Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında “Meslek odalarına zorunlu üyeliğin” sonlandırılma çalışmalarını konu ediyor.
Dün bir haber hayli dikkatimi çekti: Zorunlu olan meslek odalarına üyelik dönemi kapanıyormuş.
Epeydir konuşulamayan bir meseledir Türkiye’de odaların konumu. Bir yönüyle bakıldığında sivil toplum kuruluşu olarak dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. STK olunca da demokratik toplum projesinin en önemli sütunlarında biri olarak adeta kutsanmış olur.
Türkiye’de sivil toplumun ne olduğu, nelerin bu tanıma girdiği meselesi konuşulamaz; çünkü bunu konuşmaya başladığınızda pek çok siyasi ve ekonomik ilişkiye dayalı toplum mühendisliği çökecek demektir.
Sivil toplum kuruluşlarının Hegel’e kadar uzanan sivil toplum idealinin içinde nereye tekabül ettiği, bir tür modern kutsala dönüşen bu yapıların dokunulmazlığının siyasal otorite ve toplum ilişkileri bağlamında neye karşılık geldiği üstü örtük geçiştirilir. Eğer STK’ların işlevi, sivil toplumun felsefi temelleri sorgulanmış olsaydı 28 Şubat post-modern darbesi bu kadar kolay gerçekleşemezdi. Generaller de bundan sonrasını silahsız kuvvetlere, yani sivil toplum kuruluşlarına havale etmezlerdi.
Ne var ki, modern sivil toplumun STK’lar eliyle inşa edildiği, bu yapılanmalar kanalıyla toplumsal uzlaşma ve toplumsal taleplerin siyasete taşındığı gerekçesi o denli abartıldı ki, buna Osmanlı’dan tarihsel köken bile bulundu. Söz gelimi tarikatların, tekke yapılanmasının sivil toplum kuruluşu olduğunu ileri sürecek kadar ileri gidildi. Öyle ya, kendiliğinden ve siyasi yapıdan bağımsız bir oluşumsa işte size STK olarak tekkeler… Bunun güncel yansıması da cemaatlerin birer STK’ya dönüşmesi eğilimi. Siyasetle iç içe geçen, siyasi aktör haline gelen cemaatlerin durumu ayrı bir konu olarak konuşulmayı bekliyor.
Türkiye’de bunca zamandır sivil toplum örgütü olarak takdim edilen meslek kuruluşlarının ne iş yaptığı, ilgili oldukları mesleklere ne tür katkılarının olduğu tartışmalı bir konu. Aslında bu meslek kuruluşlarının meslek dışında neler yaptığı, meslek dışı faaliyetlerinden neler beklendiği daha mühim.
Türkiye’de meslek kuruluşu olarak bilinen odaların önemli kısmı devletin ideolojik aygıtları olarak iş görmüşlerdir ve bu işlevlerinden dolayı devletçe dizayn edilmişlerdir.
Model olarak daha çok faşist İtalya’dan devşirilen bu demokrasimizin vaz geçilmez kurumlarının genellikle yönetimi elinde tutan seçkin ideolojik grupların propaganda ve finans kaynağı olarak kullanıldığı bir vakıa.
Dolaylı devlet denetimi olarak, devlet seçkinlerinin ve devlet ideolojisinin sivil uzantısı işlevi gördü. Her meslek faaliyetinin denetim işlevi bir yana yönetimi elinde tutan ekibin ideolojisi açısından indoktrinasyon kurumu gibi faaliyet gördü. Genelde devletin resmi söylemi ile barışık Kemalist sol ve daha geniş anlamda sosyalist ekiplerin baskın olduğu bu yapılar, mesleki faaliyetlerden çok halkı adam etmeye, “bilinçlendirme”ye yönelik çabalarıyla teberrüz ettiler.
Faşist İtalya’nın tepeden halkı yönlendirme, kontrol etme ve belli siyasal hedeflere motive etme amaçlı tasarlanan bu devlet STK’ların herhalde en uzun ömürlü olanı Türkiye’de… Zorunlu üyelik şartıyla halka finanse ettirilen bu ideolojik aygıtların sorgulanmasında geç bile kalındı.
Özellikle belli ideolojik kesimlerin sivil toplum kuruluşu adıyla kümelendiği, sivil toplum ve demokrasi adına adeta cephe savunması yaptığı bu kurumların ideolojik retorik ve siyasal tavırları dışında mesleki anlamda neler yaptıkları konusunda bir bilançonun çıkarılması pek çok şeyi açıklayacaktır. Soğuk Savaş resmen sona ermiş olsa da Türkiye’de o dönemin kurumlarının, zihniyetinin sona ermediğini gösteren en açık örnek, bu yapıların hayatiyetini, fonksiyonunu aynen devam ettiriyor olmalarıdır.