“Şah Fırat operasyonu” ile Osman Gazi’nin dedesi olduğuna inanılan Süleyman Şah’ın bakiyeleri Türkiye’ye getirildi, ‘kutsal emanetler’ türbe yapıldığında Eşme köyüne taşınacak. Böylece Türkiye 1973’te Caber kalesi eteklerindeki türbesinden çıkarılmasından 42 yıl sonra Türk Mezarı’nı Karakozak’tan Türkiye sınırına taşımış oldu.
Bütün aksine iddialarımıza rağmen tekrar Caber kalesindeki yerine dönmesi böylece biraz daha zora girmiş oldu. Ancak bunun, çok daha feci, düşünülmesi dahi insanı ürperten manzaralar karşısında kalmaktan iyi olduğunu söylemeliyim. Kerhen girişilmiş bir operasyondur bu.
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin atasına bu derece önem verilirken, torunu, Son Sultan Vahidüddin’in mezarından kimsenin dem vurmaması da tuhaf değil mi? Dedesi için savaş çığlıkları at ama torunu için dut yemiş bülbüle dön!
Neymiş? ‘Ama o hain’miş! Geçin bunları bir kalem. Nazım Hikmet de hain değil miydi? Ne oldu da değişti? Nazım Hikmet’in alnına vurulan hainlik yaftası nasıl Soğuk Savaş döneminin kirli oyunlarından biriyse Vahidüddin’in hain oluşu da Milli Mücadele yıllarının günah keçisi yapılmasındandır. Yakındaçocuklarımız okul kitaplarında artık Sultan Vahidüddin’i hain olarak okumayacaklar ümidindeyiz.
Sultan Vahidüddin’in mezarı Suriye’nin başkenti Şam’da Yavuz ve Kanuni’nin evkafından Tekke Camii veya Sultan Selim Camii’nin avlusundaydı (Hâlâ yerinde duruyor mu yoksa başına bir şey geldi mi bilmiyoruz). Burayı 2001 yazında ziyaret etmek ve talihsiz Sultan ile diğer hanedan üye ve mensuplarına birer Fatiha göndermek nasip olmuştu fakire. Caminin iri yarı, uyanık görevlisi daha uzaktan Türk olduğunuzu anlıyor ve hazirenin kapısını açarak size onun mezarını gösteriyor, sonra dökülen yaprakları temizlemeye devam ediyordu.
Hazin bir manzaraydı. Tarık Mümtaz Göztepe’nin kitabının ismiyle söylersek “Gurbet Cehennemi”nde hayatını kaybetmiş ve hayatta da, vefatından sonra da çilesi devam etmiş ve cenazesi Şam-ı Şerif’in şimdi maalesef her gün biraz daha harabîye dönen kucağına defnedilmişti.
Şam bugün ne halde? Vahidüddin Han’ın mezarını kurtarmamız mümkün mü? Şehir yarın öbür gün IŞİD’in eline geçerse ne yapacağız? Onu da “gurbet cehennemi”nden kurtaracak bir adım atacak mıyız? Bunlar cevabı olmayan sorular…
İsterseniz bu tatsız bahsi burada bırakıp Sol Sultan’ın son anlarına gidelim. Bakalım nasıl ve ruhunu teslim eylemiş ve cenazesinin başına neler gelmiş?
Son nefes
Takvimler 16 Mayıs 1926’yı göstermektedir. Sarayın Abhaz kökenli baş nedimelerinden olup Sultan Efendisiyle sürgüne gidenlerden Rumeysa Aredba Hanım hatıratında o gün yaşadıkları trajediyi şöyle anlatıyor:
“(Vahidüddin’ın kızı) Sabiha Sultan üçüncü evladı Naciye Sultan’ı kazasız belasız dünyaya getirmişti. Bu pek güzel haberle bütün villa halkı sevinç gözyaşlarına boğulmuştu. Efendimiz (Vahidüddin) derhal torununun adını koymak için telgraf çektirmişti.”
O akşam toplanıp bu sevinçli hadise üzerine konuşurlar. Kalpleri huzurla dolmuş, “cansız bedene can gelir gibi olmuş”tur. O sırada dışarıda şiddetli bir yağmur başlamış, peş peşe gök gürültüleri işitilmiştir. “Artık istirahate çekilelim” deyip salondan çıkan eski Sultanın yüzünde uzun zamandır ilk defa neşeli ve huzurlu bir ifade dikkat çekmiştir.
Herkes odasına çıkar. Ancak çok geçmeden alt kattan bir çığlık duyulur. Derhal koşarlar. Vahidüddin’in salonuna girdiklerinde üç kadının Sultan’ın üzerine kapanmış, ağlaştıklarını görürler. Kimi düşüp bayılmış, kimi de kendinden geçmiş, ağlamaktadır. “Zat-ı Şahanenin yüzüne baktım” diyor yazar ve şöyle devam ediyor sözlerine:
“Gözleri kapalıydı, yorgun bir hali vardı. Sanki derin bir uykuya dalmış gibi oracıkta yatıyordu. Elleri göğsünün üzerinde kapalı duruyordu. İşte Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı devletinden ve milletinden uzakta ecnebi topraklarında bulunan bu bahtsız villada basit bir kanapenin üzerinde cansız yatıyordu. Son nefesini vermiş ve bu fani cihanın elem ve kederinden kurtulmuştu.” (Sultan Vahdeddin’in San Remo Günleri, Timaş: 2009, s. 103.)
Kurtulmuş muydu? Pek değil. Daha cenazesinin yaşayacakları vardır sırada.
Cansız beden yerden yatağa taşınır. Üzerine beyaz bir çarşaf örtülür. Doktor çağrılır. Doktor Fava Bey’in yaptığı otopside çıkan sonuç, sultanın kalp yetmezliğinden vefat ettiğidir.
Bu sırada villanın önü insan kaynamaktadır. Villanın önü mahşer yeri gibi olmuş, San Remo ahalisi meraktan buraya toplanmıştır.
Ancak iş burada bitmez. Villaya bu defa polis nezaretinde haciz memurları girer, odaları ve eşyaları mühürlemeye başlarlar. Sultanın esnafa olan borcu karşılığında eşyalarına haciz konulmaktadır. Ve arkasından son darbe: Sultanın nâşına da haciz gelir. Rumeysa Hanım şaşkındır: “Allah’ım bu nasıl olurdu? Bu insanlarda vicdan diye bir şey yok muydu?” Derken haciz memurları tabutu boş bir odaya koyarak mühürlerler.
Rumeysa Aredba’nın hatıratı yayımlanıncaya kadar tabutun gerçekten haczedildiğini ve içindeki cenazenin günlerce öyle ortada kaldığını biliyorduk. Ancak bu mühim hatıratla birlikte aslında cenazenin gizlice kaçırılıp başka bir yerde muhafaza olunduğu ve haczedilen boş tabutun ziyaret edildiğini içeriden bir şahidin ağzından öğrenmiş olduk. Olay şöyle cereyan etmiş:
Hanedan tabutu teslim etmemek için cenazeyi kaçırma planı yapar. Kadınlar feryad u figan ağlayacak ve bir kadın bayılma numarası yapacak, polisler bayılan kadınla oyalanacak ve bu fırsattan istifade cenaze gizlice Seccadecibaşı İbrahim’in evine kaçırılacaktır. Plan aynen uygulanır. Tabuttan çıkarılan cenaze İbrahim Bey’in evine taşınır, orada yeni bir tabut şüphe uyandırmasın diye başka bir isimle sipariş edilir. Ve sonrası:
“Bundan sonra zihnimde baki kalan o boş tabuttur. Taziyeye gelenler tabutun bulunduğu salona girer, orada bir müddet oturduktan sonra çıkıp giderlerdi. Normal şartlarda haczin kaldırılmamış olması naşın orada çürümesine sebep olmalıydı ve tarifi imkansız bir koku tabuttan etrafa yayılmaya başlamalıydı. Fakat tabut boş olduğundan etrafa hiçbir koku yayılmıyordu. Bu durum ise İtalyanlarda şüphe uyandırmaya başlamıştı. Allah’a şükürler olsun ki, bu nazik durumun başka bir hal almasına imkan verilmeden borçlar ödenerek haciz kaldırıldı.”
Rumeysa Hanım’ın anlattığına göre boş tabut haczedilirken gizlice Seccadecibaşı’nın evine kaçırılan sultanın cenazesi buradan Şam’a götürülmüş ve Sultan Selim Camii’nin avlusuna yine gizlice defnedilmiştir. Bir ay kadar hacizli kalan tabut ise gerçekte boştur ve borçlar ödendikten sonra serbest bırakılan bu boş tabutun Şam’a götürülerek yapılan cenaze töreni de bir mizansenden ibarettir! Yani dostlar alışverişte görsün kabilindendir. Yoksa cenaze daha önce Şam’a götürülüp toprağa verilmiştir. İkinci ve sahte tören yapılırken Vahidüddin’in ruhu hem kendi gecikmiş cenaze törenine, hem de onun naşını kabul etmeyen Türkiye Cumhuriyeti’ne kırık bir nazarla bakıyor olmalıdır.
Bilelim ki Sultan Vahidüddin’in ruhu, 89 yıl sonra da Türkiye’ye aynı kırık nazarlarla bakmaktadır.