Akif Emre yenişafak gazetesindeki yazısında: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun İsrailli eski bakan Tzipi Livni ile Münihte selfie çektirmesi üzerinden “footoğraf” ve “selfie” üzerine derinlikli bir yazı kaleme almış. Emre’nin “Fotoğraf çekmek ateş etmektir. İngilizcede fotoğraf çekmekle silah kullanmak, silahı ateşlemek aynı kelime ile ifade ediliyor.Eğer fotoğraf çekmek ateş etmekse selfie çekmek silahı kendine doğrultmaktır. Bir tür intihar.” dediği o yazısı…
Fotoğrafın icadını insanlık tarihinin ikinci büyük devrimi olarak açıklar fotoğraf felsefesi ile uğraşanlar. Bu yaklaşıma göre, nasıl yazının, yani bugün kullandığımız anlamda lineer yazının icadı insanlık için bir dönüm noktası ise, fotoğraf makinesinin keşfini de ikinci büyük dönem olarak yorumlanır. Zira görsel düşünme, algılama ve ifade gücü yeni bir boyut kazanmıştır. Artık fotoğraf kendi gramerini, metnini oluşturacaktır.
Fotoğrafa bu derecede anlam yüklenmesini abartılı bulanlar da vardır elbette. Yine de hatıra olmak üzere çektirilmiş bir resme hemen hepimiz olduğundan çok farklı boyutta anlamlar sığdırmaya çalışırız.. Mazi, unutulmuşluklar, geri gelmeyecek olan anlar… Aynaya aksedenden daha farklı yansımadır.
Fotoğrafı, objeyi zaman ve mekanı ekseninde dört boyutuyla sentezleyerek yüzeye iki boyutlu yansıtılması olarak tanımlıyor V. Fulusser. Bir yüzeye aktarılan fotoğrafın yansıttığı hakikat onu gören gözün algılayışına bağlıdır. Hakikatin yeniden yorumlanarak yüzeyde tecellisi belki de…
Her gözün bir fotoğraf çekme tarzı olduğu her gözün bir veya birçok fotoğraf okuma biçimi vardır.
İnsan neden fotoğraf çekmek ihtiyacı hisseder? Yahut insan neden kendi fotoğrafının çekilmesini ister. Bir yönüyle yazı yazmayı bilmekle edebi ürün vermek arasındaki farka gönderme yapılabilir. Böylece fotoğrafa daha sanatsal, felsefi boyut katmaya, yorumlamaya çalışanlar fotoğrafa sanat, fotoğrafçıyı da sanatkar gözüyle bakacaklardır. Fotoğrafa yüklenen bu aşırı anlam bir tarafa bırakalım.
Fotoğrafa düşen her suretin anlamını yitirmiş, donmuş bir nesneye dönüştüğünü düşündüğüm çoktur. Yüzeye yansıtılan, iki boyuta indirgenen, dondurulan ister suret, ister eşyanın kendisi olsun artık o kendine ait olmaktan çıkmıştır. Vizörden yansıtılan, hele dijital ortamda bilgisayar programının maharetine teslim edilmiş iki boyutlu edilgen bir gerçekliktir artık. Onu istediğimiz gibi şekillendirebilir, yorumlayabilir, algılarla oynayabiliriz.
Değil mi ki, fotoğraf felsefesi kurmaya gayret edenler de fotoğraf çekme eylemini dünyayı teslim alma, ele geçirme iştahımızla açıklamaya çalışırlar. Deklanşöre bir kez basarak istediğini, istediğin çerçevede yakalamak, teslim almak. Belki de öldürmek.
Fotoğraf teslim alma, elde etme, ele geçirme duygumuzu tatmin eder… Gözümüzün yeniden anlamlandırdığı fotoğraf aslında onu çeken fotoğraf makinesini, kamerayı değil fotoğraf makinesinin arkasındaki gözü yansıtır.
Fotoğrafçıyı da fotoğraf makinesi teslim alır… Hayata vizörden bakmaya alışan insan bir güzelliği temaşa etmeden önce fotoğraflamak ister. Bu öylesine tutkuya dönüşür ki, vizörsüz nesnelere bakamaz; nesneler, dünya vizöre sığdığı kadar anlam kazanır onun gözünde.
Aynı zamanda resmi çeken gözün nesneyi, çevresini, dünyayı bütüncül olarak nasıl gördüğünü değil vizöre sığdırdığı dünyayı yansıtır. Vizöre bir dünyayı sığdıran gözün sahibini de kamera, fotoğraf makinesi teslim alır.
Fotoğrafa yeni bir boyut katmaktan çok fotoğrafın var olan anlamını katleden nevzuhur icat da selfie… modern insanın kendini kendisine teşhir duygusunu tatmin ediyor. Kendini teşhir ederken teslim alınıyor. Belki farkına bile varmadan bir fotoğrafçının karesine girerek ona teslim alma duygusunu yaşatmanız, fotoğrafçının avını yakalama hazzını tatmasına bilinçli ya da bilinçsiz olarak katkı sunmanızla, bunu kendi kendinize yapmanız arasında da boyut farkı var.
Fotoğraf çekmek ateş etmektir. İngilizcede fotoğraf çekmekle silah kullanmak, silahı ateşlemek aynı kelime ile ifade ediliyor….
Elinde fotoğraf makinesi ile gördüğünüz insan aslında avlanmaktadır. Hakikat avcısı, hakikate teslim olur. Fotoğrafla hakikati avlayan avcının hakikati teslim alması ile hakikate teslim olması ile arasındaki fark modern insanın derin çelişkisidir.
Fotoğrafçıyı ava çıkan avcıyla ilişkilendiren bakış açısı her şeyden önce bu teknolojiyi geliştiren uygarlığın değerler yargılarını, bakış açısını yansıtır. Ateş etmek, silah kullanmakla fotoğraf çekmeyi aynı kelimede ifade eden bir anlam dünyası.
Eğer fotoğraf çekmek ateş etmekse selfie çekmek silahı kendine doğrultmaktır. Bir tür intihar.
Yahut kamerayı kendine çevirerek kendi kendinin esiri olmak.
Peki kendini teslim alan ne ya da kim?
Ateş altında kalmak ya da silahı kendine doğrultmak; kendi kendine ateş edersiniz yahut teslim alınırsınız.
Savaş suçlusu İsrailli bakanla selfie çektiren bakanın durumuna dair semiolojik bir okuma denemesiydi.
Fotoğraf çekmek, kendi kendini çekmek; avlamak yahut avlanmak, anlamın teslim alınması ya da anlamın teslim olması… bir fotoğraf karesine bunca çapraşık çağrışımlar her zaman sığdırılamaz. Fotoğrafın da ideolojisi vardır.