Kalanlara da gidenlere de selam olsun!

Yazarlar
Ayşe Böhürler Yenişafak gazetesindeki yazısında etkilendiği şehir Beyrut’a, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu derin sorunlara değindikten sonra sözü mahalle içi kavgaya ve Diyanet İşle...
EMOJİLE

Ayşe Böhürler Yenişafak gazetesindeki yazısında etkilendiği şehir Beyrut’a, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu derin sorunlara değindikten sonra sözü mahalle içi kavgaya ve Diyanet İşleri Başkanına yapılan saldırılara getiriyor. Bir barış dilinin kurulması gerektiğini söyleyen Böhürler daha sonra iki gün vefat eden rahmetli Eczacı Fevziye Nuroğlu’nun mücadelesi ve mücadele dilini anlatıyor. İşte o yazı…

Kur’an ibret veren şehirlerin ve kavimlerin hikayelerini de anlatır. Hatta Müslümanlara da ibret almaları için helak olan şehirleri görmelerini tavsiye eder.

İlla ki herkesin kalbinde yer etmiş şehirler vardır, etkilendiği bir şehir. Beni de etkileyen şehirlerden birisi Beyrut’tur. Beyrut hüzünlü bir şehirdir. 15 yıl yaşanan iç savaşın ardından ölümün kanıksandığını, sıradanlaştığını hissettiğiniz  bir atmosferi vardır. Oracıkta yeni bir iç savaş çıksa sanki herkes mevzilerine geri dönecek gibidir. Onca çatışmaya rağmen çok sayıda eğlence mekanı da barındıran şehrin havasından hüzün bir türlü ayrılmaz. Dile kolay 15 yıl boyunca herkes birbirine silah doğrultmuş. İnsanda burası her şeyin, her türlü acının en dibini görmüştür duygusu uyandırır. Hayatın ip üzerinde gidip geldiği şehirde  kuralsızlığın nasıl kural haline geldiğini de görürsünüz. Aslında tam alacakaranlık kuşağı şehirlerindendir. Fairouz’un muhteşem şarkısı “Li Beirut”  dilime dolandı bugünlerde. Bu şarkıdaki hüzün şehrin hikayesini anlatmaya yeter. Bunu dinlerken bütün şehirlerin benzer potansiyel risklerle dolu olduğunu hep düşünürüm. Hele de günümüzde. Buna engel olmak ise elimizde. Beyrut’ta olduğu gibi eninde sonunda barışta uzlaşmak zorundayız. Bunu ağır bedeller ödemeden de yapabiliriz.

Dünyanın halini izlerken bazen gereksiz yere; çözemeyeceğimiz, etkimizin, katkımızın olmayacağı meselelerle dertlenip en dibimizdeki en basit şeylerle uğraşmaktan hatta onları düşünmekten kaçındığımızı, bunun da bir tür konformist hal olduğunu düşünürüm. Konuş dur, eleştir, ver veriştir! En doğrusunu ben biliyorum de dur. Sonrası ise boş vaveyla… İş yapmaya gelince kimse ortada kalmıyor.

Bazen de naif konularla uğraşıp asıl meselelerden kaçtığımızı düşünürüm. Naïf ve boş. Son aylardaki mahalle içi tartışmalar gibi. Mahalle öyle olsa ne olur böyle olsa ne olur. Dünyayı ve ülkeyi kuşatan iklime mahallenin ahvali vız gelir. Ayrıca büyük lafların, kavgaların ardındaki küçük meseleleri keşfedince “amaan” diyor insan. Mesele şahsi ama dava büyük!

Ortadoğu kıyısından köşesinden Türkiye’yi de içine çeken bir girdaba dönüşüyor. Ne yaparsak yapalım ayakta kalmak için birbirimize tutunmak zorundayız.

Böyle bir iklimde ayakta kalmak için mahalle kavgalarına bir son vermenin vaktidir artık. Üstelik asıl bu mahallenin as adamları da teker teker aramızdan ayrılıp gidiyorlar. Genç jenerasyonların birbirlerinden zaten alıp verecekleri yok.Mahalleler arası sulh yapma vaktidir bence.

İSLAMİ KESİMİ MİKROPARÇALARA AYIRMA

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e yönelik yıpratıcı haberleri yanlış buluyorum. Ayrıca böyle şahsiyetlerin medya marifetiyle yıpratılması hiç hayırlı bir metot değil. Bu sadece şahısları değil kurumu da  yıpratan bir durum ayrıca.  Üstelik Mehmet Görmez kalitesinde yetişmiş kaç ilahiyatçımız var? Tüm bunları da “Kutlu doğum Haftası” ve benzeri kutlamalara eskiden beri karşı olan birisi olarak söylüyorum. Zaten yeteri kadar parçalanmadık mı? Daha da mikro parçalanmalar kimin işine gelecek?

FEVZİYE NUROĞLU’NA RAHMET OLSUN

Eczacı Fevziye Nuroğlu, Doktor Günsen Ataseven, Avukat Meliha Yalçıntaş bizim ablalarımızdı. Ömürlerini hayır işlerine vakfetmiş, gençlerin elinden tutmuş, birçok insanın yetişmesine, İslami kimlikleriyle var olmalarına katkı sağlamış isimlerdi. Kurdukları vakıflar ve derneklerle birçok insana çatı olmuşlar, sayısız yoksulun ihtiyacını gidermişler, yetimlere kol kanat germişler, gençlere sahip çıkmışlardı. Bizim jenerasyonumuzdan farklıydılar. Bizim kadar keskin ve ideolojik değillerdi. Dindar kimliklerinin altını bizim gibi sert çizmez, daha yumuşak bir üslupla hareket ederlerdi. Toplumun her kesimiyle iletişim kurar, herkesi kendi hayır işlerine çekmeye gayret ederlerdi. Her zaman dost ve hayır kapısıydılar.

Onlar başörtüsü mücadelesini bizden daha yumuşak verdiler, kimseye öfke duymadan, suçlamadan bir dil kurmaya çalıştılar. Güzellikle anlattılar dertlerini. Bu arada da derdi olana derman olmaya çalıştılar. Görünmeyi, görünür olmayı  tercih etmez ama arkada çok büyük işler yaparlardı. Halen de yapmaya devam ediyorlar. Gerçekten hepimizin hayatında da kalbinde de büyük iz bıraktılar. Onların içinden Fevziye Abla iki gün önce rahmete kavuştu. Ölüm haberini alınca üzülmedim. Dünyada da rahmet peşinde koşardı. Yine rahmete koştu diye düşündüm.

Fevziye Abla deyince aklıma; güler yüzlü, her daim pozitif, yapıcı, hep “ben ne yapabilirim” diye koşturan bir insan geliyor. Yetimlerle uğraşırdı. Yetimhane kurmuştu, kim bilir kaç yetimin annesi ablası olmuştur.

Cenazesine gidemedim, duydum ki cenazesinde de yeis ve keder değil muhabbet hakimmiş. “Nasıl yaşarsak öyle ölürüz” sözüne örnek olarak anlattılar.

SEVGİ VE KARDEŞLİK KOROSU

Geçen hafta İstanbul’da Sevgi ve Kardeşlik Çocuk Korosu’nun konseri vardı. İstanbul’un çeşitli okullarından Türkiyeli ve Suriyeli çocuklar …

yazının devamnı okumak için…

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/