Mustafa Miyasoğlu ‘Üstad’ı böyle anlatmıştı

Yazarlar
Ünlü romancı, şair ve yazar Mustafa Miyasoğlu dün Hakkın rahmetine kavuştu. Miyasoğlu, 7 yıl önce içinden “üstad” geçen anılarını anlatmıştı. İşte 7 yıldan beri arşivlerde duran ve ya...
EMOJİLE

Ünlü romancı, şair ve yazar Mustafa Miyasoğlu dün Hakkın rahmetine kavuştu. Miyasoğlu, 7 yıl önce içinden “üstad” geçen anılarını anlatmıştı. İşte 7 yıldan beri arşivlerde duran ve yayınlanması bugüne nasip olan o röportaj… “Üstada armağan kitabını yazan Yazar Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazılı anlatıyor:

KAYSERİ’DE ÜÇ SAAT ÜSTAD’I AYAKTA DİNLEDİM

Efendim, Üstad Necip Fazıl ile ne zaman, nerede ve nasıl tanıştınız?

Aslında Üstad’ı 6 ay öncesine kadar yayınladığı Büyük Doğu’lardan tanıyordum. Sonra 1965’te Büyük Doğu Fikir Klübü’nün açılışı vesilesiyle Kayseri’ye geldi. Yarısı yazlık, yarısı kışlık bir çay bahçesinde “Dünya Görüşümüz” adlı bir konferans verdi. Orada üç saat Üstad’ı ayakta dinledim. Üstad; ilk defa Amerika ve Rusya’ya aynı anda karşı çıkan, Türkiye’nin sisteminin bu iki süper güç arasında sıkıştığını fark eden, kurtuluş için bunların ikisinin de çare olmadığını, İslam medeniyeti’ni savunan bir mütefekkirdi.

HEPİMİZİN HAMURUNDA MAYASI VARDI

Bir konuşmanızda, “Üstad’ın hepimizin hamurunda mayası var” demiştiniz. Üstad, Anadolu Gençliği’ne bu mayayı nasıl çaldı?

Dergi çıkartmak ve kitap yazmakla yetinmeyen Üstad 1963 yılında İstanbul’dan başlayarak Anadolu’da konferanslar vermeye başladı. 1978’e kadar 15 yıllık konferanslarıyla eserlerini de yazdı. Bu arada Anadolu’daki gençlikten aldığı heyecan ve ilhamla gerçekten hepimizin hamurunda belli mayası oldu. Anadolu insanının safiyeti ve samimiyeti, “Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu’nun” mısraıyla eserlerinde ifadesini buldu. 

ÜSTAD, HER KONFERANSINA ELİNDE HAZIR METİNLE ÇIKARDI

Üstad, konferans verirken neler yapardı?

Üstad, her konferansına mutlaka elinde önceden hazırlanmış metinle çıkardı. İster 500 kişiye hitap etsin, ister 10 bin kişiye, mutlaka oturarak konuşurdu. Masasında mutlaka kahvesi ve sigara paketi bulunurdu. Dinleyicilerden izin alarak sigarasını kibritle yakar, bazen de konferans verirken aklına yeni bir şey gelince önce onu not alır, sonra da kalabalığa anlatırdı. 

Mesela ne sigarası içerdi?

Yeni Harman, Bahar, bazen de Gelincik sigarası içerdi. Üstad’ı filtreli sigaralara alıştırmamız zor oldu. 

ÜSTAD, DAHİ OLDUĞUNU BİLEN BİR İNSANDI

Üstad bir gün “Dahiler geç ölür” demiş. Bunu size nerede ve nasıl söyledi? 

1975 yılında Çınaraltı’nda oturuyorduk. Üstad, dahi olduğunu bilen bir insandı. Hem çay içiyor hem de sohbet ediyorduk. “O öldü, bu öldü” derken Üstad; “Dahiler geç ölür” dedi.. Bunu böyle açıkça söyleyen insan çok azdır. Ben bunu Üstad’ın yüksek sesle söylediğini duydum. Bir başkası söylese gülersiniz, fakat Üstad söyleyince bir başka oluyordu. 

CEZAEVİNE GİRMEMEK İÇİN RAPOR ALMAK ÜSTAD’IN HAYSİYETİNE DOKUNUYORDU

Prof. Dr. Ayhan Songar, Üstad vefat edince, “O da kurtuldu biz de” demiş. Halbuki Songar, Üstad’ı, O da Songar’ı severdi. Songar acaba bunu niye söyledi?

Songar’ın Üstad’ı, Üstad’ın da Songar’ı sevdiği doğru. Ancak Vahdettin davasından Üstad hakkında verilen mahkumiyet kararı kesinleşmişti. Üstad 81 yaşındaydı. Cezaevine girmemesi gerekiyordu. Songar da adli tıp raporlarıyla Üstad’ı cezaevinden kurtarmaya çalışıyordu. Cezaevi’nden girmemek için rapor almak, Üstad’ın haysiyetine dokunuyordu. Songar da rapor hazırlamaktan, adli tıptaki heyetle uğraşmaktan bıkmıştı. 

Üstad’ın vefatından sonra birgün Songar’la sohbet ederken dedi ki: “Yahu Mustafa bey, Üstad ölünce önce kendisi kurtuldu sonra da biz kurtulduk”. Enver Durmuş da bunun şahididir. Çünkü Songar, Kenan Evren’e Üstad’ın dünya çapında bir mütefekkir olduğunu, İslam alemi tarafından da çok sevildiğini, hapsedilirse hapiste ölebileceğini, bu ölümün Evren ve arkadaşları için büyük bir ayıp olacağını, İslam alemi’nde ve Avrupa’da büyük itibar kaybedeceklerini söylemiş. Evren de “Öyle mi Ayhan?” demiş, önce Üstad hakkındaki mahkumiyet kararını arkadaşlarının etkisiyle imzalamış, sonra da haber göndermiş; ‘Ayhan bir formül bulsun, Necip Fazıl’ı hapse girmekten kurtarsın” 

KAPISINDAKİ YAZIYI SAVUNDUĞU MAHKEME

Üstad’ın mahkeme kapısını göstererek içeri girmeden orada beraat ettiği duruşmayı anlatır mısınız? 

Üstad, kanunları çok iyi biliyordu. Adalet sisteminde de sanığın mahkeme heyetinden yerinde tesbit isteme hakkı varmış. İslam harflerini savunmaktan yargılandığı Sirkeci Postane binası adliye binasıydı. O duruşmada Üstad iddianameyi dinledikten sonra savunmak için söz almış ve mahkeme heyetini yerinde tesbit için mahkeme binasının giriş kapısı önüne davet etmiş. Bu sırada mahkemenin kapısı üzerindeki İslam harfleriyle kitabeyi göstermiş, muhabirler de fotoğraflarını çekmiş. 

Mahkeme heyetine demiş ki “Sizler kapısında bulunan bu yazıları övdüğüm için beni bu mahkemede mahkum edemezsiniz. Şimdi burada, bu kapının önünde, içeri girmeden beraatimi talep ediyorum” Hakim, “Yaz kızım, oy birliğiyle sanığın beraatine karar verildi” demiş. Üstad içeri girmemiş, mahkeme orada bitmiş. 

BU KADAR YANILMIŞSAM, İNTİHAR MI EDEYİM?

Üstad’ın Büyük Doğu’yu çıkarma teklifini niçin kabul etmediniz?

1975’te “Yeni Sanat” dergisini çıkarırken Üstad’ı ziyarete gittim. Bana: “Büyük Doğu’yu çıkaracak birine ihtiyaç var. Bu işi yapacak adam; efsanevi kahraman Samson gibi olacak Yani bu adamın karizması, kültürü, bilgisi, kalemi kuvvetli olacak, sanat ve estetikten anlayacak” dedi. 

Baktım ki Üstad kendini tarif ediyor. “Biz de böyle bir adam yok. Mesela ben Büyük Doğu’yu çıkartamam. Çıkartsam da size beğendiremem” dedim. Üstad “Yaparsın, yaparsın” diyordu ama, nasıl yapacağımızı söylemiyordu. Biraz daha eleştiri yapınca Üstad: “Bu tür tenkidleri ancak senin gibi Kayserililer yapabilir. Onun için seni seviyorum” dedi. O zaman “Üstad, bizim Kayserililer hakkında da yanılıyorsunuz. Biz de bu gençliğin bir parçasıyız. Gençliğe Hitabe’nizde anlattığınız gençlik maalesef yok ‘Haydi, yürüyün’ deseniz bir otobüsü dolduracak adam bulamazsınız” dedim.

Bunu duyan Üstad çok üzüldü ve “Bu kadar yanılmışsam, ne yapayım? İntihar mı edeyim?” dedi. “Hayır, Üstad, intihar etmeyin, ne isterseniz yaparım” dedim. Sonra da askerliği bahane ettim. Üçbuçuk aylık kısa dönem askerliğim var. Nisan da konuşuyoruz, Haziran’da askere gideceğimi söyledim. Üstad, “Zaten Büyük Doğu’da Eylül’den önce çıkmaz” dedi. Ben askerdeyken bir ay kadar Zübeyir Yetik’i çalıştırmış. Zübeyir Yetik burhan geçirmiş, dayanamamış, kaçmış. Sonra bir ay da Mustafa Yazgan’ı çalıştırmış. O da kaçmış.

NESİL DEĞİŞMİŞ, ÜSTAD’IN OKUYUCUSU KALMAMIŞTI

Bu arada Büyük Doğu çıkıyor mu?

Hayır, dergi çıkmıyor. Ön hazırlık yaptırıyor. Yani Üstad editörlük yaptırmak istiyor. Mustafa Yazgan abi de editörlüğü “Harflerin üstüne şapka koymak” yani “musahhihlik” olarak anlıyor. Askerden dönünce tekrar ziyaretine gittim. Üstad “Büyük Doğu neden çıkamaz?” diye bir yazı yazmış, “Bak bakalım nasıl olmuş” diye bana gösterdi. Aslında Üstad’ın okuyucusu da kalmamıştı, yazarı da yoktu. Yani Üstad hakikaten zaman ve mekanın üstünde bir adamdı. Ve bu hali bizim için hem bir şanstır hem şanssızlık. 

Üstad’ın istediği evsafta ressam bulunamıyordu. Büyük Doğu’ların kapak tasarımını kendisi yaptırıyordu. Önceleri Abidin Dino, sonra Gürbüz Azak, yakın zamanda Yalçın Turgut ve oğlu Mehmet Kısakürek de kapak yapıyordu ama, hepsinin tasarımını Üstad tarif ediyordu. Nasıl yazdığı tiyatro eserleri oynanırken oyunculara müdahale ediyorsa, Güzel Sanatlar Akademisi mezunu olan oğluna bile dergi ve kitap kapaklarını yaptırırken müdahale ediyordu. Şiirde, romanda, hikayede kısaca edebiyatın her alanında büyük bir deha ve sanat estetiğine sahipti Üstad. 

CUMHURİYET MUHABİRİ MİYASE İLKNUR’UN İTİRAFI: BEN ALEVİYİM. HAZRETİ ALİ BİYOGRAFİSİNİ EN GÜZEL NECİP FAZIL YAZMIŞ

Bir konuşmanızda da Üstad’ın ilklere imza attığını söylemiştiniz. Nedir bu ilkler?

Mesela Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han ilktir. Vahidettin’i ilk kaleme alan Üstaddır. Hatta ondan mahkum oldu. Maalesef Türkiye’de felsefeciler, edebiyatçılar, tarihçiler ve ilahiyatçılar Üstad’ın eserlerini örnek aldılar ama Üstad’ın hakkını teslim etmediler. Cumhuriyet’in hem de Alevi muhabiri Miyase İlknur, iki sene önce Üstad’ın “Hz. Ali” adlı eserini görmüş. Sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde bir hafta boyunca Üstad hakkında “Türkiye’de sağın ve solun mürşidi Necip Fazıl” diye yazı yazdı. Ben Miyase İlknur’a telefon edip sordum. “Cumhuriyet Gazetesi Necip Fazıl’a muhalif bir gazetedir. Seni Necip Fazıl ile ilgili yazı dizisi hazırlamaya sevk eden sebep nedir?”

Miyase İlknur ne cevap verdi?

“Ben Aleviyim. Hz. Ali (r.a.) ile ilgili kitaplar ararken Necip Fazıl’ın kitabını buldum. O Sünni olmasına rağmen Hz. Ali ile ilgili en güzel monografiyi o yazmış” dedi. “Çöle İnen Nur” yazılıncaya kadar Türkiye’de yüzlerce sene Siyer kitabı yazılamamıştı. “Ulu Hakan Abdülhamit Han” a kadar o hep “Kızıl Sultan”, Vahdettin kitabı yazılıncaya kadar Vahdettin “Vatan Haini” biliniyordu. 

Üstad’ın bütün bunlardan daha önemli bir eseri var. “İdeolocya Örgüsü” Üstad’ın bu eserini unutturmaya çalışıyorlar. Anma günleri düzenleyenler de, Üstad’dan bahsedenler de Üstad’ı şairlerden bir şair, kısa pantalonlu çocukluk resmini göstererek. Prens Necip Fazıl, at meraklısı Necip Fazıl. Böyle tuhaf hatıralar anlatarak Necip Fazıl’ın asıl vasfını unutturuyorlar. 

İŞTE ÜSTAD’IN UNUTTURULMAK İSTENEN ÖZELLİKLERİ

Üstad’ın unutturulmak istenen özellikleri nelerdir?

Üstad, vahye dayalı son dinin (İslam) değişmez kitabının (Kur’an) ilhamıyla ehli sünnet yolunda İslâm düşüncesini İslâm kültürünü ve yaşayışını bir hayat ve medeniyet telakkisi olarak ortaya koyup, aydınlanma düşüncesine, pozitivizme, sosyalizme ve ateizme kökten karşı çıkışını, eleştirisini unutturmaya çalışıyorlar. Olay budur. 

Bakınız, devlet Nazım Hikmet’i vatandaşlığa almadan aldı kullandı. Türkiye’de “Kazanova Nazım”, “Hovarda Nazım” seviyesine kadar indi. Ahlaksızlığa bile alet ettiler. Ve dünya sistemine karşı olduğunu sisteme entegre ettiler. Ama Necip Fazıl’ı entegre edemeyecekleri için derin devletle ilgili insanlar, resmi kurumlar, kişiler, belediyeler, şunlar, bunlar yeteri kadar Necip Fazıl’a bu yüzden sahip çıkamıyorlar. Çünkü Necip Fazıl samimi olarak kendisine gelene her şeyini verir, onun bu davranışının temelinde de İslâm kültürü ve ahlakı, hayat ve medeniyet telakkisidir. Bu olmayınca Necip Fazıl’ın da bir önemi yok, bizim de bir önemimiz yok.

ERBAKAN HOCA ÜSTAD’IN KENDİSİ ALEYHİNE SES KASETİNİ DUYUNCA KADİR MISIROĞLU’NA NE DEDİ? 

Yılmaz Yalçıner, Üstad’ın söylediklerini bir kasete kaydetmiş. Kadir Mısıroğlu da Yılmaz Yalçıner’in kaydettiği kaseti Erbakan Hoca’ya dinletmek istemiş. O olayı anlatır mısınız?

Önce şunu belirteyim. Erbakan Hoca Odalar Birliği Başkanı iken okul arkadaşı Süleyman Demirel onu görevinden polis zoruyla aldırmıştı. Üstad, Erbakan Hoca’nın ağzından Odalar Birliği olayını Büyük Doğu’ya kapak yapmıştı. O yazıyı bulup,yayınlamanızı isterim. Öyle ilginç şeyler var ki, mesela devrin komünistlerine Odalar Birliği bütçesinden “Komünizmle mücadele ettikleri için yardım yapılıyormuş. Gelelim Kadir Mısıroğlu’nun Erbakan’a dinletmek istediği Üstad’ın ses kaseti olayına. 

Mısıroğlu’nun bana anlattığı şekilde aktarıyorum. Yılmaz Yalçıner’in kaydettiği kaseti Kadir Bey MSP Genel İdare Kurulu’na götürmüş. Toplantıdan sonra elinde küçük bir teyp, “Hocam bir sürprizim var. Onu size dinletmek istiyorum” demiş. Erbakan Hoca eliyle teybin üstünü kapatıyor. Ve “Nedir bu sürpriz dediğiniz?” diye soruyor. Mısıroğlu: “Hocam dinlerseniz, hoş olur, söylersem sürprizin anlamı kalmaz.” Erbakan Hoca ısrar edince, Kadir Bey diyor ki: “Bu kaset, Üstad’ın sizin hakkınızdaki kanaatleri” Daha kasetteki sesin mahiyetini dinlemeden Erbakan Hoca diyor ki: “Üstad Necip Fazıl bir deryadır. Bizim üstadımızdır. O bizim için ne söylerse söylesin, biz ondan alınmayız, gücenmeyiz. Derya pislik tutmaz. Onu kaldırın, götürün. Dinlemeyin ve kimseye de dinletmeyin”

BU OLAY MISIROĞLU İLE SINIRLI DEĞİL

Bu olay Mısıroğlu ile sınırlı mı?

Hayır, o günlerde bir grup Maveracı arkadaşımız da Üstad’ın Millî Selamet Camiası üzerindeki ağırlığına göz diktiler. Erbakan Hoca ile Üstad arasındaki anlaşmazlığı yatıştırmak yerine Üstadı tahrik ettiler. Kimisi taraftar olarak, kimisi de karşı olarak. Bu insanlar Erbakan’la Üstad kapışsınlar diye sanki el oğuşturdular. Kimisi de abilere ve Üstadlara karşı oduğundan böyle yaptı.

RASİM ÖZDENÖREN HALA ÜSTAD İÇİN “BATICI, JAKOBENDİR” DİYOR

İsim verebilir misiniz?

Mesela Rasim bey (Özdenören) bunun sorumlusudur. Hala Necip Fazıl’ın 1973-1983 arasında yazdığı İslami eserlere hiç bakmadan “Necip Fazıl Batıcıdır. Jakobendir” diyor. Necip Fazıl, vasiyetini yazdıktan sonra eserleriyle kendisi üzerindeki tashih çabasını, Hacca gidip geldikten sonra Üstad’ın bir “İslam Mütefekkiri” gibi hareket ettiğini hiç dikkate almıyor. Kadir Mısıroğlu, O’nu “Tarihçi” saymıyor. Bir sürü ilahiyatçı ilmihal “İman ve İslam Atlası” yazdığı halde O’nu “İslam’ın cahili” sayıyor. Felsefecilerin “Tanrı Kulu’ndan Dinlediklerim” ve “İdeolocya Örgüsü”nü felsefi metin saymadıkları gibi. Yani Türkiye’de el birliğiyle, dostu-düşmanı sanki Necip Fazıl’ı unutturmaya çalışıyorlar. 

NİYAZİ ÖZDEMİR’İN “ÜSTAD HAL İLMİNE SAHİP DEĞİLDİ” FİKRİNE KATILMIYORUM

Niyazi Özdemir Bey’le de konuştuk. Üstad için “Hal ilmine sahip değildi. Ancak kal ilminde büyük hizmetler verdi. Üstad’ın eserlerinde değil hurafe, hurafeye açık kapı bulamazsınız” dedi. Özdemir’in bu düşüncelerine siz de katılıyor musunuz?

Üstad’ın eserlerinde hurafeye açık kapı olmadığı, hatta bidatlere karşı olduğu, kal ilmine hizmet ettiği doğrudur. Ancak Özdemir’in “Üstad, hal ilmine sahip değildi” fikrine katılmıyorum. Bunu söylemek zordur. Çünkü Üstad’ın 24 saatine vakıf değiliz. Özellikle Hacca gidip geldikten sonra Üstad’ın, bütün eksikliklerini tamamlamak, bütün borçlarını ödemek için çok ciddi bir gayret sarf ettiğini biliyoruz. Mesela 1973’te bir kitabını satmıştı. Parasını dağıttı bir yerlerde. Kalan parayı da bir zarfa koydu. “Mustafa kendimizi toparlıyoruz. Allah’a binlerce şükürler olsun. Zekat verecek hale geliyoruz” dedi. Ben Üstad’ı cezaevinden çıkarken bile böyle sevinmediğini sanıyorum. Bir de arkadaşların farklı zamanda muttali oldukları şeyler var ki, yani Üstad’ın hal ilmine de sahip olduğuna delalet edecek olaylardır. 

BEŞ BİN KİŞİ ARASINDA YOKLUĞUMU FARK ETMİŞ

Bir örnek verir misiniz?

Bakınız bu müthiş bir olay. Üstad’ın jübilesi yapılıyor. Gençliğe Hitabe’sini yazıp, okuduğu toplantıya sağlık sebebiyle katılamamıştım. Beşbin kişi arasında yokluğumu fark etmiş. “Gençliğe Hitabe’yi okurken sen yoktun Mustafa. O gün neredeydin?” diye sordu. Sanki salonda yoklama yapmış. Dedim ki “Affedersiniz Üstadım, idrar yollarım iltihaplanmış. Doktor, antibiyotik vermişti. Hava da soğuktu. İlaç kullandığım için gelemedim” Üstad: “İyi ki gelmemişsin. Gelseydin, ben kızardım” dedi. 

BAŞINI BİR GAYEYE SATMAK KURANİ BİR TERİMDİR

Seyyid Arvasi hazretleri ile tanıştıktan sonra Üstadın eserlerinin çeşitlendiğini ve daha da zenginleştiğini savunuyorlar. Sizin görüşünüz nedir?

Bunu söyleyenler doğru söylüyorlar. Üstadın şiir kitaplarına almadığı malum şiiri bile mistik bir şiirdir. Çünkü şiiri okuduğunuzda, metafizik şeyleri aklınıza getiriyorsa, o şiir mistik şiirdir. Yani Mistisizm “sırlı”, “Bir şeyin arkasında başka bir şeyin olduğunu, metafiziği kabul etmek” demektir. Ancak Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirindeki “Başını bir gayeye satmış kahraman gibi” mısrasındaki “Başını bir gayeye satmak” Kur’ani terimdir. 

Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’de Müminleri “Cennet karşılığında canlarını, mallarını satanlar” diye tarif ediyor. Üstad 1934 yılında Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışıyor. Aslında hiçbir müridin hali şeyhe biat ettikten sonra dümdüz bir eşyanın hali gibi olmaz. İnsani iniş-çıkışlar olur. Ancak Üstad, şeyhine Nakşibendilerin benzetmesi gibi “Gassalın elindeki meyyit” misali teslim olmuştur. O yüzden Üstadın birçok öngörüsü Abdülhakim Arvasi’nin kerameti ile desteklenmiştir. Mesela kimse Demokrat Parti’nin 59’da devrilebileceğini tahmin etmiyordu. Halbuki Üstad “Mayıs ayı son vade” diye yazılar yazıyordu. Şimdi bunlar rastgele yazılmış yazılar mı? 

ÜSTAD’IN HİZMETLERİ ASLA KÜÇÜMSENEMEZ

Üstadın hizmetlerini küçümseyenlere sözünüz var mı?

Üstadın ülkemize, ilahiyatımıza, tarihimize, kültürümüze, edebiyatımıza, sanatımıza, estetiğimize, düşüncemize hizmetleri asla küçümsenemez. Benim kanaatim, Necip Fazıl’ın dünya fikir tarihindeki yeri Sokrates’le, İmam-ı Gazali ve Descartes’la anlaşılabilecek bir yerdir. Biz O’nu tanımaktan gerçekten bahtiyarız. Bir gün bir arkadaş ceketinin önünü de ilikleyerek “Üstadım benim kanaati acizanem” dedi. Üstad, o arkadaşa: “Sus, kanaatin varsa aciz değilsin. Acizsen kanaatin yoktur. Şimdi doğru dürüst konuş” dedi. Lüzumsuz tevazuya tahammül edemezdi. Son zamanlarında ziyaretine biraz gecikince, “Cenazeme mi geleceksin?” diyordu. 

VEFATINDAN 10 GÜN ÖNCE BÜYÜKDOĞU’YU ÇIKARMA HEYECANI DUYUYORDU

Vefatından 10 gün önce Büyük Doğu’yu çıkarma heyecanını duyuyordu. Halbuki gözleri görmüyordu. “Kafa Kağıdı”nın son sayfalarını görmeden yazdı. Tuvalete de oğlu rahmetli Ömer’in yardımı olmadan gidemiyordu. Misafirini bir silüet halinde görerek, sese doğru bakıyordu. Ama sanki görüyormuş, ya da kalkıp koşacakmış gibi bir dinamizm içindeydi. 

Bir gün yine sohbet ederken radyo da hafif çalıyordu. Ajans haberleri vermeye başlayınca Üstad radyonun sesini açtı. Kenan Evren’in ne kadar ünvanı varsa saydı radyo. Üstad, spiker karşısındaymış gibi: “Be adam bu kadar ünvanı saymaya ne gerek var. Devlet Başkanı Kenan Evren dersin, yeter” dedi. Bir iki haberden sonra radyoyu kapattı, elini masaya vurdu ve: “Mustafa şimdi Büyük Doğu’yu çıkarmanın tam zamanı. Karşıya geçeceğiz ve Büyük Doğu’yu çıkaracağız. Ne dersin?” dedi. “Harika olur Üstadım” dedim. 

Röportajın devamını okumak için tıklayınız!

Haber365.com