Abdurrahman Dilipak Yeniakit gazetesindeki yazısında Mardin’de düzenlenen STK temsilcilerinin katıldığı toplantıyı konu ediyor. Dilipak: “Siyasetçinin siyasetçi, sivil toplumun sivil toplum, cemaat yapılarının da cemaat yapılarına dönüşmesi gerek. İttihat ayrı, ittifak ayrı, itilaf ayrı.. STK ayrı, demokratik kitle örgütü ayrı, siyasal toplum ayrı.” diyor. İşte o yazı…
İki gündür Mardin’deydim.. Yüzlerce STK temsilcisi “Konya STK’ları Platformu”nun daveti ile onların ev sahiplinde bir araya geldi.. 14 yıldır tekrarlanan toplantının bu yılki teması “Sivil toplum ve Din”.
Mardin Opera ve Bale günleri de bu etkinlikle aynı günlere denk geldi..
Toplantının şeref konuğu Ahmet Davutoğlu idi. Protokol konuşmalarının hemen hemen tamamı siyaset dünyası ve bürokratlardan oluşan isimlerden oluşuyordu.
4 oturum yöneticisi ve 16 konuşmacının tamamı akademisyendi ve çoğu da devlet üniversitesinde çalışıyordu..
Sivil “siyasal olmayan”, “resmi olmayan” demektir. NGO “Non Government Organisation”, “Hükümet Dışı Organizasyonlar” demektir. Bu kavramı Antonio Gramsci isimli, Sardunyalı sıradan bir memurun 7 oğlundan biri ortaya attı. Gramsci Komunist Partisi üyesi, faşizm karşıtı bir Marksist. Hayali bu şekilde faşizmin baskılarından kurtulan halkın proleter devrime ulaşması için uygun bir zemin oluşturacağını ümit ettiği bir süreç için sivil toplumdan söz ediyordu.. 22 Ocak 1891’de doğdu ve 27 Nisan 1937’de 46 yaşında öldü.
Batı dünyası ve ardından tüm dünya bu kavramı çok sevdi. Hatta artık kimse Gramsci’yi hatırlamıyor bile. Ne liberaller, ne de sosyalistler onu doğum ya da ölüm günlerinde anıyorlar.
Konu iki gün boyunca din, sosyal sorumluluk ve milliyetçilik bağlamında konuşuldu..
Önceki günkü oturum sırasında Topbaş’ın damadının yurt dışına kaçtığı haberi geldi. İnşallah doğru değildir, ama toplumda inanılmaz bir öfke var.. Bir konuşmacı STK hükümet ilişkisine değinirken, bakanlık adı da verdi, birinin karanlık ilişkisini şikâyet ediyorlar, ama o kişiyi görevden alıp bir bakanlıkta daire başkanlığı yapıyorlar. Bu sözler söylenirken orada AK Parti Genel Başkan yardımcıları da vardı..
İnsanların Erdoğan’a inanılmaz bir güveni var. Bir o kadar da büyük beklentiler var. Söylüyorum: Bu beklentileri karşılamak çok zor. Erdoğan da nihayetinde bir insan.. Eğer bu beklentiler karşılanmazsa, Allah korusun ne AK Parti kalır, ne Erdoğan.. FETÖ’nün bütün hayali ve umudu da bu.. Kesinlikle ve mutlaka partide, kabinede ve grup yönetiminde kapsamlı değişiklikler olmalı ve bir takım şaibeli isimler yönetimden uzaklaştırılmalı.. Bu işin şakaya gelir yanı yok..
Üst düzey FETÖ’cü kriptolar ve onları koruyanlar tasfiye edilmeli, görevden alınan ve tutuklanan, gerçekte ise tutuklanmayı gerektiren suçu olmayanların tutuklanması ve görevden alınmasını tezgahlayan insan kaynakları yöneticileri ve müfettişler, idari amirler yargı sürecini sulandırdıkları için görevden alınıp cezalandırılmalı..
Siyasetçinin siyasetçi, sivil toplumun sivil toplum, cemaat yapılarının da cemaat yapılarına dönüşmesi gerek. İttihat ayrı, ittifak ayrı, itilaf ayrı.. STK ayrı, demokratik kitle örgütü ayrı, siyasal toplum ayrı.
Bizde STK, siyasal yapının arka bahçesi gibi.. Sağı da, solu da böyle. Ya da STK siyaseti ele geçirmek için ya bir Truva atı, ya da trampen tahtası.. STK’dan siyasete zıplıyorlar.
“Ufuk turu”na çıkarken aslında bizim önce vahiy temelli bir arka planımız olmalı. Sonra tarihi süreç içindeki kavram ve kurumlarımızı bilmemiz gerekiyor.. Bir de geleceğe ilişkin bir hayalimizin olması gerek. Biz Müslümanız, “Müslümancı” değil. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Tüm insanlık için bir teklifimiz olmalı.
Mesela Mekke dönemindeki “Hılful Fudul” ile STK arasında bir bağ kurabiliriz. Medya sözleşmesi, sivil bir aklın ürünü değil, siyasi bir akıl var. Dini, etnik toplulukların şefleri arasında bir belge imzalanıyor.
Bugün 3. sektör olarak tanımlanan vakıf medeniyeti ve örgütlenme modeli üzerinde daha fazla kafa yormalıyız.. Dini yapıların, zekat, fitre, sadakalarının vakıf bünyesinde iktisadi işletmelere dönüştürülmesi ile ilgili yeni çalışmalara ihtiyacımız var.. FETÖ ve benzeri sapmalara izin vermeyen, şeffaf yapılar oluştururken, kâr gayesi gütmeyen bu tür hayri fonların vergiden arındırılması ve yardımların matrahtan düşülmesini sağlamak gerek. Belki bunların toplumsal refah indeksine dahil edilmesi de gerek öte yandan, kalkınmışlık düzeyini gösteren bir parametre olarak.
Bu yapıların iç içe geçmesinin de örgütlenmesi gerek. İmani bağlarla birbirine bağlı insanların, aynı zamanda ortak akıl yolu ile erdemli ittifaklar gerçekleştirmesi de mümkün. Başkaları ile pekala çıkar ilişkileri de kurabilir.. Vakıflaşma, şirketleşme ki vakıflar şirket kurabilen derneklerdir ve kooperatif birlikleri konusunun da yeniden gözden geçirilmesi gerek.
Mesela, bir partinin ya da kamu kurumunun yöneticisi olan bir kişinin bir STK’da yönetici olamaması gerek. Bizde sivil ile siyasal arasında net bir ayrım yok..
Sivil toplum siyaset ilişkisi netleştirmeden bu yolda bir mesafe katetmek mümkün değil.
Yine insan hakları kavramının da netleştirilmesi gerek.. Batıda “İnsan Hakkı” kavramı yok. Bir “İnsani sağduyu” kavramı var. İslam hak merkezli, kulluk temelinde bir anlayış var. Hak “vehbi”, özgürlükler “kesbi”dir mesela. Özgürlük temel olarak, kavramsal çerçevede muhtevasından bağımsız olarak bir haktır.. Batıdaki insan hakları kavramı kulluk temelinden uzak, hümanist bir kavramdır.
Mesela yasa ile kurulan, görevleri yasa ile belirlenen, herkesin üye olmak zorunda olduğu, kamu denetimine açık özerk yapılar demokratik kitle örgütleridir. Memur sendikaları da öyle mesela.. Bunlar yarı resmi kurumlardır.
Bizim ümmet, millet, cemaat kavramlarını yeniden sorgulamamız lazım..
STK mesela, sanılanın aksine birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. İnsanları dini, mezhebi, tarikata dayalı, ideolojik, politik, etnik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına göre ayrıştırır. Buradaki ahlaki talep, farklılıklara rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesidir.. STK’lar, sadece özgürlük ortamlarında değil, aynı zamanda özgürlük talepleri ile de hayat bulur.
Biz hâlâ sömürge mirasını paylaşamayan batılıların, bir yandan kiliseye karşı öte yandan kendi aralarındaki 100 yıl süren savaşları bitirmek için buldukları bir ara çözüm olan ve ulus devletin doğuşuna kapı aralayan Westefelya Anlaşması’nın gölgesinde yaşıyoruz.
Bunları tartışalım da, yeni bir zamana doğdu çocuklarımız. Global bir köye dönen dünyamızı 19. yy sonlarında, savaş yıllarında, komünizm, kapitalizm ve faşizmin gölgesinde oluşan kavram ve kurumlarla açıklamak mümkün değil. Belki şimdi geleceği …
yazının devamını okumak için..