“Avrupa’nın kalbi”ni vuran kim?

Yazarlar
Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında terör olaylarını ve arkaplanını değerlendirirken “İkiz kulelerin uçaklanması ile işgal, kuşatma ve zihinlerin teslim alındığı, bir coğrafyanın re...
EMOJİLE

Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında terör olaylarını ve arkaplanını değerlendirirken “İkiz kulelerin uçaklanması ile işgal, kuşatma ve zihinlerin teslim alındığı, bir coğrafyanın rehin tutulduğu sürecin farklı sonuçlarıyla karşı karşıyayız.”diyor.İşte o yazı…

Belçika’da patlatılan bombalar için gösterilen adres hayli manidar. Avrupa’nın kalbi vuruldu/ bombalandı. Bu durumda Avrupa’yı kalbinden vuranlar da İslam’ın kalbinden gelenler olmuş oluyor.

Belçika’nın başkenti Brüksel’de bombaların patlamış olması bir gerçek. Ancak tartışılması gereken Belçika’nın, Brüksel’in Avrupa’nın kalbi olup olmadığı. Eğer Brüksel’i Avrupa’nın kalbi sayacak olursak hedefi on ikiden isabet ettirmiş bir karşı iradeden bahsetmemiz gerekecek. Saldırıya uğrayan bir Avrupa’ya karşılık saldıran öteki, yani İslam?

Görünüşe bakılırsa Brüksel Avrupa’nın merkezi, hatta Batının merkezi bile sayılabilir. Avrupa Parlamentosu’nun merkezi olması hasebiyle Avrupa’nın, NATO merkezine ev sahipliği yapması hasebiyle Batı ittifakının kalbi gibi görünüyor.

Şekil şartları bakımından Avrupa’nın ve de Kuzey Atlantik İttifakı’nın (bu ittifakın içinde Türkiye de var) merkezinin bulunduğu Brüksel için Avrupa’nın kalbi denilmesi isabetli gibi duruyor. Ancak Brüksel’in başkent olduğu Belçika’nın kendisi bizzat Avrupa’nın hatası bir ülke. Avrupa içi boğuşmaların neticesi ortaya çıkarılmış bir tampon ülke olarak bugün dağılmamak için uzatmaları oynuyor.

Diğer taraftan Avrupa Birliği ve Avrupa oluşumlarının pek çok temsili merkezleri de özgül ağırlıkları ve siyasal temsiliyetleri bakımından periferide kalmış ülkelerde konumlanmış durumda. Avrupa Birliği’nin başkenti sayılan Kopenhag’ın başkenti olduğu Danimarka’nın Avrupa açısından ağırlığı ne olabilir? Tıpkı Brüksel’e yüklenen anlama tezat olarak Belçika’nın yahut Adalet Divanı’nın bulunduğu Lahey’i gibi.

Avrupa Birliği’nin ana omurgasını oluşturan büyük ülkeler kendi aralarında nüfuz rekabetine girmelerini en azından şekil şartları bakımından önlemek için, özgül ağırlığı olmayan küçük devletlere önemli temsilcilikleri dağıtma yoluna gittiler. Böylece temsiliyetin sağlayacağı özgül ağırlık rakip büyük güçler açısından minimize edilmiş olacaktı.

Bu merkezlerin neden Paris’te, Berlin’de, Viyana’da, Londra’da değil de Kopenhag, Brüksel gibi küçük, etkisiz ülkelerin başkentlerinde, şehirlerinde konumlandığı sorusu muhtemel Avrupa tasarımından bağımsız cevaplanamaz. Büyük rekabetlerin büyük mücadelelerle, büyük dünya savaşlarıyla sonuçlandığını; eski dünya düzeninin Avrupa efsanesini yerle bir ettiğini, bu çatışmanın bedelini bir daha ödeyemeyeceğini idrak etti Avrupa. AB; merkezi bir imparatorluk gücünün tüm Avrupa’yı ele geçirip birleştirmesine dayalı yeniden Roma’yı kurma fikri yerine, daha dengeli ve uzlaşmayla gerçekleşen küresel Roma hayalinin ince ayrıntılarla kurgulanmış şeklidir. Ne var ki bu Avrupa’nın kendisi, kurgulanmış Roma’nın kalbinin olduğu yerlerde temsil edilmiyor. Parçalanmış bir temsiliyet, hiç bir rakip güce özgül ağırlık imkanı tanımamak üzere kurgulandı.

Bir gösterge olarak Brüksel ne kadar Avrupa’nın kalbi ise kendini patlatarak ‘Avrupa’nın kalbi’ni bombalayanların da o nisbette İslam’ın kalbini temsil ettiği sonucu çıkarılabilir.
O halde bu parçalanmış Avrupalılık kurgusunun ötekisi kim?

Eğer Brüksel Avrupa’nın kalbi ise, kendini patlatanlar da Avrupa’nın ötekisi olarak İslam’ın kalbini temsil ediyor olmalı? Avrupa’yı hedef alanlar ancak o sıklette bir temsil kabiliyeti olan merkez, taraf, stratejik akıl adına bombalıyor olabilir.

Şimdiye kadar bombacıların İslam’ın merkez üssünü, kalbini, Müslümanlığın yaşayan temsili adına patlatıldığını resmi olarak çok açık söylenmese de İslamofobik söylem bunu ima etmekten kaçınmıyor. Terörün modern zamanlara özgü her tür sınır ve kutsalı hiç ederek yine kutsal adına kan döktüğü ortamda kurbanları gibi failleri de birbirine benzeşiyor. Farklı iddialar adına benzer tipler kan döküyor.

Hiçbir komplo teorisine yer bırakmadan, 11 Eylül’ü gerçekleştirenlerin kendi adlarına planladıkları varsayılsa bile, tüm Müslümanların geleceğini ipotek altına alan bu saldırı İslam’ın Batıya karşı rövanşı olarak okunabilir mi? Amerika’nın “uçaklanması” üzerinden tüm İslam alemine nizam vermeye kalkan küresel hegemonlar, saldırıyı Müslümanlar adına ve de Müslümanlığın zorunlu sonucu olduğunu düşünmemizi istediler. Böylece küresel hegemonik stratejinin bir parçası olarak Ortadoğu’nun ve Müslümanların adam edilmesi, uygarlaştırılması, demokratik hizaya getirilmesi mümkün olabilecekti.

Benzer biçimde, Avrupa sivilasyonunun kalbinde patlayan bombalara temsil niteliği yüklemek isteyenlerin rövanşist stratejileri için söylem üstünlüğünü ele geçirme hamlesi olarak okunmalıdır.

Ortadoğu’yu rehin alan sekter ve de modern terörün bölgede tahkimi sağlanırken nihilist bir intikam duygusuyla kendini Avrupa’nın kalbinde patlattığını düşünmemizi isteyenlerin yeni söylemleri bu stratejini ipuçlarını verecektir.

yazının devamını okumak için..