Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Hükümetle siyasal Kürt hareketinin üzerinde anlaştığı “barış süreci” olarak bilinen taslağın nihai olarak nasıl sonuçlanacağını, gerilen toplumsal ve siyasal ortamda kestirmek zor gibi görünüyor. Bu belirsizliğin temelinde çatışmayı doğuran şartların ve tarihsel koşulların izale edilip edilmemesi sorunu var.
Öte yandan, en azından kanın akmasının durdurulmasına, çatışmaya son verilmesine yönelik toplumsal şartlar açısından muhtemelen en müsait dönemde olduğumuz söylenebilir. Zira toplum araya bunca kan girmesine rağmen hiç bir zaman çatışmayı benimsemedi. İdeolojik ve örgütsel Kürt oluşumlarının, devlet içinde derin yapılanmaların ve resmi ideolojinin topluma duyarsız ve miyop bakışının oluşturduğu çatışma ortamına rağmen, bu ülkede bir iç savaş çıkmaması bile bunun göstergesi.
Çatışma ortamının yapaylığı, hatta bir tür bölgesel iktidar ilişkilerinin ürünü olması gibi, benzer biçimde ortamın bunca talepkâr olmasına rağmen hala sürekli yol kazası korkusu yaşanıyor. Çatışma nasıl aklı başında hiç bir siyasal öngörünün kabul etmeyeceği bahane ve gerekçeler üzerinden sürdürülmüşse sonlandırılmasını uzatacak gerekçelerin de siyasal pragmatizmden başka gerekçesi olamaz.
Çatışma ortamına gerekçe teşkil eden sebepler, devlet güvenliği ve bölünme korkusu ile temel insan hakları taleplerini hayata geçirme yöntem ve biçimlerinde birbirine sağır ve topluma yabancılaşmış siyasaların sonucu idi. Bu gerçeği elde tutarak, “bundan sonra ne olabilir” üzerinde fikir yürütülebilir ancak. Bu yabancılaşma ideolojisini bir kenara koyduğumuzda çözüme dair fikir serdetmede isabet şansı da azalacaktır.
Toplumsal gerçekliğe tekabül eden yanını ısrarla derin bir kan davasına dönüştüren iradenin görüntüleri yerli olsa bile bunun arkaplanında bölgesel ve bölgedışı güçlerin stratejik hesaplarının etkili olduğu ortada. Bu dış müdahalenin/etkinin sadece askeri anlamda çatışmayı kışkırtmak anlamında olmadığının altını çizmek gerekir. Toplumun taleplerine yabancılaşmış siyasalar ve toplum adına yabancı ideolojileri dayatan örgütlenmelerin zihinsel arkaplanının yerli olmadığını söylemek, ne demek istediğimiz hakkında yeterince fikir verebilir.
Kürtler adına Marksist-Leninist bir hareketin ortaya çıkıp bu coğrafyada hak aramaya çalışması ne kadar zorlama ise bunun şu veya bu şekilde taban bulmasını anlamamak ya da tabana yayılmasına, siyasallaşmasına imkan verecek yanlışları görmemek de o derece şaşırtıcıdır. Biri, adına hak talep ettiği toplumun tüm değerlerine karşı savaşıyor; diğeri, başka türde yabancılaşmış ideolojik uygulamaları insana rağmen sürdürmeye çalışıyor. Bu çelişkinin bu zaman kadar sürdürülebilmesi normal şartlarda mümkün değildi.
Gelinen noktada iki tarafın da normalleşmesi, toplumla sahici bağ kurmasıyla mümkün olabilirdi.
Bu noktadan sonra sorun belki başa dönüp yerlileşmekle aşılabilir. Eğer kışkırtmanın ardında uluslararası çıkar hesapları varsa önce onların elinden bu kozu almak gerekecek. Hem devletin hem siyasal Kürt hareketinin yerlileşmesi, en azından bu toprağın sesine kulak vermesi ile mümkündür. Barış sürecinin ilk ilan edildiği mektuptaki metin bu hataların fark edilmesi anlamında yerli bir metin gibi duruyordu. Metnin tamamındaki yerlilik vurgusuna rağmen Gökalpçi bir dilin hakim olması başka bir açmazdır.
Eğer sürecin devam ettirilmesi gibi bir niyet varsa bunun yerlileşmeden belli bir noktaya gelmesi zor. Yerlileşmeyi geniş anlamda siyasi, toplumsal ve stratejik boyutta ele almak gerekir. Görünür planda olayın siyasi boyutu öne çıkıyor. Zira sonuçları itibariyle siyasi ve stratejik faktörlerin etkisi ile karşı karşıyayız.
Fakat siyasal ve stratejik engeller de aşılıp uzlaşma sağlanmazsa ya da sürüncemede bırakılırsa ortaya çıkacak büyük yarılmanın faturası çok daha ağır olacaktır. Bir iç savaşı, kanlı çatışma ortamını örgütleyebilecek, bunu sürdürebilecek bir ortamın kalıp kalmadığı sorgulanabilir.
Bu arada gözden kaçan can alıcı husus ise yeni neslin yabancılaşmasıdır. Kürtlerin haklarını elde etmesi adına dökülen kanın bakiyesi tam bu yerlilik, aidiyet tanımları üzerinde etkisini gösteriyor. Bunca kanlı çatışma ortamının getirdiği travma bir yana, yeni nesil siyasal Kürt aktörleri ve gençler üzerindeki etkisi tam bir yabancılaşmadır. Bu topraklara, bu kültüre, İslam kültürünün beslediği ortama, ve kendilerinin dışında kalan tüm kesimlere yabancılaşma…