Mehmet Barlas’ın Sabah gazetesindeki yazısı..
Takvimler 1 Şubat 1979’u gösteriyordu…
Bir yakınımın düğününe katılmak üzere trenle Ankara’ya gidiyordum. Akşam trenin kondüktörü geldi “Mehmet Bey, Abdi İpekçi’yi öldürmüşler” dedi. Sabah tren Ankara’ya gelince, doğru Başbakanlık binasına Bülent Ecevit’i görmeye gittim. Özel kalem Müdürü Kemal Güçyener hemen beni Başbakan’ın odasına aldı.
Programı doluymuş
Ecevit Başbakanlık makamında daktilo başında yine bir şeyler yazıyordu. Ona “Hemen Demirel’le buluşmalı ve CHPAP koalisyonu için uzlaşmalısınız.
Abdi İpekçi’nin öldürülmesi dönüşü mümkün olmayan çok tehlikeli bir yola girdiğimizin işaretidir” dedim.
Ecevit Demirel’le görüşmesine gerek olmadığını ve ayrıca Senato Başkanı Sırrı Atalay’la buluşacağını, programının dolu olduğunu söyledi.
Başbakanlıktan çıktım ve Süleyman Demirel’in Güniz Sokak’taki evine gittim. Demirel beni görünce boynuma sarıldı ve “İpekçi’nin katledilmesi beni perişan etti” dedi. Ona yalan söyledim, “Ecevit’in yanından geliyorum.
Sizinle buluşup, görüşmek istiyor” dedim.
Beni aldatıyorsun
Demirel bu sözlerimin gerçek olamayacağını söyledi.
– Ecevit benimle görüşmez.
Sen beni aldatıyorsun. Ama anlıyorum seni. İkimizin birlikte fotoğrafımızı çektirip, bunu gazetenin manşetine koyacaksın.
Sonra da “Abdi İpekçi’yi bunlar öldürdü” diye başlık atacaksın, dedi. Sonra ekledi…
– İpekçi’nin cenazesinde gözümü Ecevit’e dikeceğim.
Bakıp selam verirse koluna girip, onun istediği yere gideceğim.
Koalisyon kuralım derse, bütün şartları onun belirlemesine razı olacağım. Sana söz veriyorum, dedi.
Selam vermemiş
Abdi İpekçi’nin Teşvikiye Camisi’ndeki cenaze töreninden sonra AP’nin İstanbul İl Başkanı olan Hüsamettin Cindoruk bana geldi,
– Beni Sayın Demirel gönderdi size… İpekçi’nin cenaze töreninde size söylediği gibi Ecevit’e dikti gözlerini. Ama Ecevit ona selam bile vermedi.
Bunu size anlatmamı istedi Sayın Demirel, dedi.
Hamzakoyu günleri
12 Eylül 1980 sabahı askeri müdahale ertesinde Ecevit ile Demirel’in eşleriyle birlikte Hamzakoy’daki bir askeri dinlenme kampında yan yana evlerde gözaltında tutulduklarını öğrenince, telefonla bu kampı aradım.
Telefonda karşıma çıkan kişiye “Süleyman Demirel’le görüşmek istiyorum” dedim. Bağladılar… “Süleyman Bey, nasılsınız, Nazmiye Hanımefendi iyi mi? Benim karşılayabileceğim bir ihtiyacınız var mı” dedim bir nefeste.
Arkasından “Ecevit’le aynı mekândaymışsınız…
Görüşüyor musunuz” diye sordum. Demirel “Sadece aynı denize bakıyoruz” diye cevap verdi.
12 Eylül darbesine giden günler ve sonrası böyleydi…
Devlet müdahalesi
12 Eylül sadece bir “Askeri darbe” değil sivil siyasetçilerin de ve özellikle bürokratların katılımıyla yapılan, ayrıca dış desteğe sahip bir “Devlet Müdahalesi”ydi. İç şartlar ve dış konjonktür bu müdahalenin tartışılmadan kabulü konusunda izdüşümüne girmişlerdi. Parlamentoları kapatılan milletvekillerimiz Avrupa Konseyi Parlamentosunda
“Türkiye’de demokrasi kesilmedi, Türkiye’nin Konsey üyeliğini askıya alamazsınız” diye konuşma yaparlardı. Anayasa yoktu ama Anayasa Mahkemesi vardı.
Arkalarında milyonlarca seçmen bulunan parti liderleri, bir tebliğle gözaltına gitmeyi kabullenmişlerdi.