Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Her toplumun alamet-i farikası olabilecek bazı özellikler öne çıkar. Reklam da tüketim alışkanlıklarından beslenen kapitalist ilişkilerin en önemli alametlerinden…
Reklamın artık hayatımızı tümüyle kuşattığı, sadece temel ihtiyaçlarımızın nasıl karşılanacağını belirlemekle kalmayıp dünya görüşümüzü, siyasal tercihlerimizi bile yönlendirdiği bir medya çağındayız. Bunun bir realite olarak karşımıza çıkması reklamın özünde yatan sahteliği meşrulaştırmayı gerektirmez. Bilakis tam da bu noktada, yani hayatımızı tüketim merkezli bir algıyla kuşatan ayartıcı kitle iletişim unsuruyla hesaplaşmayı gerektirir.
Bilinen hikayedir, basılı medya alanında gazeteyi ilk yaygınlaştıran İngilizler oldu. İngiltere’de 18. Yüzyıldan itibaren etkili gazeteler artık belli düzeye gelmişti. Başlangıçta gazetelere reklam vermek ayıplanan bir şeydi. Sanayi kapitalizminin beşiği sayılan İngiltere’de reklam veren tüccarlara pek itibarlı gözle bakılmazdı. Pek çok alanda olduğu gibi kapitalizmin yükselişe geçtiği medya toplumunda ahlaki değerler de çözülmeye başlayacaktı. Nitekim günlük gazetelerin yaygınlaşmasıyla reklam ve itibar konusundaki değer yargıları da altüst olacaktır.. Artık reklam vermek itibarlı işadamı olmanın göstergesiydi..
Bir sektör olarak reklamcılık sadece bir ürünün tanıtım çabası olmaktan çok fazla anlama işaret ediyor.
Hemen belirtmek gerekir ki, reklam insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere geleneksel anlamda bir ürün tanıtımı ile sınırlı olmayan sektörel olduğu kadar düşünsel bir faaliyettir.
Siyasal propagandalardan ürün kampanyalarına uzanan neredeyse hayatın tüm alanlarına burnunu sokan bir olgudan söz ediyoruz.
Reklam geleneksel anlamda ürün tanıtımı olmadığı gibi siyasal bilinçlenmenin bir aracı da değildir.
Endüstriyel bir sektörün ürünü olarak reklam; sermaye, tüketici ve ürün ilişkisine dayalı gerçek anlamda kitlelerin alışkanlıkları, zaafları, arzuları üzerinde oynayabildiği oranda başarılı olabilen, aynı zamanda zihinleri biçimlendiren organize bir çabadır.
Her şey bir tarafa, reklam hakkında söylenecek nihai söz, reklamın sahte hakikatler üretiyor olmasıdır. Ne türden ürün reklamı olursa olsun felsefesi gereği reklam gerçeklikleri ortaya sergileyerek onu tanıtmayı değil sahte gerçeklikler üretme işidir. ‘Hayatın gerçek tadı’nı küresel sermayenin alamet-i farikası bir ürünü tüketmeye başladığımızda ancak elde edebileceğimiz telkin edilir. Hayat ve hayatın tadına dair size yeni bir değer üretir. Modern tüketim toplumunda mutluluk, belli bir ürüne sahip olup olamamanıza bağlıdır. Benzer biçimde Müslüman bir toplumun helal haram anlayışını da altüst etmektedir.
Reklama bu denli anlam yüklenmesine itiraz edenler, beğenmediğin ürünü almazsın itirazıyla karşılık verecektir. Aslında burada beğenilmeyen ihtiyaç duyduğunuz ürün olmaktan çok reklam olabilir, yani başarısız bir reklam sizi o üründen uzaklaştırmış olabilir. Bu itiraz temelde, kitle iletişiminin görsel, işitsel anlamda dünyayı kavrama misyonu yüklendiği medya çağında tüketimin esiri olmaya hazır hale getirilen yığınların direnme gücünün alınmasını gözardı eder…
Reklamın başarısı insanın ihtiyaçlarının yanı sıra, hatta daha çok arzuları, özlemleri, zaafları ile oynadığı orandadır. Yani son derece rasyonel hesaplarla işini yürüten kapitalizmin müşterilerinin daha doğrusu tüketicinin duygularıyla oynaması esastır. Bu anlamda reklamın en önemli özelliği, rasyonaliteden uzaklaştığı, duygusal unsurları devreye soktuğu oranda amacına ulaşabilir olmasıdır.
Sahte hakikatlerin üretimi insanın bilincinden çok algılarının ve duygularının harekete geçirilmesiyle mümkün olabilir.
Başarılı hiç bir reklam rasyonel mesajlar vermez. Zihin dünyası yeni şekillenmekte olan çocuklar bunun en iyi örneği. Çocukların en çok nelerden etkilendiklerine bakıp reklamın doğasına dair karar vermek kolaylaşır.
Siyasal kampanyalar da bir tür reklamdır.
Modern siyasal toplumun yönlendirilmesi, ikna edilmesi, geleceğini belirleyecek kararların alınmasında toplumsal taleplerden çok toplumsal zaaflar devreye girer.
Toplumun gelecek beklentisi, korkuları, endişeleri, özlemleri başarı ile bu kampanyalarda kullanılır…
Reklam senaryoları hazırlayanlar sadece kişisel ikna yeteneklerini kullanmazlar. Çalıştığı sermaye, siyasal örgüt adına hareket eden kitlesel kişiliklerdir. Sanılanın aksine somut bir şahsın kalem ve hayal gücünün devreye girdiği başarı öyküleri değildir.
Reklam sloganının ya da bir reklam filminin arkasında siyasal ve ekonomik gücün tercihleri, çıkarları vardır. Ve siz o güç adına bazı şeyleri sevmeye bazılarından korkmaya ya da özenmeye başlarsınız… Modern anlamda bireyin bağımsızlığı değil kitlesel tüketim bağımlılığı söz konusu. Üstelik tek bir merkezden yönlendirilen birey, yanı tüketici. Ontolojik anlamda, tükettiğim kadar varsın mesajının telkiniyle şekillenir kişilikler.
Reklam bir dünya görüşü, hatta ideoloji sunar. Bu çerçevede alınan her ürün içselleştirilmiş bir mesajın, ideolojik bir tercihin somutlaşmış halidir.
Batılı ve artık doğulu örnekleriyle…
yazının devamını okumak için…