Ahmet Taşgetiren’in Star gazetesindeki yazısı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan Hindistan dönüşünde gazetecilere “Ak Partiyi destekleyen yazarlar arasındaki tartışma”nın sorulması üzerine şunları söylüyor:
“İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor’ deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki.”
Hemen balıklama atlayan bir çevrenin yorumu şu:
– Tayyip Erdoğan İslamcılara resti çekti.
– Ahmet Taşgetirenbaşta, bütün İslamcılar haddini bilsin.
Öyle mi yapalım, haddimizi bilip, Ak Parti ile ilgili ahkam kesmekten vaz mı geçelim?
Ak Parti’nin benim değerlerimi taşımadığına mı inanalım?
Tayyip Bey kendi yolunu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyor, ben de kendi yolumu “Sırat-ı müstakim” olarak niteliyorsam, “Sırat-ı müstakim”lerimizi mi farklılaştıralım?
Tamam, anladık diyelim, Tayyip Bey İslamcılar’a tavır koydu, haddini bildirdi, peki Ak Parti’yi nereye yerleştirdi Tayyip Erdoğan? Cem Küçük’ün, Fuat Uğur’un, Rasim Ozan Kütahyalı’nın durduğu yere mi?
Ak Parti’nin 16 yıllık yolculuğu da bu muydu?
Ak Parti’ye tam da bunun için mi kapatma davası açılmıştı?
Tayyip Erdoğan’a sistemin koyduğu rezerv onun kimliğinden ve o kimlik içinden doğan politikalardan başka sebeplerle miydi?
Çok şey söylenebilir ama önce bazı şeyleri yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Tayyip Erdoğan, partiye katıldığı toplantıda yaptığı konuşmada tam bir reel-politik değerlendirmesi yaptı, şöyle dedi:
“Yüzde 51.4 Ak Parti oyu değildir, ama şunu da söyleyeyim, yüzde 48.6 da bir CHP oyu değildir. Onun için kimse kimseyi aldatmasın, önümüzde yerel seçimler var, inşaallah 2019 Kasım’ında parlamento ve başkanlık seçimi var. Orada her şey daha net ortaya çıkacaktır.”
Bu sözlerin anlamı ne?
Herkes özellikle başkanlık seçimi için, farklı eğilimlerin bir araya gelmesinin gerekliliğini biliyor. Bu gereklilik yerel seçimler için de hayati önem taşıyor. ‘Evet’lerin sadece Ak Parti oyları olmaması da bu yüzden, “Hayır”ların sadece CHP oyları olmaması da bu yüzden. Belli Tayyip Bey, 2019’a kadar “Evet”lerin kendi adaylığını destekleyici istikamette gitmesini isteyecek, hatta rakamların bu riskli alandan çıkıp yükselmesine çalışacak ve belli ki onun başkanlığına karşı çıkanlar da öncelikle yüzde 48.6’yı bir arada tutmaya, sonra da onu yüzde 50’nin üzerine çıkarmaya çalışacak.
Hesap çok kolay değil.
Tayyip Bey’in avantajı var.
Karşı cenahın birlikteliğini sağlamak ise çok zor. En başta aday belirleme safhasında ciddi farklılaşma ihtimali bulunuyor. Sonrasında ideolojik farklılaşma ihtimali çok yüksek. Onun belirtileri de şimdiden görülüyor.
Ancak, Ak Parti cenahında açılan tartışma da, hayra alamet değil. İslamcılık tartışması, durduğu yerde dondurulacak bir nesne gibi görünmüyor.
Şöyle bir soruyu bence herkes ciddiye almalı:
– Ak Parti’de ideolojik bir ayrışma mı yaşanıyor?
Bu ayrışma Anavatan’da yaşandı, hatta Adalet Partisi’nde yaşandı. Anavatan’daki türbülans acaba İstanbul’da bayan Özal’ın liberaller safında inisiyatif alması ile mi başlamıştı?
Demirel “Siyasi hayatımda en büyük hata, sonradan Demokratik Parti’yi kuracak olanların kopmasını önleyecek adımları atmamaktır” demişti.
Ak Parti’de yaşananları herkes bir kere daha düşünmeli.
Ben, Refah’a “kitleleri kucaklayan bir siyaset” önerisinde bulunurken o zaman “Ne yani Refah’ı kitle partisi yapıp dejenere olmasının yolunu mu açmak istiyorsun?” diye tepki görmüştüm.
Ak Parti’nin “İslamcı” bir parti olarak…