Haşmet Babaoğlu’nun Sabah gazetesindeki yazısı…
Birkaç gün önceden iki şehir fotoğrafı… Birincisi, pek ulusalcı-seçkinci emeklilerle yeni kuşak bohemlerinin oturduğu bir semtten.
Yaşam tarzı dergilerinin capuccino’su ve muffin kekleriyle pek beğenip tavsiye ettiği kafe ile organik tişörtler satan butiğin hemen arasında kalan ilkokul duvarına boydan boya şöyle yazmışlar: “1 Mayıs’ta kavga var, gelsene!“
Sonradan dikkatimi çekiyor; tek bir sanayi işçisinin dahi oturmadığı semtin bütün duvarlarını bu yazı kaplıyor! Eh, zaten hangi işçi sadece kavga olsun diye bir meydana gider!
***
İkinci fotoğraf Anadolu yakasının fabrikalara komşu bir semtinden.
Gençliğimde bir dönem gecemi gündüzümü geçirdiğim bir sendikanın şube binasının önünden geçiyorum.
Bina 1 Mayıs’ı kutlayan afişler, pankartlar, bayraklarla donatılmış.
Binanın önünde “#direnişçi” yazılmış.
Afişlerdeki yazılarda “Gezi ruhu“na ağırlık verilmiş.
Oysa işçilerin hem inançlı insanlar olarak hem de dahil oldukları emek süreci nedeniyle zaten güçlü bir “ruh“a sahip olduklarını bir sendika bilmeyecekse, kim bilecek!
Kapı önünde sigara tüttüren iki kişiden biriyle selamlaşıyoruz. Belli ki, semtin ağır radikalleri o gün şubeye uğramamışlar!
***
Sorarsanız, 1 Mayıs işçi bayramıdır, emek bayramıdır.
Fakat biliriz ki, aslında solun “gövde gösterisi” günüdür.
Her “gösteri”den sonra halk desteklerinin neden biraz daha azaldığını analiz etmeye hiç yanaşmazlar ya, o ayrı konu!
Bir de sendikalar var tabii.
1 Mayıs örgütlenme ve emeğin yeni sorunlarını kavrama noktasında gönülsüz sendika bürokrasisinin üyelerine “yıkılmadık ayaktayız!” duygusu vermeye çalıştığı gündür.
***
Dünya değişiyor; kapitalizm sürekli kendini revize ediyor; çalışan insanın hak talepleri farklılaşırken bireyci rekabet duygusu artıyor.
Bizimkiler ise “Taksim’e çıkmak” konusuna takıldılar.