Ardan Zentürk’ün Star gazetesindeki yazısı…
Türkiye’nin, yaklaşık üç yıl boyunca üzerinde titizlenerek sürdürdüğü adına kısaca “çözüm süreci” denilen “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ni sonlandırmaya çalışan “küresel” ve “bölgesel” güçleri artık tanıyoruz. Bunlar üzerinde yazıldı-çizildi, Ortadoğu gibi etnik/dini zeminde kanlı hesaplaşmalara sahne olan bir bölgedeki “tek” barış olasılığını kimlerin boğmaya çalıştığını anladık.
Süreç, öngörülen biçimde devam edip barış noktasına varsaydı, bölgede kan dökülmesinden siyasi/askeri kazanç elde eden tüm güçlerin hezimeti olacaktı.
Bir devlet, bir ulus, her zaman “dış komplo” saldırılarıyla karşılaşabilir, normaldir, normal olmayan, bu komplolara zemin hazırlayan “iç dinamiklerin” harekete geçmesidir.
Millet bir saldırıyla karşı karşıyaysa, doğal olan, içteki tartışmaların bir süreliğine rafa kaldırılması, “milli sorun” çözüldükten sonra kalınan yerden devam edilmesidir. O zaman “dış komplo” belki yine zarar verebilir ama “yıkıcı” kimlik kazanamaz.
Bu nedenle, şu anda yaşadığımız kanlı sürecin “iç takvimine” bakmakta yarar var, çünkü PKK’yı, Türkiye’ye karşı saldırı için cesaretlendiren “iç gelişmeler” önemli.
Gezi Parkı dönüm noktası oldu
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun akademisyen kimliğinden gelen güçlü bir analiz zekası var. Bir sorunla karşılaştığında, sorunun tarihine dönüyor, yakın geçmişte hangi kaynaklarca büyütüldüğünü görüyor ve tedavisini de bu teşhislere göre yapıyor.
Bu nedenle, yaptığımız sohbette, PKK’yı, 7 Haziran Seçimi sonrası çatışmaya sürükleyen gelişmeler zincirinin başlangıç noktasına Gezi Parkı olaylarını koyması dikkat çekici.
“Gezi Parkı olayları sonrasında bilinen medya kuruluşları ve isimler eliyle yürütülen algı operasyonları, AK Parti’nin iktidardan gidici bir parti olduğu yönündeydi. Bu algı muhalif çevrelerde güçlendirildikçe, PKK’nın da silah bırakıp konuyu demokratik platforma taşıma çizgisinde çok ciddi bir sapma oldu. Onlar, artık, içte ve dışta yürütülen algı operasyonlarıyla gidici olarak tanıtılan bir siyasi otorite ile bu konuda çalışmanın gereksiz olduğunu düşündüler.”
17-25 Aralık: Barışa darbe
Davutoğlu‘nun analizinden, “paralel yapı” tarafından gerçekleştirilen 17-25 Aralık Darbe Girişimi’nin yalnız Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’yi hedef almadığını, aynı zamanda bugün akan kanın da sorumlusu olduğunu anlıyoruz.
“17-25 Aralık Darbe Girişimi’nden sonra PKK’nın rotası değişti. Zaten Gezi Parkı ile başlayan bir gelişmenin olduğuna inanıyorlardı. Bu tarihten sonra, kulvarı değiştirdiler ve ülke içine silah ve patlayıcı stoklamaya başladıklarını tespit ettik. PKK, o darbe girişiminden sonra cesaretlendi ve kalıcı çözüm çabalarını baltalamaya başlayan bir çizgiyi tercih etti. Beklentileri, AK Parti’nin büyük bir kumpas sonucu yıkılacağıydı.”
PKK Baas’a neden yanaştı?..
PKK, Türkiye ile temas halindeyken neden Baas’a yanaştı? Kuzey Suriye’deki çatışmaların başladığı dönemde Ankara’ya davet edilen ve başında bulunduğu PYD’yi diğer muhalif güçlerle birlikte hareket etmeye ikna edilen Salih Müslim, birden, neden döndü? Bu sorunun yanıtında ise bir dış gücün, ABD’nin zaafiyeti yatıyor.
“Amerikan yönetimi, Rusya’nın araya girmesiyle, Esed’in kimyasal silah kullanması karşısında kendi kırmızı çizgilerini kendi çiğnedi. Bu, PKK ve haliyle PYD’de, Esed’in gitmeyeceği, hatta zaman içinde güçleneceği düşüncesini doğurdu.”
…Ve Kobani…
Davutoğlu‘nun, “Kobani’ye çok genç ve deneyimsiz savaşçılarını adeta ölüme gönderir gibi gönderip, asıl unsurlarını bölgeden çekip Türkiye topraklarına sızdırmaya çalışmaları her şeyi ispatlıyor zaten” sözleri de önemli. Böylece Demirtaş‘ın “Kobani destanında” deneyimsiz Kürt gençlerin ölüm taburlarına dönüştürüldüğünü, bu durumun Türk topraklarına savaşçı sızdırma için kullanıldığını da anlıyoruz. (Dikkat edin, zaten bugünkü çatışma ortamı da Suruç’taki bir kanlı komplo ile başladı, gencecik çocukları bu komploda kaybettik.)
Bütün bunlar yaşanırken Demirtaş‘ı “cici çocuk” yapanlar, twitter’dan “Oyum HDP’ye” kampanyaları düzenleyenler… Terörle bağlantılı bu partinin seçim sonucunu sevinçle karşılayanlar…