun. Tabii ki bu esnada bir de maaşımız az yetmiyor filan, bunlar benim çok kızdığım şeylerdir. Maaşın azsa git halde limon sat, veya git bir holdinge gir, genel müdür ol, zengin ol. Veya git bir bankerin kızını al, zengin ol. Bilimle ne işin var senin? Bilimle uğraşıyorsan artık parayı düşünme! Çünkü bilmek zevki insanda dünyanın büyük nimetlerinin verdiği zevklerle yarışacak bir haz da vardır. Bundan haberleri olmadıkları için bunları eleştirmiştim. Kim bunu kendi adına üstlenip de ‘hayır sen yanlış düşünüyorsun, ben öyle bir şey yapmadım’ diyebilir. Zaten bu cevabı olmayan bir eleştiriydi.

"GENÇLER BUGÜN DAHA YIRTICI OLMAK, DAHA NİTELİKLERLE DONANMAK ZORUNDA!"

Türkiye’nin geleceğine yön verecek insanlar bu gün üniversite okuyan gençler. Türkiye’de geleceğe yön verecek gençlerin durumunu nasıl gözlemliyorsunuz?

Üniversite öğretimi bir çerçevedir, bunun içine siz resmi yapıp koyarsınız. Üniversite eğitimine güvenerek insan iş kurmaz, veyahut kendi niteliklerini pazarlamaz. Yani iş aramak manasında söylüyorum. Bu bir çerçevedir veya bir metot gösterir size, siz bunun üstüne bir şeyler koyarsınız. Senin bir üniversiteyi bitirmiş olman sana iş kapıları açmıyor, üstüne ne koyacağın önemli. Dolayısıyla üniversite mezunu sayısının da artması bu alanda, yani gençler arasında ister istemez bir mesleki rekabet veyahut kabiliyet rekabeti, iş yapabilirlik rekabeti yönünde bir yarışmaya yol açacak. Ben bunun olumlu bir şey olduğu kanaatindeyim. Yani bir açıdan zalimanedir ama Türkiye 1950’li yılların Türkiye’si değil. Yani lise mezunlarını direkt yedek subay veya memur yapmıyorlar. Bugün daha yırtıcı olmak, daha çok niteliklerle donanmak zorundasın. Bu da toplam kaliteyi artıran bir şeydir diye geliyor bana.

Türkiye’de geçmişteki aktif gençlik hareketleri vardı. Zamanla bu hareketler söndü, kendi içine çekildi ya da sona erdi. Bugünkü gençlik hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İdeolojik gerilim manasındaki gençlik hareketleri büyük bir ivme kaybetti 12 Eylül 1980’den sonra. Ben bundan şikayetçi değilim. Her zaman olduğu gibi gençlik bugün de yarın da tabiatına uygun şeyler yapacaktır. Nedir? Gençler heyecanlıdır, fazla tartmadan, fazla bilgi sahibi olmadan heyecanlarının şevkiyle davranırlar, hata yaparlar. Bunlar bugün de oluyor ama dünkü kadar kanlı değil, dünkü kadar genlere kadar işlemiş bir nefretin dışa vurumu söz konusu olmuyor.

Sanki politika bir kenara koyulmuş gibi bu yeni yapılan çalışmalarda… Ya dini içerikli çalışmalar oluyor ya da sosyal içerikli çalışmalar oluyor.

Politikayla ilgilenenler de var, ancak tabii dini cemaatler gençleri daha çok etki altına almak için özel olarak kendilerini tasarlıyorlar. Bu da çok tabii bir şey. Çünkü herkes kendi geleceğini kurmak istiyor, gençler üzerinde özellikle çalışıyor. Burslar, barınma, yurt imkanları, kredi imkanları filan…

"GENÇLER TERCİH YAPMA NOKTASINDA HÜR BIRAKILSINLAR!"

Genel olarak cemaatlerin gençler için yaptıkları çalışmaları nasıl buluyorsunuz?

Bunlar sivil toplum faaliyetleridir. Yani benim bakış açım bu. Ben dinin güzel ahlak olduğuna inanan bir insanım, veya üç aşağı beş yukarı herkes böyle kabul eder. Buna benim olumsuz bakmam mümkün değil. Ancak şöyle bir durum var: Ben isterim ki gençler doğruyu yanlıştan ayıracak kadar bilgilendirildikten sonra tercih yapma noktasında hür bırakılsınlar. Bir insana eğitim vermek başka bir şeydir, o insanı formatlamak başka bir şeydir. Ben eğitime inanıyorum ama formatlamak doğru bir şey değildir. Din adına da olsa, başka bir şey adına da olsa Cenab-ı Allah bize iman teklif ediyor, yani Cenab-ı Hak bize bir hareket imkânı, bir hürriyet imkânı veriyor. Cenab-ı Hakk’ın bize verdiği şeyi insan, insandan esirgememeli. İnsana güveneceksiniz, çünkü neticede Cenab-ı Hak insana güveniyor. İyiyi kötüden ayıracağı konusunda insana güven gösteriyor. Bizim için kitap indiriyor, bizim için hayatı yarattı, bizi yarattı. Biz de onun güvenini boşa çıkarmamak, ona layık olmak için çabalıyoruz. Burada bir güven durumu ve hürriyet ortamı var. Bunu insanlar birbirinden esirgememeli.

Aileler ve gençler burada nasıl bir çerçeve çizmeli kendilerine?

Aile de aynı şekilde davranmalı, gençlerin nihai kararlarında onlara baskı yapmamalı, onlara bütün ihtimalleri görecek ortam sağlanmalı. Mesela sadece iyiliğe şartlandırılmış bir insanın iyilikten başka bir şey talim etmemiş bir insanın faziletinden bahsedebilir misiniz? Hiç kötülükle karşılaşmamış… Yani insanlarda iyiliği değerli kılan şey kötülüğe tercih edilmesidir. Mesela helali helal yapan şey, haram diye bir şeyin varlığıdır. Hiç haramın farkına varmadan helalin bir anlamı kalmaz, onu anlatmak istiyorum. Gençlerimize güvenelim, onlara vereceğimiz eğitim de nihai tahlilde onlara hürriyet imkanlarını hatırlatmaktır. Bak senin böyle bir açığın var, senin böyle bir lense ihtiyacın var. 50’ye 35 mi, bununla şöyle mesafeden böyle fotoğraf çekersin. Eğitim budur. Hangi kareyi seçeceğine fotoğrafçı karar verir. Ona da hangi fotoğrafı çekeceğini söylememeli. Çünkü onun sorumluluğunu zaten o çekecek, iyi fotoğraf çekti, kötü fotoğraf çekti bunun hesabını o verecek. Ona müdahale etme, ihtimali hatırlat ve sus.

"ÜNİVERSİTELERDE AHLAK EĞİTİMİ YAPMIYORUZ"

Kemal Sayar bir gazeteye verdiği mülakatta “yeni kuşak gençliğe test ve tost dışında bir seçenek sunmadık” diye bir eleştiri getirdi. Siz bu eleştiri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Böyle değerlendirmeler yüzde yüz doğru ve yanlış değildir. Mesela bunun dışında kalan çok aklı başında insanlar, çok aklı başında gençler var. Ben şimdiki gençliğin bizden daha donanımlı yetiştiğini zannediyorum, görüyorum. Test sistemi kendi başına o kadar da berbat bir sistem değil. Testin üzerine ne koyacağımız hep önemlidir. Biz hep zannediyoruz ki iyi üniversiteler kurarsak iş bitecek. Hayır. Üniversitelerde ahlak eğitimi yapmıyoruz. Toplumun öncelikli meselesi ahlak meselesidir. Kalkınma meselesi değil, eğitim meselesi değil. Dinlerin nihai maksadı ahlaklı insanlardır. Dolayısıyla gençlerimize ne veriyoruz? Az bir şey veriyoruz. Bunlar politikayla ilgilenmiyorlar, okumuyorlar vs. gibi yakınmalara müsaade ederseniz ben iştirak etmeyeyim. Ben kendi kuşağımdan şimdiki gençleri daha donanımlı görüyorum. Daha fazla avantajlı görüyorum. Daha çok dünyaya açık görüyorum. Daha çok şey okuma imkânlarının olduğunu görüyorum, okuduklarını da zannediyorum. Bir defa biz gençliğimizde Türkiye’de çıkan her kitabı bilirdik, azdı çünkü. Biz okuyorduk filan ama, ben üniversiteye girdiğim sene 100 bin kişi imtihana girdi, 40 bin kişi de üniversiteyi kazandı. Öyle bir Türkiye’nin gençliğiyiz biz. Şimdiki gençliği ben nasıl eleştiririm. Çatır çatır aslanlar gibi 2.5 milyon adayın arasından müthiş bir rekabetle didinerek geliyorlar. Evet, biraz lüzumsuz şeyler de öğreniyor olabilirler, olsun. Yani en azından rekabet etmeyi öğreniyorlar, ders çalışmayı öğreniyorlar. Şimdiki gençler benim kuşağıma göre daha çalışkan. Daha sorumluluk sahibi.  

Bu gençler geleceği nasıl inşa ederler? Geleceğin genci nasıl bir perspektiften dünyaya bakacak?

Ben gelecek için ümitliyim. ‘Ah, bunlara mı kaldık!? Eyvah, yandık, bittik!’ diye kötümser davranmadım, kötümser olmadım. Hep iyimser oldum. Ben bu işi gençlerle kaim görmüyorum. Büyük eğilimler önemlidir. Türkiye’nin umumi gidişatı iyi, Türkiye büyük yanlış yapmıyor; fakat büyük trendler, mesela büyük bir ekonomik kriz, Allah korusun büyük bir savaş dalgası, büyük bir tabii afet bu trendi tersyüz edebilir. Bu şartlar devam ettiği sürece bizi iyi günler bekliyor diye düşünüyorum. Gaybı da Allah bilir, o kadar çok gelecek için tasalanan takımından değilim ben.

"BUNLAR ARTİSTLİK!"

18 yaşının seçilme yaşı olması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bunlar artistlik. 18 yaşındaki adama sen kızını verir misin? Ey politikacı sen 18 yaşında kızının arkadaşı kızını istese verir misin? Evet, bu adam biyolojik açıdan, psikolojik açıdan bu işe ehildir, tamam ama sen kızını verir misin? Hayır vermezsin. Daha gençsin, dersin. Ama oy verme çok tayin edici bir eylem değil. Biz oy hakkı vermekle onları biraz mahsustan onore etmiş oluyoruz. Bence 21 yaş ile 18 yaş arasında çok büyük fark yok. Yani bunu uzun uzun tartışmanın anlamı yok diye düşünüyorum.

Eski 12 Eylül veya daha önceki dönem gençliğine göre şimdikiler daha iyi dediniz. Ancak ideolojinin biraz da insanları daha aktif hale getirdiğini, en azından bazı noktalarda tek taraflı da olsa okumaya yönelttiğini söyleyebilir miyiz? Yani okuma noktasında Marksist’se Marksist ideolojiye göre okuma yaptığını ya da farklı bir ideolojiye gönül vermişse o yönde okuma yaptığını söyleyemez miyiz?

Hayır, buna iştirak etmiyorum. Böyle okuyan arkadaşlar hep tek yönlü okurlardı ve onlar neticede dünün gençleri de bugün aynı şeyi söylüyorlar. Aynı şeyi tekrar ediyorlar. Aramızda fikir çeşitliliğine ve fikir terkibine vasıl olabilenler de çıktı fakat onlar zaten çıkacaktı. Yani bunlar vaktiyle ideolojik bir kampta olduklarından dolayı bu noktaya gelmiş değiller. Zaten bu işe ehil ve elverişli kişilerdi. İdeolojik düşünce birtakım olguları, kuramları, teorileri kavramak için elverişli bir merak etme biçimidir veya peşin cevaplama biçimidir; fakat ideolojilerin cazibesi şudur: İnsanı o noktada uyuşturur ve diğer sorulara geçmenizi engeller. A şıkkı doğruymuş, gerisini okumayayım dersiniz. 

"İDEOLOJİLER GENÇLERİ UYUŞTURUR!"

Son olarak ‘ideolojiye’ dönmek istiyorum tekrar. Bugün belli bir ideoloji yok mu? Bugün Ak Parti de liberal bir politika çerçevesinde bizi yönetmiyor mu? Bunun eğitime, hayata yansıyan etkisini de görüyoruz.

Hükümeti liberal olarak nitelemek yanlış bir varsayım. Hükümet kolaj yapıyor, aslında yapması gerekeni yapıyor. Hayat bize soru sorar, biz buna cevap verirken çeşitli kaynaklardan istifade ederiz. Liberalizm bunlardan bir tanesi. Marksizmin bile bir ideoloji olarak cevap bulmakta işe yaradığı yerler vardır. Yani bu külliyen batıl, yalan bir şey değil. Kapitalizmin de keza, yani diğer izmlerin de, diğer ideolojilerin de… Önemli olan doğrunun nerede olduğunu fark edip onu kullanabilmek, onu tasarruf edebilmek. İdeolojik katı tutumu ayıklıyoruz biz, ideolojinin kendisini ayıklamıyoruz. İdeolojiler genellikle insanları birinci şıkta katılaştırır, özellikle gençleri, uyuşturur, teshir eder. O etkisi kötüdür. Diğer seçenekleri unutturduğu zaman gence bir hayrı dokunmuyor, onu sadece bir asker yapıyor.

Böyle kötü sonuçlara yol açmayacak kanallar açılsa ya da inşa edilse…

Üniversitelerde zaten bunu yapıyoruz. Siyaset bilimleri dersinde izmleri öğretiyoruz. Öğrenciye de diyoruz ki ‘bakın böyle bir koleksiyon var’. Eğitimden maksat budur. Yani bütün seçenekleri göstermek ve varlığını hatırlatmaktır. Türkiye bunun kötü örneklerini yaşadı, şimdi eskiye göre durum çok daha iyidir bana göre.

 On5yirmi5.com