PAZAR SÖZLÜĞÜ:
AĞYAR. Başkaları. Uzaktan tanıdıklar. Yabancılar. Onlar şu dünya hayatındaki “cehennem”imiz mi, tartışılır. Fakat imrenmeyle başlayan ve çok tehlikeli yollara çıkan “kıyas” belasının kaynağıdır. Şimdi pek güncel ve yüzeysel bir şeyden, hani sosyal medya (facebook, instagram, vd) dertlerinden falan söz ediyorum sanacaksınız. Hayır! İnsanın en eski ve en derin dertlerindendir. Bakınız, 16. Yüzyıl’ın hikmet arayıcısı ve tabip şairi Nidai bile nasıl dertleniyordu: “Dil bunca acz ile nice etsin sena/ Ağyara oldu olmadı hiç aşina sana.”
AZALMAK. Çok şey öğrenip ne kadar az düşünürüz. Ne çok şey düşünüp ne kadar az severiz. Sevdiklerimiz sevileceklerin sayısından ne kadar azdır. Böyle böyle azalır, daralır, sıkılır, sıkışır, küçülürüz.
BİREY. Bencilliğini “özgürlük“; yalnız bırakılmışlığını “bağımsızlık” olarak adlandırmış. Haklarını her şeyden üstün tutuyor ki, haksızlık yapabilsin! Basbayağı alçağın teki ama bunu bilmiyor. Her karşılaşmamızda, “birey olma, birazinsan ol” diyorum ona.
ÇEKİRDEK AİLE. Yok öyle bir şey! Modern bir yalan. Anne, baba ve çocuk aile olmaya yetmez. Bu olsa olsa meyve (yani büyükanne ve büyükbabaların sürekli varlığı) kuruyup gittikten sonra geriye kalan çekirdektir.
İLKBAHAR. Takvimi bilmem. Aldırmam da… Ninem dünya hayatından ayrıldığından beri “cemre“leri birbirine karıştırıyorum. Halbuki çocuktum ve birlikte heyecan içinde ne güzel beklerdik; şimdi havaya, ardından suya, en son olarak da toprağa düşecekler… Artık ilkbahar bana birden bire geliyor. Dışarı çıkıyorum, bir bakıyorum ki sokaklar renkli sularla yıkanmış gibi. O zaman anlıyorum. Bir şey daha itiraf edeyim mi? Bazı yıllar gelmediği oluyor. Geçen yıl mesela, gelmedi. Bazen de hüzünle geliyor. Çünkü onca ışıltılı renkle ne yapacağını bilemiyorsun.
MUTLULUK. Eskiden ne güzeldi! Sevindiğimiz ve zamanın varlığını unuttuğumuz her “an“ımızı mutluluk sayıyorduk. Popüler kültür onu “evrensel bir mesaj ve proje” haline getirdiğinden beri artık üzerimizdeki lanet! Şimdi kesinkes mutsuzuz.
YAŞLANMAK. Hayallerin birer birer çekip gitmesi, hatıraların durmadan birikmesi… Yeni hayaller yerine hatıralara çeki düzen verip (hatta süsleyip) geri çağırmak… Aslında buna “yaşamak” da diyebiliriz. Uzadığında “yaşlanmak” oluyor.