Abdülkadir Selvi’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Seçim startının verilmesiyle birlikte koalisyon hükümeti tartışması da başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Koalisyon felakettir” dedi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na çıktığı yayınlarda sorulan ilk soru kiminle koalisyon yaparsınız oldu.
Kimileri AK Parti-CHP koalisyonunu savunuyor. Kimilerinin gönlünde ise CHP-MHP-HDP koalisyonu yatıyor.
CHP-MHP azınlık hükümetini savunanların sayısı da az değil.
Baştan söyleyeyim, kimse hesabını koalisyon hükümetlerine göre yapmasın. AK Parti’nin tek başına iktidarı güçlü bir şekilde sürecek.
Ayrıca sanki bu ülkede koalisyon hükümetleri hiç yaşanmadı. AK Parti’ye karşı mucize ilaç gibi bulunan formül ise karanlık dönemlerin hükümet modeli olan koalisyon hükümetleri.
Bu ülkede koalisyonun her türlüsü gerçekleştirildi, yetmedi azınlık hükümetleri, teknokratlar hükümeti bile kuruldu.
Ve hepsinin de çok yıkıcı etkileri oldu.
1923’ten günümüze 62 hükümet kuruldu. 1923-1950 arasındaki 27 yıllık tek parti dönemi, 10 yıllık DP ve 13 yıllık AK Parti iktidarları da dahil olmak üzere hükümetlerin ortalama ömrü 1 yıl 4 ay 8 gün.
Siz buna AP’nin tek başına iktidar olduğu 1965-71 arasını, ANAP’ın yönettiği 1983-91 arasındaki 8 yılı da ekleyin.
Ortalama ömrü 1 yıl 4 ay olan hükümetlerle, Türkiye’nin hangi kalıcı sorununa el atabiliriz?
Atamadık zaten.
Sorunlar birikti dağ gibi oldu.
1970-80 arasında 14 hükümet kuruldu. Hükümetlerin ortalama ömrü 8.5 ay. 81 günlük hükümetler kuruldu. Ne oldu? Güçlü hükümetlerin, kalıcı siyasi istikrarın olmadığı dönemlerde Türkiye ile oynadılar. Siyasi istikrarın zayıf olduğu zamanlar askeri vesayet güçlü oldu. 70-80 arasını sağ-sol çatışmaları, sana yağı kuyruklarında geçirdik. Geldiğimiz yer ne oldu? 12 Eylül askeri darbesi.
1990-2000 arasında tam 11 hükümet kuruldu. Hükümetlerin ortalama ömrü 10 ay 9 gündü. 9. Cumhurbaşkanı Demirel, o günkü tabloyu, “O kadar çok hükümet değişiyor ki, bakanların ismini aklımda tutamıyorum. Ben de sayın bakan hoş geldiniz diyorum, sayın bakan güle güle diye uğurluyorum” diye özetlemişti.
90’lı yılların siyasi istikrarsızlığının bize faturası, faili meçhul cinayetler, Anayasa kitapçığının fırlatılması, ağır bir ekonomik kriz ve nihayet 28 Şubat oldu.
Ne zaman koalisyon denilse krizlerle, darbelerle, ara rejimlerle, siyasi istikrarsızlıkla özdeşleşen dönemler hafızamızda canlanıyor.
O nedenle her seçim döneminde siyasi istikrarı koruyacak mıyız koruyamayacak mıyız diye ecel terleri döküyoruz.
Ömrü 1 yıl ya da 8 ay olan hükümetlerle Türkiye’nin hangi sorununa el atabilirsiniz? Kürt sorunu mu çözersiniz, ekonomik kalkınmayı mı sağlarsınız, yabancı sermaye hangi istikrara bakıp Türkiye’ye yatırıma gelir?
Bir krizden diğerine yuvarlanmaktan başka bir şeye yaramaz. 1960-70 arasında, 1970-80 döneminde, 1990-2000 arasında yaşandığı gibi.
Türkiye artık istikrarsızlığın esas, istikrarın ise şans olduğu sistemlerle yönetilmeye devam edemez.
13 yıllık AK Parti iktidarında siyasi istikrarın korunması kimseyi şaşırtmasın.
AK Parti’nin en büyük hatası bu sistemi mükemmel bir şekilde yönetmek oldu. Adeta sık sık arızalanıp yolda kalan bir aracı tamir edip, onunla formula yarışlarına katıldı.
Ama bu sistemin sorunlu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Çünkü, darbe anayasası ile çerçevesi çizilmiş, askeri vesayetle içi doldurulmuş bir parlamenter sistemimiz var.
Parlamenter sistem, darbelerden sonra askerin müsaade ettiği çerçeve içinde kurulabilmiş. Ancak asker yönetimi sivillere devrederken, sistemi içinden kontrol edebileceği vesayet odakları oluşturmuş.
O nedenle öncelikle parlamenter sistemin, demokratik parlamenter sistem olmaya ihtiyacı var.
12 Eylül Anayasası ile Kenan Evren’e göre bir cumhurbaşkanlığı ihdas edildi.
1983’te Turgut Özal seçimleri kazanıp, tek başına iktidar olduğunda en büyük korkusu Kenan Evren’in hükümeti kurma görevini verip vermeyeceğiydi. 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanı Demirel, arkasında güvenoyu alabilecek destek olmasına rağmen Tansu Çiller’e hükümeti kurma görevini vermemişti.
Prof. Dr. Şevki Hakyemez, “Klasik parlamenter sisteme geçilmesi için Cumhurbaşkanını halkın seçmesi lazım. Ama bu tür bir anayasa değişikliğini halk onaylamaz. Çünkü halk 367 kararını gördü, 12 Eylül öncesinde Cumhurbaşkanı seçilememesinin neye mal olduğunu gördü”
Neye mal oldu? Darbeye mal oldu.
Cumhurbaşkanını halkın seçmemesi milli irade kavgasında çok önemli bir kazanım demektir. Bunun korunması lazım. Cumhurbaşkanlığı krizlerini yaşadık. 27 Mayıs’tan sonra Cumhurbaşkanı adayı Ali Fuat Başgil, ölümle tehdit edildi. Ankara’da mezarının hazır olduğu söylendi.
12 Mart’ta Gürler’i seçtirmek isteyen cunta Meclis’in üzerinden jetleri uçurdu. Ecevit, “Gürler’e oy vermemiz için tehdit edildik. Kulislerde generaller bize omuz atıyordu” demişti.
Eski sistemde ısrar edenler de bu tıkanmışlığın farkındalar. Ama onlar “Eski Türkiye’yi” ancak böyle muhafaza edebileceklerini biliyorlar.
2011 seçimlerinden önceydi.
Üç gazeteci İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy ile bir araya gelmiştik.
Mustafa Kartoğlu, Muharrem Sarıkaya ve ben.
Çok şey konuştuk. Bir kısmını daha önce de yazdım. O zaman farkettim ki, İsrail Büyükelçisinin AK Parti’nin tek başına iktidar olacağından şüphesi yoktu. Ama asıl dertleri Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşıp ulaşmayacağıydı.