Peygamberî çağ/rı varolmadan aslâ!

Yazarlar
Yusuf Kaplan,Yenişafak gazetesindeki yazsında; Batı, Doğu ve Vahyi uygarlıkları karşılaştırıyor. İçinde yaşadıkları çağı veya zamanı mutlaklaştıranlar, çağa ve zamana teslim olmaktan, dolayısıyla insa...
EMOJİLE

Yusuf Kaplan,Yenişafak gazetesindeki yazsında; Batı, Doğu ve Vahyi uygarlıkları karşılaştırıyor.

İçinde yaşadıkları çağı veya zamanı mutlaklaştıranlar, çağa ve zamana teslim olmaktan, dolayısıyla insanı ve hayatı teslim almaktan kurtulamazlar.

Çünkü, zaman ve tarih kavramları, izafî kavramlardır; mutlak ve değişmez kavramlar değildir. O yüzden, çağı, zamanı ve tarihi mutlaklaştıranlar, çağı, zamanı ve tarihi durdurur; insanı ve hayatı da dondururlar.

ÜÇ TÜR MEDENİYET

Batı uygarlığı, insanlık tarihindeki üç tür medeniyet tipinden üçüncüsünün, pagan uygarlığın ulaştığı en son noktadır. Pagan uygarlıklar, seküler uygarlıklardır; zamanı, mekânı ve çağı; dolayısıyla fizik gerçekliği, dolayısıyla araçları ve gücü kutsar ve mutlaklaştırırlar. Fizik ötesi gerçekliği, dolayısıyla insanın ruhunu İMHA ederler.

İkinci medeniyet türü olan kadîm / Doğu hikmet gelenekleri ise John Milbank’ın deyişiyle ‘tersinden seküler’ tecrübelerdir: Onlar da fizikötesi gerçekliği mutlaklaştırır ve fizik gerçekliği / bu dünyayı İHMAL ederler.

İnsanlık tarihinde, peygamberî sözün ve soluğun aracılık ettiği vahiy medeniyetleri ise hem fizik, hem de fizikötesi gerçekliği mezcederler.

MEDENİYETLERİN VAROLUŞ BİÇİMLERİ

Pagan uygarlıklar, başkalarına hayat hakkı tanı/ya/mazlar. Doğu hikmet gelenekleri ise, başkalarının saldırılarına göğüs geremezler ve önce hadım edilmekten, sonra da yok edilmekten kurtulamazlar.

Pagan uygarlık tecrübeleri ile Doğu hikmet gelenekleri, insanın varoluş serüvenindeki iki uç tecrübedir.

Paganlar, agnostiktir; yani sürekli dış dünyayı kontrol etmeye çalışırlar; hayatın merkezinde insan vardır; hayatta Tanrı’nın da, kâinâtın da yerini insan tayin eder; dolayısıyla insan tanrılaştırılmış bir konuma geçer.

Doğu hikmet gelenekleri, gnostiktir; yani, sürekli iç dünyayı kontrol etmeye çalışır.

Vahiy medeniyetleri ise, hem iç, hem de dış dünyaya aynı ânda açılırlar. İç dünyanın imhâ edilmesine de, dış dünyanın ihmal edilmesine de izin vermezler; hem fizik, hem de fizik ötesini aynı ânda ihata ederler; dolayısıyla denge / mîzân üzerine kuruludurlar.

Pagan uygarlıklar, başkalarının haklarına tecavüz ederek varolabilir ve varlıklarını sürdürebilirler. Pagan uygarlıkların varolabilmeleri, yok etmeye dayalıdır.

Doğu hikmet geleneklerinin varlıkları ise, hiçliği mutlaklaştırdıkları için, yok olmaya dayalıdır; o yüzden kendilerini ve kendi haklarını bile koruyamazlar.

Vahiy medeniyetleri ise, tevhid’in imkân tanıdığı denge ve dolayısıyla adalet (kıst) üzerine kurulu olduğu için, hem başkalarının haklarına tecâvüz etmezler, hem başkalarının haklarına tecâvüz edilmesine izin vermezler, hem de başkalarını, başkaları kendilerini nasıl görüyorlarsa öylece kabul ederler.

Vahiy medeniyetleri vareder, varetmeye dayalıdır.

PEYGAMBERÎ SOLUKLA ÜFLENEN RUH…

Hz. Peygamber (sav), çağını,bütün çağları, çağının ve bütün çağların insanını bizzat çağının tanığı olduğu için tanıyabilmiştir.

Ticaret yoluyla insanı, spesifik olarak da çağının insanını, zaaflarını, hırslarını, imkânlarını ve erdemlerini tanımıştır. Suriye, Bahreyn ve Yemen’e düzenlenen ticaret kervanlarına katılarak çağının dünyasını ve dolayısıyla bütün çağları tanımıştır.

Hz. Peygamber’e insanın nasıl bir fıtrata sahip olduğu ilâhî kaynak tarafından öğretilmişti; fıtratın, değişik zamanlarda, ortamlarda, durumlarda ne tür tabiatlara dönüştüğünü ve fıtrata uygun insan tabiatı biçimlerini fiilen öğrenme ve öğretme göreviyle yükümlü kılınmıştı.

MEKKE, MEDİNE VE MEDENİYET

‘Mekke”de İslâm’ın önerdiği ideal insan tipi; ‘Medine’de toplum tipi hayata geçirilmişti. Tek bir medine / şehir olamayacağı için de, müslümanlar, peygamberî sözü ve soluğu, insanlık çapında ‘medeniyet’te hayata geçirmişlerdi.

Peygamberî soluk, dini, ‘Mekke’de hayat buldurtmuş; ‘Medîne’de hayat oldurtmuş; medeniyete giden taşları döşeyerek ve yolları açarak, müslümanların geliştirdikleri medeniyet tecrübesi vasıtasıyla başka medeniyetlere hayat buldurtmuştu.

Tarihte, peygamberî sözü ve soluğu eksene aldığı için, hem mevcut bütün medeniyetlerle temasa geçen, hem kendi paradigması ve kavramsal sistemi doğrultusunda onlardan yararlanmasını bilen, hem de bütün medeniyetlere hayat ve varoluş hakkı, kendileri olarak ve kendileri kalarak derinleşme ve gelişme zemini ve imkânı sunan tek tecrübe İslâm medeniyet tecrübesidir.

ÜMMÎLEŞME YOLUNDA: ÇAĞI TANIYARAK Ç/AĞI AŞMAK

Hz. Peygamberin çağını ve çağının insanını tanıması, İslâm’ın Batı’da olduğu gibi seküler veya dînî bir ruhbaniyat sistematiği üretmesini ve dolayısıyla insanın fıtratına müdahale edilmesini, dolayısıyla çağın, zamanın mutlaklaştırılmasını önlemiş; bu da her zaman çağı tanıyarak çağı aşabilme imkânları sunmuştu Müslümanlara.

Eğer müslümanlar, çağı tanıyabilirlerse, çağı mutlaklaştırmazlar ve aşabilmenin yollarını da üretebilirler.

Yok eğer çağı tanıyamazlarsa, çağı açık ya da örtük şekillerde mutlaklaştırma açmazına saplanmaktan kurtulamaz ve hiç bir zaman tarih yapamaz, tarihte tatil yapmaya devam etmek zorunda kalırlar; bu da yok olmakla ve insanlığın yok oluşuna göz yummakla sonuçlanacak bir şeydir.

Çağı tanımak ve çağa müdahale etmek için Hz. Peygamber’i tanımak ve peygamberî soluğu ve sözü yeniden hatırlamak ve hatırlatmak zorundayız.

Yazının devamını okumak için…

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/