Etyen Mahcupyan’ın Akşam gazetesindeki yazısı..
Sol retoriğin geçmişte en belirgin cümlelerinden biri Kemalist rejimin demokratik olmadığına ilişkindi ve tabii ki doğruydu. Derken sahneye AKP çıktı ve bu rejimi değiştirmek üzere mücadeleye başladı. Bir yandan sistemin ‘sahibi’ olanları demokratik meşruiyete uygun şekilde kendi alanlarına iterken, toplumun çoğunluğunun zihniyetini ve gündelik kültürünü radikal bir biçimde dünyaya entegre eden adımlar attı. Toplumsal dinamiği siyasete kalıcı bir biçimde tahvil etmek üzere de Çözüm Süreci’ni hayata geçirdi. Bugün Türkiye hâlâ bir ‘demokrasi’ değil ve olmak için belki bir on yılı daha var. Ama Türkiye ‘demokratikleşen’ bir ülke ve bugünün iktidarı bu dönüşümü sadece bürokratik dirence değil, diğer siyasi partilerin engellenmelerine rağmen gerçekleştiriyor. Ne var ki şimdi sol retoriğe baktığınızda AKP’nin ‘otoriter’ bir iktidar oluşturduğunu duymakla kalmıyorsunuz… Kemalist rejim de bir anda ‘demokratik’ bir referans haline gelmiş durumda.
Bunun tek açıklaması solun kendi gerçek köklerine, yani laikliğe dönmüş olması. AKP döneminde laik/sol dil ancak otoriterliği tescilli bir rejimi ‘demokratik’ olarak adlandırma sayesinde, AKP’nin demokratikleştirici siyasetini mahkûm edebiliyor ve böylece ‘muhalefet’ yaptığını sanıyor. Bu söyleme bakılırsa bugünler örneğin 12 Eylül döneminden ya da 90’lı yıllardan çok daha kötü… Ne var ki konu AKP’nin nasıl davranması gerektiğine geldiğinde geçmişin Kemalist referansları bir anda buharlaşıp, yerini ‘evrensel’ doğrular alıyor. Oysa eğer AKP öncesi çok daha iyi idiyse, ilk yapılacak şey en azından o dönemin uygulamalarına dönmek olmalıydı.
Ancak laik/sol retorik bir kez AKP’nin ne kadar ‘kötü’ olduğunu kendince ifade ettikten sonra, iktidarın dünyanın gelişmiş ülkelerindeki gibi davranması gerektiğini öne sürebiliyor. Ama demokrasinin gelişmiş olduğu ülkelerdeki ‘davranışın’ bizzat o gelişmiş demokrasinin sonucu olduğunu anlamakta zorlanıyor. Yani ülkeler ‘olgun’ demokratik bir tutum sergileme sayesinde demokrasiye ulaşmıyorlar. Tersine, önce kültürel ve zihni değişim sonucu demokrasiye burunlarını sürterek geçiyor ve ancak ondan sonra ‘olgun’ bir tutumu sahipleniyorlar.
Dolayısıyla demokratikleşen bir ülkeden olgun bir demokrasinin tarz ve tavrını beklemek gerçekçi değil. Demokratikleşmenin bir birikim sonucu demokrasi üretmesi ise sadece iktidara ait bir mesele değil… Mücadele sonucu alınan hak ve özgürlükler de demokrasi üretmek için yeterli olmuyor. Çünkü zihniyet değişmezse ilişkiyi çatışma olarak görmek ve otoriter anlayışı sürdürmek mümkün.