Ali Bayramoğlu Yenişafak gazetesindeki yazısında; başka ülkelerin deneyimlerinden örnekler vererek süreç boyunca Türkiyenin yaşayabileceklerini anlatıyor ve “zamana zaman verin” diyor.
Kürt sorunu bu anlamda, Kuzey İrlanda sorunuyla, Güney Afrika, Bask ve Korsika meseleleriyle benzerlik taşıyor. Toplumsal, kültürel ve etnik bir farklılığın maruz kaldığı durum, talepleri, mücadelesi ve buradan doğan çatışma ve çözümü…
2013 Mayıs ayında BDP’li, CHP’li, AK Parti’li bir DPI heyetiyle Güney Afrika’yı ziyaret etmiştik. Son olaylar sonrası o ziyarete ‘geri dönmek’ istedim.
Güney Afrika’daki müzakerelerde hükümet adına baş müzakerecilik yapmış son beyaz başkan De Klerk’in sağ kolu Roelf Meyer, bir sohbetimizde şunları söylemişti:
‘Önce ‘güven’i esas aldık. Önce düşmandık. Ama birbirimize saygı duymak ve farklıklarımızı tanımak zorundaydık. Tüm bunlar bir anda olmuyor. Zaman içinde gelişiyor. Güven kimyası oluşmadan yol alınamaz. Sonra uzlaşı geldi. Birlikte yaşamak ile uzlaşmak aynı şey değildir. Birlikte yaşamada tahammül eder, tahammül sistemi kurarsınız. Uzlaşma farklıdır. Önce kendinizi değiştirmeniz gerekir. İster mağdur olun, ister hakim, uzlaşma birlikte inşa etmektir.
Müzakereler anayasanın hazırlanmasına kadar 6 yıl sürdü. Bu süre içinde çeşitli parçalanmalar oldu. Sert çatışmalar yeniden baş gösterdi. Bir çok kez sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Ama inancı ve iradeyi hiç kaybetmedik.’
Geri dönüşler, inişler çıkışlar, sert çatışmalar… Bu tür öykülerde çözüm süreçlerinin kaçınılmaz halleri…. Çözüm ve çatışma iç içe girer, eş zamanlı yaşanır.
Aksi düşünülebir mi?
Bu denli, köklü, siyasi ve kültürel bellek katmanları oluşturmuş çatışmalarçözümü doğrusal bir hat üzerinde yürüyebilir mi?
Nitekim Güney Afrika’da müzakereler 1990’da Mandela’nın serbet bırakılmasıyla başlamıştı. Ancak ülke 1992-1994 arasında yeni çatışmalarla, yeni bir şiddet dalgasıyla tanışacaktı. Müzakere karşıtı grupların tahrikleri, siyasi boşlukla birlikte başlayan yerel egemenlik kavgaları, yerli halk arası çatışmalar, müzakere masasındaki tarafların birbirini tedbir almamakla, olaylara seyirci kalmakla suçlaması birbirini takip etti. Bu güven boşluğu iki kuvvetli liderin Mandela ve De Klerk’in yoğun çabaları, siyah ve beyazları teskin ve ikna etmeleriyle, iradeleriyle aşılacaktı.
Uzun süre, uzun gayret, toplumsal ikna ve meşruluk, birlikte inşa ederek uzlaşma, toplumsal inşanın tüm aktörleri işin içine katması…
Çözüm böyle geldi.
Güney Afrika’nın çatışması ve öfkesi asırlara dayanıyordu.
İrlanda’nınki de öyle…
Bizimki farklı mı?
Kürtler bu topraklarda Osmanlı’nın merkezileşme hamlelerinden, mirlik düzenini yıkmasından bu yana, 1830’lardan bu yana isyan ediyorlar. İsyanlarının ortak bir karakteri var: Kendileri yönetmek istiyorlar. Kah kendi düzenlerini korumak, kah devlet kurmak, kah özerk olmak, kah eşit olmak… Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Sultanlardan başbakanlara, tek partili düzenden çok partili düzene, sol partilerden sağ partilere sistemin, devletin reddettiği, baskı altında tuttuğu, bu istikamette can aldığı talep bu.
Gerisi bir bakıma teferruat ve mesele 30 yıllık değil, 200 yıllık.
Bugün içinde bulunduğumuz aşamaya bu zaviyeden de bakabiliriz.
Çatışma ve çözüm süreci iç içe girebilir. Esas olan yol alınmasıdır, ders çıkarılmasıdır ve güven tesisidir.
Unutmayın.
Bizdeki çatışmanın gerçek nedenleri devlet tarafından daha birkaç yıl önce bir ilk kabul edildi, edilebildi. Kürtlerin taleplerini duyma ve tatmin etmeye yönelik bir mekanizma 2013’te harekete geçirildi.
Temas faslındayız, ama uzlaşıdan henüz uzaktayız.
Taraflar (özellikle devlet) bugün birbirlerinin seslerini duyuyorlar. Ama (özellikle devlet) karşı tarafın ne dediğini tam olarak anlamıyorlar, ya tam anlama çabası göstermiyorlar veya duymazdan gelmeyi tercih ediyorlar. İletişim aksıyor. Çatışma iklimi baş gösteriyor. Ama süreç kopmuyor.
Koparsa karşımıza çıkacak olan her hangi bir çatışma olmaz, kopuşun çatışması olur.
Yazının devamını okumak için…