Yusuf Kaplan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Hadislere, mezheplere, Hz. Peygamber’in (sav) konumuna, dolayısıyla cemaatlere ve tasavvufa saldırılıyor…
15 Temmuz sürecinin bir uzantısı olarak başlatılan cemaatlere yönelik saldırılar önümüzdeki süreçte katlanarak artacak, ne yazık ki!
TERÖR SÜRECİ’NDEN SONRA FİTNE SÜRECİ…
Neden peki?
Bunun iki temel nedeni var: Önce, Müslümanların akîdelerini sarsmak, sonra da Müslüman cemaatleri birbirine düşürmek.
Yani, önce İslâmî akîdevî omurgayı, sonra da Müslüman toplum omurgasını çökertmek!
Terör süreci’nden sonra Fitne Süreci devreye girdirilecek…
Müslüman toplumun akîdesini sarsıp, genelde toplumun İslâm’dan soğumasını sağlayacak, özelde ise cemaatleri birbirine düşürecek tehlikeli bir süreç bu!
Diyanet, bu tehlikeli sürece kayıtsız kalamaz.
MEDENİYET KRİZİ: MÜSLÜMAN ZİHNİ’NİN VE MÜSLÜMANCA YAŞAMA ZEMİNİ’NİN ÇÖKMESİ
Sorun, öncelikle, bizimle ilgili elbette: İslâm dünyası iki asırdır ikinci büyük medeniyet krizini yaşıyor.
Bu kriz, Müslümanların, tarihlerinde, daha önce yaşamadıkları bir fetret dönemidir: Müslümanların hem İslâm’la hem de dünyayla, dolayısıyla Batı’yla simülatif yani sığ, sahte ve yüzeysel ilişki kurmalarıdır.
Yaşadığımız medeniyet krizi, Müslüman zihninin çökmesiyle ve Müslümanca yaşama Zemin’inin yerle bir olmasıyla sonuçlandı.
Müslümanlar, Müslüman zihnine, Müslümanca duyma ve düşünme biçimlerine ve Müslümanca yaşama zeminine kavuşamadıkları sürece İslâm’a da, başka dünyalara da hakkıyla nüfûz edemez, sorunlarını kavrayamaz ve çözemezler.
DÜNYA, BATI’NIN ESERİ, İNSANLIK BATI’NIN ESİRİ
İşte tam bu noktada devreye Batı uygarlığı giriyor…
Yaklaşık üç asırdır, dünyayı yalnızca Batılılar şekillendiriyor: Dünyanın kullandığı bütün kavramlar ve kurumlar Batılıların eseri; dünya da Batılıların esiri.
İşte meselenin püf noktası burada gizli.
O yüzden Batı uygarlığının dünyada hangi felsefî temeller üzerinden hegemonya kurduklarını, başka medeniyetleri zihnen nasıl fosilleştirdiklerini çok iyi kavrayamadığımız sürece, temel varoluşsal sorunlarımızı kavrayamayız. İşin ürpertici yanı, bunun farkında bile değiliz henüz!
KORKU’NUN NEDENİ: KÖLE PSİKOLOJİSİ
Batı uygarlığı, umutlar üzerine değil korkular üzerine kuruldu.
O yüzden icat ettiği hayalî korkular üzerinden kendini kuruyor, kendini koruyor, varlığını ve dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmeye çalışıyor.
Ama şu kadîm ilkeyi unutuyor: Korkunun ecele faydası yok. Korkular üzerinden üretilen hayallerin zamanla hayalete dönüşmesi kaçınılmazdır.
Batı uygarlığının en temel korkusu, korkularının açığa çıkması ve kaçınılmaz sonunu hazırlaması.
O yüzden, sözgelişi, İslâm korkusu, bin küsûr yıldır, Batı’yı hem canlı tutuyor hem de kan’la tarih yazmasına neden oluyor.
Batı uygarlığının dayandığı korku’nun felsefî temelleri üzerinde derinlemesine kafa patlatmamız gerekiyor. İnsanlığın, insanca ve hakça bir dünyaya kavuşabilmesinin önündeki en temel nedenleri kavrayabilmemiz için.
Nietzsche, Batı uygarlığının “köle psikolojisi”ne dayandığını söyler. Ve bu köle psikolojisinin arkeolojisini ve soykütüğünü çıkarır ufuk ve zihin açıcı bir dille…
Köle psikolojisinin temel nedeni, üstada göre, hayata “evet” diyememesidir.
Ne demek “hayata evet diyememek”?
FITRATIN VE HAKİKATİN YİTİRİLMESİ
İslâm ilim, irfan ve hikmet birikiminden devşirdiğim -âcizâne- kendi terimlerimle izah etmem gerekirse…
Yalnızca soyut kavramlarla ve hayatı sadece insanın şekillendirebileceği bir insan ve dünya algısıyla hareket ettiği için Batı uygarlığının hakikatle doğrudan irtibat kuramaması ve hayata değememesi: Batı uygarlığının “hayata evet diyememesi”nin nedenleri burada gizli.
Burası çok önemli:
Hayata değemediği için hayata evet diyemedi Batılılar!
Hakikatle irtibat kurabilmiş olsalardı, insanın fıtratını yakalayabilecekler, insanı “her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltme” şaşkınlığı sergilemeyecekler, hayatı bir bütün olarak idrak edebileceklerdi Batılılar.
Özetle, Batılılar, modernlikle birlikte bu korku heyûlasını çok abarttılar: Dünyayı “uygar ve barbar”, “Batı ve diğerleri” diye ikiye ayırdılar.
Önlerine çıkan güçleri, canavar olarak sundular.
İşte İslâm korkusu, Baudrillard’ın da çok açıkça ifade ettiği gibi, İslâm’ın tarih sahnesine çıkışının önünü kesmek ve küresel kapitalist sistemin önündeki bu takozu etkisiz hâle getirmek için hayâlî olarak icat edildi.
Yanlış hayaller üzerine icat edilen bütün dünyalar, hayalete ve kâbusa dönüşmeye mahkûmdur.
“KUR’ÂN İSLÂMI”: PEYGAMBERSİZ İSLÂM İCAT ETMEYİ AMAÇLAYAN ORYANTALİST BİR PROJE
Hz. Peygamber’in (sav) devre dışı bırakılması, peygambersiz bir İslâm icat edilmesi, iki asırlık bir oryantalist projedir.
Akademik oryantalizm bitti bitmesine ama meyveleri özellikle de medyatik oryantalizmin zıvanadan çıkmasıyla (İslâm’ın, kan emici, terör dini olarak sunulmasıyla) meyvelerini vermeye başladı.
İslâm dünyasının yaşadığı ikinci büyük medeniyet krizi, Müslümanların Batı karşısında iki asırdır aşağılık kompleksi yaşamalarına yol açtı; bu da, hadislere, mezheplere, Hz. Peygamber’in konumuna yapılan saldırıyla, paralel dinler icat edilmesinin yapı taşlarını döşeyecek İslâm akîdesini çökertme girişimlerini kolaylaştırdı.
Müslüman Zihni’nin ve Müslümanca yaşama Zemininin yok olduğu bir süreçte, zihinleri çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen bazı zavallı insanlar, şimdi “Kur’ân İslâmı” denen oryantalist bir projeyle Müslümanların akîdelerini sarsacak ve Müslüman toplum omurgasını çökertecek fitne-fesat tohumları ekmeye başladılar.
FİTNE, “SINIR” TANIMIYOR…
Bunun son örneklerinden biri, bazı Müslüman cemaatlerin “Kur’ânsız Müslümanlık” icat etmeye çalıştıkları fitnesi!
Kur’ansız Müslümanlık olur mu? Ne kadar ürpertici bir saçmalık bu!
Asıl hedef, Peygambersiz İslâm icat etmek oysa. Hedef saptırıyorlar.
Kavrayamadıkları yakıcı mesele şu: Kur’ân asıldır. Sünnet-i Seniyye usûldür. Aslolan hakikate vusûldür / varmaktır. Usûl olmadan asıl anlaşılamaz, vusûle ulaşılamaz.
Mezhepler de usûl yolculuklarıdır.
Mezhepleri ortadan kaldırdığınız zaman n-Nebevî, dolayısıyla Kur’ânî usûl de ortadan kalkar. Önüne gelen kafasına göre mezhep icat etmeye kalkışır ve mezhepsizlik en büyük “mezhep” olur.
Ortada dinden eser kalmaz.
DEVLER VE CÜCELER…
Sonuç olarak Gazâlî, Râzî, Buharî, İbn Arabî, İmam Rabbânî gibi …