Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı….
Asya’nın derinliklerinden yani doğudan batıya uzanan bir yol… Ne kervanlar, ne ordular geçti. Doğunun zenginliğini batıya taşıdı. Batıdan doğuya, doğudan batıya ordular yürüdü. Kavimler göçtü bu güzergâhtan. Kültürler, dinler değişti…
Medeniyet zaman ve mekan, eşya ve hadiseleri tanımlayabilme, yorumlama, anlamlandırma kapasitesidir. Yaşadığımız dünyayı kendi kavramlarımızla anlamlandırabildiğimiz ölçüde bir medeniyeti yaşatabiliyoruz demektir.
“İpek Yolu” denilen yol tarihin derinliklerinde iz bırakmakla kalmadı hâlâ bir şekilde varlığını hissettiriyor. Ne var ki eski dünyanın bilinen tarihi kadar derinliğe sahip bu yol modern zamanların bir icadı. İpek Yolu ismi sanılanın aksine 19. Yüzyıl’ın sonlarında, 1877’de ilk kez bir Alman coğrafyacı olan Ferdinand von Richthofen tarafından kullanıldı.
Binlerce yıllık İpek Yolu güzergahını Almanların, batılıların gözüyle yeniden keşfetmek, içinde bulunduğumuz medeniyet krizinin de bir göstergesidir. Tanımlamanın şu ya da bu şekilde olması nesneye yüklediğiniz anlamı belirler.
İpek Yolu tanımlaması, batının kendisi açısından önemli gördüğü, bir boyutunu öne çıkararak kadim güzergâhı yeniden icadıdır. Avrupa merkezli, daha çok ekonomik ilişkiye odaklanan bir anlam yükleme, tanımlama girişimi.
Oysa İpek Yolu ticari ve ekonomik işlevinden ziyade tarihte rol almış, medeniyetleri etkilemiş jeokültürel bir alan. Kadim dünya tarihine şekil veren büyük dönüşümlerin de bu güzergâhta ortaya çıkması, harekete geçmesi alternatif medeniyetler tarihi okumasını gerektiriyor.
İpek Yolu sadece bir jeoekonomik hattan ibaret olsaydı üzerinde bu kadar düşünmeye gerek kalmazdı. Onu ticari bir yola indirgemek isteyen oryantalist bakış açısı küçümserken aynı zamanda görmezden gelemeyeceği için yeniden tanımlıyor; tanımlarken de asıl anlamını dışlıyor.
Orduların doğudan batıya akın ettiği, batıdan Asya’nın kalbine saplandığı bu hat üzerinde cereyan eden gelişmelerin insanlık tarihinde ne denli dönüşümlerle sonuçlandığını düşünmek bile bu güzergâhın ekonomik ilişkilere sıkıştırılmayacak kadar önemli olduğunu gösterir…
Dinler ve kültürler karşılıklı etkileşirken medeniyetlerin dönüşümü ve birbiriyle temasına nasıl bir katkıda bulundu? Bunu ihmal edebilmek için Avrupa merkezli medeniyet tarihi perspektifine sahip olmak lazım. Değil mi ki Batılılar insanlık tarihini belirleyen biricik uygarlığın Batı uygarlığı , bunun da Yunan ve Roma merkezli olduğu iddiasındalar. Farklı medeniyetleri yok sayan yahut ikincil önemde tarihsel arkaik vakaya indirgeyen bir yaklaşım, elbette İpek Yolu’nu ticaret kervanların ayak izinden ibaret görecekti.
Oysa İskender’in seferinden Kavimler Göçü’ne kadar yaşananlar bile başlı başına insanlık tarihi açısından burayı önemli kılmaya yeter. Hristiyanlık, Asya’nın içlerine bu yoldan nüfuz etmeye çalıştı, fazla ilerleyemedi, Budizm gibi Uzakdoğu dinleri bu yoldan batıya yöneldi, Orta Asya’da eridi. İslam bu yoldan Çin’e kadar uzandı. Gerçek anlamda medeniyet dönüşümünü sağladı. Türkler bu yoldan batıya ilerlemeseler ve İslam’la tanışmasalar insanlık tarihi çok daha farklı yazılacaktı muhtemelen.
Haçlıların Ortadoğu’ya saldırmaları yarım kalan bir macera bile olsa medeniyet dönüşümü açısından sonuçları sarsıcı olacaktır. Kaldı ki İpek Yolu’nun bir kısmına gelebildiler.
Bugünlerde doğuda yükselen Çin ekonomik ve askeri gücüyle İpek Yolu’nu yeniden hayata geçirmeye çalışıyor.
Şimdiden yüzlerce milyarlık anlaşmalar imzalandı. Muhtemel sonuçları önümüzdeki on yılda ortaya çıkacak. Durumun ciddiyetini kavrayan İngilizler hemen ilk treni harekete geçirmiş bile.
Ne var ki yükselen Çin gücü kadim Çin uygarlığının değerlerine yaslanmaktan çok küresel kapitalimin doğu versiyonu. Bu nedenle İpek Yolu’nu şimdilik teknik ve ekonomik bir proje ile sınırlı tutuyorlar.
Teknolojinin, endüstrinin kendi kültürünü üretmesi gibi Çin de kendine özgü bir kültür üretebilir mi? Japon örneğine bakılacak olursa…