Fabrika ayarlarına dönmek ve Nato üslerini açmak

Yazarlar
Burhanettin Can’ın Milli gazetesindeki “FABRİKA AYARLARINA DÖNMEK DEMEK NATO ÜSLERİNİ AÇMAK DEMEK MİDİR?-1” başlıklıyazısı.. Giriş Burada, “Türkiye NATO toprağıdır” denerek(1) tüm NA...
EMOJİLE

Burhanettin Can’ın Milli gazetesindeki “FABRİKA AYARLARINA DÖNMEK DEMEK NATO ÜSLERİNİ AÇMAK DEMEK MİDİR?-1” başlıklıyazısı..

Giriş

Burada, “Türkiye NATO toprağıdır” denerek(1) tüm NATO üslerinin açılması ve diğer hava alanlarının NATO kullanımına sunulmasının AKP’nin 2002’deki “fabrika ayarlarına dönmesi” ile ilgili olup olmadığı ele alınacaktır. Ancak öncelikle NATO’nun “yeni konseptinin” ve bunun “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” ile ilişkisinin hatırlanmasında fayda vardır

“Yeni NATO Konsepti”

NATO, 1949 yılında kurulduğunda, ABD, üç temel amacı öngörmüştür: Birincisi, Sovyetlerin komünizmi yaymasına mani olmak; ikincisi, Amerika’nın Avrupa’da siyasi bir aktör olarak varlığını devam etmesini sağlamak ve üçüncüsü de Almanya’yı kontrol altında tutmak(2).

ABD, soğuk savaşı fırsat olarak kullanıp, kendi değerlerini üye ülkelere ve dünyaya yaymıştır. NATO’nun en büyük tahribatı, pakt içinde ki ülkelerin askeri personelini, zihinsel olarak ifsat edip kendi halkına yabancılaştırması olmuştur.

  1989 yılında, Soğuk Savaş sona ermiş; 1991 yılında da, Sovyetler Birliği dağılarak Batı için tehdit olmaktan çıkmıştır. Buna rağmen, ABD, ısrarla NATO’nun varlığını devam ettirmesini, hatta genişletilmesini istemiştir. 1990 yılında yapılan Londra Zirvesi’nde, NATO’nun varlığını sürdürmesi kararı alınmış ve bunun için 1949 yılında ortaya konmuş olan kuruluş amacı (diğer devletlerden gelecek saldırılar), genişletilerek değiştirilmiştir. NATO’nun “yeni güvenlik kavramı”, ‘uluslararası istikrarsızlık’, ‘göç dalgası tehlikesi’ ve ‘uyuşturucu ticaretine karşı önlemler’ alınması şeklinde belirlenmiştir(3). Londra Zirvesi’nde, ‘uluslararası güvenliği tehdit eden’, ‘uluslararası istikrarsızlığa’ neden olan unsurlar tabiri ile çok esnek bir tanımlama yapılarak NATO’ya hareket elastikiyeti kazandırılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile NATO ülkelerine yönelebilecek tehditle ilgili ortaya çıkan belirsizlik, NATO’nun hem varlığını hem de genişlemesini anlamsız hale getirmiştir. Bu durumu aşmak için, 1995 yılında, dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes, Batı ve NATO için en ciddi tehlikenin, ‘İslamcı terörizm’ olduğunu ifade ederek NATO için aranan düşmanı bulmuştur(4).

1999 Washington Zirvesi’nde NATO Stratejik Konsept’i; “İttifakın, ortak çıkarlarına yönelik olarak oluşabilecek yeni tehditlerin (bölgesel çatışmalar, kitle imha silahları ve terörizm gibi ulus ötesi tehditler) önlenebilmesi için yeni görevler üstlenebilmesi ve bu amaçla savunma kabiliyetlerini geliştirilmesinin gerekliliği”, olarak kabul edilmiştir(4). ABD, 2001 yılında, “11 Eylül” diye anılan, ABD derin devletinin derin provokasyonu olan saldırı ile birlikte terörizmin, ciddi bir ulusal ve uluslararası güvenlik sorunu ve tehdidi olduğunu üye ülkelere kabul ettirmiştir. Bunun sonucunda NATO müttefikleri, 3 Ekim 2001 tarihinde terörizmle mücadelede konusunda bir dizi karar almışlardır. 

  “Kartal Yardımı Operasyonu” (9 Ekim 2001–16 Mayıs 2002) ile Afganistan işgal edilmiştir. “Aktif Çaba Operasyonu” ( 26 Ekim 2001) ile Akdeniz’deki denizcilik faaliyetleri kontrol edilmeye başlanmıştır. Bu operasyonun görev alanı, 10 Mart 2003’de Cebelitarık Boğazı’ndan geçişler ve Mart 2004’de Akdeniz’in tamamını kapsayacak şeklide genişletilmiştir(4).

Terörizm, 21-22 Kasım 2002 Prag Zirvesi’nde stratejik bir tehdit olarak üyeler tarafından kabul edilmiştir. Böylelikle yeni NATO’ya, sadece savunma temelli bir misyon yüklenmemiş, aynı zamanda, terörizmle mücadele gibi yeni tehditlere karşı, ihtiyaç duyulan her yerde görev alabilecek bir fonksiyon da yüklenmiştir. Prag Zirvesi ile birlikte başlatılan yeniden yapılanma sürecinde, terörle mücadeleye yönelik olarak müttefikler, “yeni tehditlerle mücadele edebilecek şekilde kabiliyetlerini geliştireceklerine dair siyası bir taahhütte (PYT) bulunmuşlardır”(4).

ABD’nin amacı, NATO’yu küresel bir güç haline getirerek yeni düzenlemelerle, müttefik güçleri daha aktif, daha hızlı hareket edebilen bir yapıya kavuşturup, onlara bazı külfetleri ve sorumlulukları yıkma ve onları birer Truva atı olarak kullanmaktır.  Bu sebeple 2002’de, NATO Askeri Komitesi Başkanı General Naumann, NATO’nun yeni döneme ilişkin fonksiyonunu, “küresel bir ittifak”  olarak tanımlamıştır(5). Nitekim,  Prag zirvesinde kabul edilen ‘Sivil Olağanüstü Hal Eylem Planı’ ile terörizmle mücadele edebilecek ‘acil müdahale kuvvetinin kurulması’, ilk kez seslendirilmiştir. Dönemin (2003) NATO Konseyi Daimi Üyesi Nicholas Burns’a göre “eski NATO ölmüştür yeni NATO, ‘şerif ve istekliler koalisyonundan’ oluşmalıdır”(6).

2004 Mart’ında, 7 Doğu Avrupa ülkesinin NATO’ya dâhil edilmesi ile birlikte, Baltık Denizi’nde NATO üssünün kurulması öngörülmüş, füze savunma sistemlerinin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır. 27–28 Haziran 2004’de yapılan NATO İstanbul Zirvesi’nde, Kafkasya ülkeleriyle ilişkileri artırma (Yoğunlaştırılmış Diyalog) kararı alınmıştır. Bu zirvede, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan’ın NATO ittifakıyla “Bireysel Ortaklık Harekât Planı” geliştirme isteklerine de onay verilmiştir(7).

NATO’nun Bükreş Zirvesi’nde (Nisan 2008), Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınacağı açıklanmıştır. NATO Strazburg (Nisan 2009), Lizbon (Kasım 2010) ve Chicago zirvelerinde de Gürcistan’ın üye yapılacağı tekrarlanmıştır. 2010 yılında Portekiz’in başkenti Lizbon’da gerçekleştirilen zirvede, NATO’nun füze savunma sistemlerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi kararı alınarak Türkiye ile Rusya karşı karşıya getirilmiştir.

Lizbon zirvesine kadar NATO’nun amacı, müttefiklerine yönelik tehditlere karşı bir koruma göreviydi. Ancak, Lizbon zirvesinde, NATO’nun dünyadaki kriz bölgelerine(!) müdahale etmesine karar verilerek hukuki bir altyapı meydana getirilmiştir. NATO “Stratejik Kavram’ının 20. Maddesi’nde, NATO’nun sınırlarının ötesinde ortaya çıkan/çıkabilecek risklerin, ittifak üyelerine doğrudan tehdit oluşturabileceğini ve NATO’nun bu nedenle muhtemel krizlere, çatışmalara ve çatışma sonrası istikrarın sağlanması bağlamındaki çabalara müdahil olacağı” belirtilmektedir(7). Bu zirvede siber saldırı konusunun da, NATO tarafından tehdit olarak algılanması kabul edilmiştir.

20-21 Mayıs 2012’de yapılan Chicago Zirvesi’nde Füze Savunma Sisteminin Malatya Kürecik’te kurulması kabul edilmiştir(2).

“Yeni NATO Ve Büyük Ortadoğu”

24 Ekim 2003’ Prag’da gerçekleştirilen ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta, NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı ‘Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konuşmasında, NATO’nun yeni görev alanının, “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” olduğunu ve NATO ülkelerine asıl tehdidin bu coğrafyadan geleceğini ifade etmiştir(6). Bu yaklaşımla ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni en az zayiatla uygulayabilmek için pek çok ülkeyi projeye, “Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi” kapsamında, “taşeron olarak” dahil etmeye çalışmaktadır. ‘Akdeniz Diyalogu’ bunlardan biridir. Bunun yanı sıra Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin taşeron olarak NATO’ya hizmet etmeleri öngörülmektedir(6). Aralık 2015’de Karadağ NATO’nun 29. üyesi olmaya davet edilmiştir(8).

Sonuç: Gönüllü Kuruluşlar ve Türkiye’deki NATO Üsleri

İslam, 1995 yılında, NATO tarafından “düşman ve tehdit” olarak ilan edilmiştir. 2003 yılından itibaren her fırsatta NATO, Büyük Ortadoğu’da konuşlanmaya çalışmaktadır. NATO’da yapılan tüm değişikliklerle, ABD, NATO aracılığıyla İslam coğrafyasını parçalayıp işgal etmek istemektedir. Bu niyet, bütün çıplaklığı ile ortada dururken NATO’nun Irak-Suriye hattına müdahil olmasını istemek, üsleri ve hava alanlarını açmak, 21. asır seküler Haçlı Seferleri’ne yardımcı olmak demektir. Rahmetli Özal’ın Irak’taki göç dalgasını bahane ederek NATO’yu göreve çağırması ile Türkiye’ye gelip yerleşen Çekiç Güç, hem PKK’nın hem de Kuzey Irak’ın bugünkü şeklini almasının temellerini atmıştır. Aynı deneyimi tekrar yaşamak büyük bir hata olur.

PKK-PYD-İŞİD, ABD-AB-NATO-İsrail-İngiltere koruması altında büyümüş, bölgenin başına bela olmuşlardır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kesin bir dille, Musul –Başika Kampı’na gönderilen askerlerimiz, “çekilmeyecek” dedikten sonra, ABD’nin müdahale etmesi ile askerimizin geri çekilmeye başlaması, ABD’nin Türkiye’ye ihanetinden başka bir şey değildir.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in, “Türk askerleri, Irak topraklarına Bağdat’ın rızası alınmadan girdi. Türkiye ve Irak’ın diyalogu artırıp gerilimi düşürmesi, şu anda her zamankinden daha önemlidir. ABD, Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı duyuyor. Türkiye’den de aynısını bekliyoruz” demesi, tam bir iki yüzlülüktür(10).

ABD dost değil düşmandır ve Türkiye ve İslam dünyasına ihanet içerisindedir.

NATO, Türkiye ile Suriye-İran ittifakını savaşa sokarak, savaşı da bir mezhep savaşına dönüştürerek, bölgede Sünni-Şii eksenli derin bir fay hattı oluşturmak istemektedir. Suud önderliğinde kurulan ve İran’ı dışta tutan “Teröre Karşı İslam İttifakı” kurulması, “İslam’ın İslam’la savaşından” başka bir sonuç doğurmayacak, bölgeyi mezhep eksenli bir savaşa hızla sürükleyecektir. NATO Genel Sekreteri, Stoltenberg’ın (08.12.2015) konuşması, bunu doğrulamaktadır:

“Suriye’deki çatışma, Batı ve İslam dünyası arasındaki bir savaş değil, radikalizm ve terörizme karşı savaştır. Bu savaşta Müslümanlar ön cephede.  Kurbanların çoğu Müslüman ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğu da Müslüman. Bu mücadeleyi onlar için yürütemeyiz. Bu, koalisyonun ve NATO müttefiklerinin gündeminde yok. ABD’nin sınırlı sayıda özel kuvvetleri var.

Ön planda olan şey ise, yerel güçleri kuvvetlendirmek. Bu kolay değil ama tek seçenek bu”(9).

Türkiye vekâlet savaşlarının bir unsuru olmamalı; bölge ülkeleri ile onurlu bir barış ortamı sağlamalıdır. Türkiye’nin böyle bir gücü hâlâ daha vardır. Bu gücü harekete geçirecek olan mekanizma, gönüllü kuruluşlardır. Bu nedenle tüm gönüllü kuruluşların sorumluluk üstlenmesi, duygusal davranmaması, NATO, Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin’in bölgeyi terk etmesi için hem toplumsal şuuru hem de ümmet şuurunu harekete geçirmesi gerekmektedir. Türkiye, Suud, Mısır ve İran’ın uyguladıkları politikaları tekrar gözden geçirmeleri için gönüllü kuruluşlar sorumluluk üstlenmelidir.

NATO üsleri kapansın.

Yabancılar bölgeyi terk etsin.

kaynaklar

1- Anadolu Ajansı 22.11.2012; http://aa.com.tr/tr/politika/tsk-karar-verecek/306568

2-Özertem H.S., Rusya NATO ilişkileri, Analist dergisi Sayı 17, Temmuz 2012, S: 42-45

3-Akalın, C., ‘NATO (Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü) Yayıldıkça Krize mi Sürükleniyor?’, Jeopolitik, Yıl: 3,     Sayı: 11, Yaz 2004, s. 88

4-  YAMAN, D.,  Nato’nun Yeni Görevi: ‘Terörizmle Mücadele’ ve Bu Eksende

Atılan Adımlar, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 2, No: 7 ss.41-53, 2006

5- Naumann K., NATO Yeni Karar Zamanı, NATO Review, Yaz 2002, S:1-6

6- Burns, R. N., Yeni NATO Ve Büyük Ortadoğu 24 Ekim, 2003

7- Güner, Ö., Gürcistan’ın NATO Bilmecesi ve Rusya,  Analist dergisi,  Sayı 17, Temmuz 2012, s: 46-47.

8-http://www.ihlassondakika.com/dunya/nato-genel-sekrateri-stoltenberg-bu-islam-bati-savasi-degil-716558

9-Milliyet 08.12.2015 http://www.milliyet.com.tr/nato-hiristiyanlar-kulubu-mu-oldu-/dunya/detay/2159978/default.htm

10- http://www.sozcu.com.tr/2015/dunya/joe-bidenden-turkiye-cekilsin-cagrisi-1010637/