Fatma Barbarosoğlu’nun Yenişafak gazetesindeki yazısı…
İsmail Kılıçarslan’ın Cumartesi günü Suriyeli çocuklara dair yazısını okumuş, cumartesiyi pazara bağlayan gece sabaha kadar çantamdaki ahşap oyuncakları bir türlü gereken yere ulaştıramadığım rüya dehlizlerinde gezinmiş, gördüğüm rüyayı nasıl yoracağımı bilemezken, pazar sabahı İ.Kılıçarslan’ın yazısına kaldığı yerden devam eden satırlarında durmuştum bir vakit.
Bazı yazıları okuruz. Bazı yazılarda ilerleriz. Ve bazı yazılarda dururuz. Yazarından bize geçen, mıh gibi çakılıp kalma hali ile dururuz.
Bendenizi en çok durduran husus, artan zenginlik ve refaha rağmen bizi giderek eksilten nedir sorusu. Her birimiz eksile eksile yaşıyoruz.
Uzun bir süredir İstanbul’un eski Kültür Müdürü Ahmet Emre Bilgili’nin Kültürel Hayırseverlik kavramı üzerine düşünüyorum. Prof.Dr.Bilgili Kültür Müdürlüğü’nden gelen tecrübesi ile “kültürel hayırseverlik” kavramı üzerinde duruyor , “sosyal sorumluluk projesi” adı altında gerçekleştirilen bazı projelerin sıkıntılarına işaret ediyor.
Zihnimin bir tarafında Suriyeli çocuklara, çocuk ülkesinin renklerini yeterince sunamıyor olmamızın getirdiği sıkıntı, diğer tarafında Müslümanların kültür konusundaki zaafları ile nasıl başa çıkabileceğimiz sorusu…
Bazen iki olay üst üste gelince olayın vahametini daha derinden hissederiz. Bu nedir şoku ile titreriz bir müddet. Yukarıda size tasvir etmeye çalıştığım duygular eşliğinde yol almaya çalışırken, aşağıdaki cümleler e posta olarak düştü. Yıkılan dağ gibi, çöken ev gibi.
“…Mayıs Cumartesi günü, abiye ve gelinlik modellerinin sunulacağı Tarz-ı Bahar Defilesi ile muhafazakâr kesimin moda tutkunları ilk kez böylesine kapsamlı bir etkinlikte buluşuyor. Tüm gün sürecek etkinlik kapsamında, Hüsn-ü Hat Sergisi Açılışı ve Mücevher Defilesi de yer alacak.”
Sosyal medya denen şeyin bazen insanı çatlamaktan kurtardığını düşünüyorum. Bir kuyuya bağırma ihtiyacı. Bağırma ihtiyacını giderdiğimiz yer sanal alem. Bir iki cümle yazınca rahatlıyoruz. Bir yerde birilerinin bizi duyduğunu sanıp yalnız olmadığımız yanılgısını yaşıyor olmak iyi geliyor.
Nitekim ben de öyle yaptım. Duygularımı tivit cümlesi içine sığdırmaya çalışıp “Cemile Sultan’da yaza merhaba diyecek olan muhafazakar kadınlar! Her gece rüyanızı Suriyeli çocuklar beklesin!” diye yazdım sanal aleme.
Bir defile daveti niye içimi daraltıyor ki?
Birileri defile yapar bana ne. Harcadıkları paranın vebali kendi boyunlarına.”Muhafazakar kesimin moda tutkunları” ifadesinden mi yaralandım?
Hayır!
Moda konusunda konuşma yapmayı bile kabul etmiyorum. Meselenin vahametini 1990’larda sezmiş, bu konuda doktora tezi hazırlamış, üzerine iki kitap daha yazmış biri olarak, daha fazla moda konusunda konuşmayı kendimin gerisine düşmek olarak gördüğüm için hiçbir konuşma teklifini kabul etmiyorum. Oysa insanın en iyi bildiği konuda konuşmasından daha kolay daha anlamlı ne olabilir değil mi?
Tesettür modası hakkında görüş vermiyor, konuşma yapmıyorum. Tesettür defilelerine, tesettür modasına tepki göstererek kendimizi rahatlatıyoruz.
Tepkilerimiz sokağın kiri ile ilgilenmeyip sadece oturduğumuz evin pencerelerindeki kir ile ilgilenmeye benziyor.
Ok yaydan çıktı bir defa. İnstagram güzellerinin, takipçilerinin olduğu bir çağda, bazıları defile yapacak. Bazıları defileye seyirci olacak.
Yiyin için, eğlenin. Hayat size güzel. Sıratı geçen sizsiniz. Cenneti kazanan sizsiniz. Mutluluk en çok sizin hakkınız, diğerleri yani ölenler, yani savaştan kaçanlar sizin sorumluluğunuzda değil. Sosyal adalet size lazım değil. Bütün bu yaşananlardan hiç sorumluluk duymuyorsunuz. Yaşananlar mı? O ne ki? Zaten sizi mutsuz edecek hiçbir haberi okumuyor, dünyada olan bitenler ile ilgilenmiyorsunuz. Ah yanlış oldu. İlgileniyorsunuz elbet, nerede ne yenir, nerede ne giyilir ve en güzel fotoğraflar nerede çekilir biliyorsunuz.