Haşmet Babaoğlu’nun Sabah gazetesindeki yazısı…
Pazar sözlüğü:
ARINMAK. Aslı “içi temizlemektir” desem… O “iç“i ara ki bulasın! Sorarsan, herkesin “içi temiz” zaten. Sonunda mide-bağırsak sistemine yılda bir kez “detoks” yaptırmak anlamına kullanılır oldu. Sözlüklerde bu fiilin karşılığında “kendini ıslah etmek, tövbe etmek” gibi karşılıklar da var, malum. Kendimizi beğenmekten ve “hatalarımızı sevme” modasından fırsat bulursak, umut ediyorum ki, “ıslah etme” aşamasına da geçeriz.
BORÇLU. Dünyayı kendine borçlu sanmak. Huzursuzluk içinde borcunu ödemesini bekleyip durmak… Günümüzün yeni mutsuzluğu. Sonunda birbakıyorsunuz ki, çekilmez biri olmuşsunuz. Çünkü borcunu dünyaya hatırlatmaya çalışıyorsunuz. Oysa dünya o sandığınız “şey” değil, size borcu falan yok, belki asıl onun alacaklı olduğunu düşünmek daha doğru olur.
CAN SIKINTISI. Yeni kuşak çocuklar ne çok sıkılıyorlar! Fakat bilirim ki, bir çocuk sıkılıyorsa dünyadan ve çevresinde olup bitenlerden sıkılıyordur; bir yetişkin ise hep ve gizlice kendinden sıkılır.
ÇAKAL. Bir zavallı hayvan. Küçük avcı ve leş yiyici olduğu için hakkında edilmedik laf kalmamıştır. Fakat iki halk deyişi var ki, meselenin özünü iyi anlatıyorlar: “Ne dağda bağım var, ne de çakalda davam” ve “akıl başta yoksa neylesin sakal, kayışı tarladan götürür çakal.”
DÜŞMAN. Lawrence Durrell’in roman kahramanlarından Pursewarden’ın bir lafını severim:
“Gerekli düşmanları kazanma sanatı.”
ESTETİKPSİKOTERAPİ. Bir psikolojik yardım biçimi. “Yok öyle bir şey!” diyeceksiniz şimdi. Literatürde karşınıza çıkmaz, kaynakçalarda bulunmaz. Fakat hayatta (ve tabii bu sözlükte) bir karşılığı var. Hatta en yaygın psikoterapi ekolü. Hiçbir derdi çözmüyor; tedavi etmiyor ama “güzel” ve “trendy” gösteriyor.
OTEL ODASI. Kapı ilk açılıp görevli valizlerimizi yere bıraktığında içimizde birden garip bir yalnızlık ve yanlışlık duygusu oluşur. Kısacık bir an “burada ne işimiz var” diye geçer aklımızdan. “Ev”imizde değiliz çünkü. Zaten yeryüzü sakinleriyle otel misafirleri ne çok benzerler!
TEVAZU. Her şeyden önce bir yürüyüş biçimidir. İncitmeden, gösterişle büyüklenmeden, geçip gitmek… Tabii şimdi bunu kim, nasıl anlayacak? Halbuki kitaba baksa, görecek: “has kullar onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler.” (25/63)