Abdullah Yıldız’ın Yeniakit gazetesindeki yazısı…
Bazı Müslüman/İslâmcı kardeşlerimize son zamanlarda bir hâl oldu… Handiyse işi-gücü bıraktılar, kendilerine rakip olarak gördükleri diğer Müslüman/İslâmcı kardeşlerini ağza alınmayacak kelimelerle suçlamayı marifet bilir hâle geldiler; ithamlar, iftiralar, hakaretler adeta havada uçuşur oldu…
Hani birbirimize “sözün en güzelini” söyleyecektik; İsrâ suresinin 53. âyetinde buyurulduğu üzere:
“Kullarıma söyle, (birbirlerine) sözün en güzel olanını-en güzel tarzda söylesinler. Çünkü şeytan (sözden veya üsluptan hareketle) aralarını açıp-bozar…”
Hani Fetih/29. âyet gereği, “küffara karşı şiddetli” ama “kendi aramızda merhametli” olacaktık.
Yazık ki, kardeşlerine karşı merhamet duygusunu kaybeden kimi Müslümanlar hiçbir kural tanımaz hâle gelebiliyor; birbirleriyle çekişmelerinde, tartışmalarında ve nizalaşmalarında adaleti, insafı ve ölçüyü bir kenara bırakabiliyorlar…
“Kendilerine ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düşen” (Âl-i İmran 19); “Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her hizbin de kendinde olanla övündüğü müşriklerden olmayın!” (Rum 31-32) uyarılarını unutabiliyorlar…
Bazılarının dinî veya siyasiihtirasları, kendilerini “hak” ve “hakikat”in veya “hakiki İslâm“ın yegâne temsilcisi olarak görmelerine, keza hiç perva etmeden rakiplerini “kâfir”, “müşrik”, “sapık” veya “hain”, “ajan” diye suçlamalarına yol açabiliyor. Oysa Rabbimiz buyuruyor:
“Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin; çözülüp yılgınlaşırsınız (aptallaşırsınız) ve rüzgârınız gider. Sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)
Bu âyetteki “feşel (yılgınlaşma)“ kelimesinin anlamları, tefsir ve lügat kitaplarında; ‘zaafa düşmek, korkuya kapılmak ve aptallaşmak/salaklaşmak‘ şeklinde açıklanıyor ki, bu çok manidardır.
Birbirleriyle sürekli niza eden, itişip-kakışan, tartışıp duran Müslümanların feşele düşmeleri yani zayıf, tembel, yılgın, çekingen ve korkak insanlar haline gelmeleri ve dolayısıyla da zekâvetlerini, basiretlerini ve ferasetlerini kaybederek salaklaşmaları ve aptallaşmaları kaçınılmaz hale gelir.
“Kitap hakkında aykırı görüşlere sapanlar derin bir şikâk(ayrılık/çılık) içine düşerler” (Bakara 176) âyetinde de ifadebuyurulduğu üzere; çıkarcılık, taassup, inatçılık, itibar ve şöhret arayışı gibi sebeplerle Kitab’ı kendi indi görüşlerine uyduranlar derin bir “ayrılık/çılık” içine düşerler. İşte bu ayrılık ve aykırılıklar bugündahaderin ihtilâf ve sürtüşmelere dönüşmekte ve Müslümanlara her alanda güç kaybettirmektedir. Böylece Müslümanların rüzgârları gitmekte yani heyecanları ve enerjileri kesilmekte, havaları sönmekte, güç ve ağırlıkları kaybolmakta ve devletleri yıkılmaktadır.
Atasoy Müftüoğlu ağabeyin geçenlerde ifade ettiği gibi, “İslami bünye içerisinde yaşanan anlaşılması güç, açıklanması mümkün olmayan parçalanmalar, karşıtlıklar, rekabetler sebebiyle Müslümanlar kendi kendilerini değersizleştiriyor, güçsüzleştiriyor. Birbirlerinin haysiyetlerine saygı duymayan Müslümanların, emperyalistlerden kendilerine saygı beklemeleri kadar büyük bir çelişki düşünülemez…” (Yeni Şafak, 24 Nisan 2017)
Birbirleriyle nizalaşıp duran Müslümanlar, çoğu zaman, kendi içlerine kapanıp birbirlerini törpülediklerinin, kendilerini değersizleştirdiklerinin, İslâm’ın yüksek ilke ve amaçlarını ıskaladıklarının ve dahası İslâm’ın mesajına aç ve muhtaç insanları hayâl kırıklığına uğrattıklarının farkında bile olmuyorlar. Dar ve kısır tartışmalar, küçücük sorunları şişirip büyütmeler, Müslümanları, asli meselelerini dengeli ve bütüncül bir yaklaşımla çözmekten ve İslâm’ın büyük hedeflerini geçekleştirmeye odaklanmaktan alıkoyuyor.
İmdi, böyle bir ortamda Müslümanlar, kardeşlerinin hata ve kusurlarına tahammül ve sabır gösterebilmeli, Allah Teâlâ’nın (c.c.) kesinlikle sabreden müminlerle beraber olacağını bilmeli ve durmadan, dinlenmeden İslâm’ın diri ve diriltici mesajını insanımıza ve tüm insanlığa taşımalıdırlar.