İhvan Hilali ve Şii Hilali

Yazarlar
İbrahim Karagül Yenişafak gazetesindeki yazısında ,Tunus seçimleri ve bölgede yaşananları yazdı. Arap Baharı’nın başladığı ve başarılı olduğu ilk ülke olan Tunus’ta önceki gün yapılan seçi...
EMOJİLE

İbrahim Karagül Yenişafak gazetesindeki yazısında ,Tunus seçimleri ve bölgede yaşananları yazdı.

Arap Baharı’nın başladığı ve başarılı olduğu ilk ülke olan Tunus’ta önceki gün yapılan seçimlerden Milliyetçi Nida Partisi önde çıktı. Tunus’un efsanevi dava adamı Raşid Gannuşi’nin kurucularından olduğu Nahda Hareketi ise seçimde ikinci parti oldu. Gerçi arada pek fark yok, ancak Nahda’nın birinci parti olması bekleniyordu. Nida’nın popüler ve hareketli seçmenlerine karşı Nahda’ın kemikleşmiş bir seçmene sahip olduğunu ve ülke genelinde en örgütlü yapı olduğunu düşünürsek, seçim sonuçlarında bölge genelinde esen rüzgârların az da olsa etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Kim kazanırsa kazansın, Ortadoğu için önemli olan bir partinin zaferi değil, demokrasinin zaferidir. Bir siyasi partinin öne çıkması değil ülkenin hatta bölgenin demokratikleşmesidir asıl hedef.

‘Tunus modeli’ ile ün salan Habip Burgiba’nın baskıcı rejiminin yerine şimdi ‘Tunus demokrasi modeli’ öne çıkacaktır ve umuyoruz bu demokrasi mücadelesi uzun soluklu olur. Yoksa bölgesel sarsıntıların etkisiyle ülkenin yeniden otoriterleşen bir yapıya yönelmesi muhtemeldir.

Dolayısıyla Tunus’taki seçimleri, demokrasi yürüyüşünü azami ölçüde desteklemek, bütün bölgenin şiddet ve baskı rejimlerinden kurtulmasını isteyen herkesin öncelikli görevidir. Arap Baharı’na verilen destek gibi, özgür seçimlere verilen destek gibi bundan sonra da bu rüzgarın, demokrasi kültürünün Tunus’tan bütün bölgeye yayılmasına, model olmasına çalışmak gerekir.

İslamcı korkusu değil demokrasi korkusu

Bu rüzgarın önünde çok ciddi tehditlerin varolduğunu biliyoruz. Öncelikle içeriden beslenen otoriterleşme eğilimleri yeniden nüksedebilir. Bu eğilimlerin içeriden çok dışarıdan, bölgeden destek bulacağını hatta bölgenin demokratikleşmesinden rahatsız olan Batılı demokrasilerin bu otoriterleşme eğilimlerini destekleyeceğini bir yere not edin.

Bu yönüyle hem baskıcı Arap rejimleri hem de Batılı ülkeler, Tunus demokrasi modelini boşa çıkarmak ve bölgeye ‘kötü örnek’ olmasını engellemek için her yolu deneyecektir.

Neden hep bölge vurgusu yapıyorum. Arap Baharı bir fırsattı. Kitleler 20. Yüzyıl’ın vesayet rejimlerine, baskıcı yönetimlerine karşı sokağa çıkmıştı. Özgürlük, demokrasi, refah istiyordu. Bölge ülkeleri ve Batılı ülkeler, bu toplumsal eğilimi fırsata çevirmek, yönetmek için büyük mücadele verdi ve süreci sabote etti. Tahrir’de demokrasi çağrılarının yerini darbe çağrıları aldı. Bu onlar için büyük bir başarıydı. ‘İslamcılar gelecek’ korkusu ile yürütülen bu kampanyanın arkasındaki asıl korku ‘demokrasi’ korkusuydu.

Bu yüzden süreç Yemen’de sabote edildi, Mısır’da tersine çevrildi, Suriye’de şiddete teslim edildi. On yıllardır bölgenin kaynaklarını verip iktidar satın alan rejimler müthiş bir başarı sağladı ve büyük dönüşümü şimdilik erteledi. Ortadoğu rejimleri ile Batı demokrasileri arasında demokrasi karşıtı olağanüstü bir dayanışma sergilendi.

Şii Hilali ve Arap-Fars savaşı

Bu dayanışma devam ediyor. Bölge ülkeleri üzerinden özgürlük ve demokrasi hareketlerini yok etmeye ayarlı bir strateji yürütülüyor. Bunun Tunus’taki seçim sonuçlarına etkisi var mı, ne kadar var, bu bir süre sonra tartışılır. Ama ülkenin tekrar otoriterleşmesi ve bölgenin bu etkiden kurtarılması için aynı dayanışmanın yoğun bir mesaide olduğunu tahmin ediyorum.

Bütün bunları bölgenin içinde bulunduğu çarpıklığı anlamadan görebilmek çok zor. Ortadoğu’da iki türlü bölgesel savaş var: Biri, İran etkisinin kırılmasına yönelik Arap dünyasının mücadelesi, diğeri de Müslüman Kardeşler (İhvan) yayılmasını engellemek için yine aynı güçlerin ortak mücadelesi.

Bu yönüyle Arap rejimleri hem Şii Hilali’ne hem de İhvan Hilali’ne karşı savaş veriyor. Arap milliyetçiliği de İslamcılık da bu savaşta hoyratça kullanılıyor. İran’a karşı Irak-Suriye cephelerinde ve Körfez’de savaş verilirken İhvan’ın Mısır’da olduğu gibi tasfiye edilmesi için de küresel bir ortaklık yürütülüyor.

Resmi şöyle anlatalım: Yemen’de Husiler üzerinden, Irak’ta Bağdat yönetimi üzerinden, Suriye’de Esad rejimi üzerinden, Lübnan’da Hizbullah üzerinden güç sağlayan bir İran nüfuz alanı var. Nüfusunun önemli bölümü Şii olan Bahreyn ve ciddi Şii nüfus barındıran Körfez ülkelerinde de bir nüfuz mücadelesi söz konusu.

Saddam Hüseyin döneminde Arap-İran sınırı, Irak-İran sınırıydı. Irak işgali sonrası Araplar’ın Doğu sınırı Suriye’ye geriledi. Şimdi Suriye üzerinde bir güç savaşı var ve bu savaş bir yönüyle Arap-Fars savaşıdır.

Arap rejimleri bu yayılmayı durdurmak, sınırı tekrar Irak topraklarına itelemek için örgütler üzerinden açık bir mücadele yürütüyor. IŞİD olayını biraz bu açıdan örnek olarak görebiliriz. Buna karşı İran, bir taraftan Kürtleri IŞİD’le hesaplaşmaya ikna etmek için mücadele ediyor diğer taraftan bütün askeri unsurları ile Bağdat ordusu üzerinden savaş yürütüyor. Körfez ülkelerinin finanse ettiği örgütler ve İran’ın kontrolündeki güç ve örgütler arasındaki çatışmaların arkasında tam bir bölgesel savaş var.

Peki İhvan Hilali nedir?

Sudan’dan Suriye’ye kadar bütün Arap kuşağındaki en güçlü örgütlü yapı, kadro, muhalefet söylemi Müslüman Kardeşler ve onun etkisindeki yapılardır. Bu bölgelerin yakın gelecekte bir tür Müslüman Kardeşler Kuşağı olacağını bütün dünya biliyor. Dolayısıyla, bölge içi güç mücadelesi, ‘İran tehdidi’ kadar da bu gerçek üzerinden yürütülüyor. Arap rejimleri, monarşiler, otoriter yönetimler bir yandan İran nüfuz alanını daraltmaya çalışırken diğer taraftan da İhvan’ı zayıflatmaya, ‘İhvan tehdidi’ni engellemeye çalışıyor. Özellikle İhvan karşıtı kampanya ABD ve Avrupa’dan kayıtsız şartsız destek alıyor.

‘İslamcı dalga’ ya da ‘İslamcı tehlike’ sloganının Batı başkentlerinde alıcısı oldukça fazla. Bu yüzden Mısır’da müdahale çok sert oldu, İhvan iktidardan hapse indirildi, askeri yönetim tercih edildi. Mısır’da tam anlamıyla küresel ölçekte bir müdahale izledik.

Ancak, İhvan korkusunun arkasında yatan asıl korku demokrasi korkusudur. Arap dünyasında demokrasi kültürünü en fazla içselleştiren yapı da İhvan söylemi ve kadrolarıdır. Burada rejimler, Müslüman Kardeşler dalgasıyla gelen rüzgarın aslında demokrasi rüzgarı olduğunun pekala bilincindedir ve Batı dünyası ile buna karşı ‘İslamcılık korkusu’ üzerinden ittifak kurulmaktadır.

Türkiye’yi bu yüzden vuruyorlar

Zorba rejimlerin ayakta kalma mücadelesinin son dönemlerini yaşıyor bütün bölge. Bugün İran korkusu üzerinden yürüttükleri mücadele, Batı ile beraber ‘İslam korkusu’ üzerinden destek bulan rejim direnişinin çok uzun sürmesi mümkün değil. Ama onlar Mısır’da buldukları morali bütün bölgeye yaymaya çalışacaklar. Tunus’taki demokrasi yürüyüşü onlar için en tehlikeli olanı. Bunu durdurmak isteyecekler, muhtemelen seçim sonrası kurulacak hükümet üzerinde oyunlar oynayacaklardır.

Yazının devamını okumak için

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/