“Toplumsal Cinsiyet” meselesi, dünyada bizdeki tartışma odağından farklı bir noktaya gelmişse de bizde hala kendisini yenileyemeyen argümanlarla tartışılmaya devam ediliyor. “Toplumsal cinsiyet” meselesi elbette batılı bir bakış açısını taşıyor. Elbette feminizmin yerleştirdiği bir kavram. Elbette bugün hayatımıza nüfuz eden birçok şey, yaşam biçimlerimiz, ev yaşantımız, ticaret yapma şeklimiz, alışkanlıklarımız gibi batıdan ithal içerikleri barındırıyor. Tam tersinin de gerçekleşmesi zaten mümkün değil-di. Asr-ı saadet gibi bir zaman aralığı dışında kadın meselesinde dünyaya örnek teşkil edecek bir dönemi de tarihler kaydetmemiş. Varsa da nostaljik söylemlerin içinde gerçekle bağı kopuk. Kadın hakları ya da toplumsal adaleti sağlamak konusunda örnek ve bu konulara başka yerden bakmayı mümkün kılacak bir toplum modeline sahip olduğumuz söylenemez.
Kadın meselesi en gerçekçi olmadığımız konulardan birisi. Kadın hakları konusunda kazanımlar geriye döndürülemez. Döneceği bir yer de yok ayrıca. Sanayi devrimi, iletişim devrimi, internet devrimi derken artık “toplumsal cinsiyet” meselesi başka bir fazda konuşulmaya başlandı. Cinsiyet inşası meselesi inançlarımıza değerlerimize ne kadar aykırı olsa da insanlık için bir felaket olsa da artık geri dönüşü yok. Ülkenin çocuklarını fanusa koyup saklamak da mümkün değil. Sadece aklımızı başımıza alıp bu meselenin insanlık için oluşturduğu tehlikeye ilişkin doğru dürüst bilgi, yorum ve bir gelecek öngörüsü içinde strateji üretebiliriz. “Kendini yenilemeyen söylem” kısmına şerh olarak bunları yazıyorum. Toplumda hiçbir şey dünden bugüne bir anda olmuyor.
Tarihe dönmek mümkün değil, ki o da bu konuda pek parlak değildi. Küçük bir örnekle bakalım. Mesela kadınların köle olarak satılmasının son verilmesine ilişkin talepler 1830’da yani batılılaşma ile başlıyor. Tanzimat döneminde Hatt-ı Hümayun’un içinde yer alıyor. Bu konuda en az dört padişah köleliği yasaklayıcı yasa çıkarıp bunu toplumdan kaldırmaya çalışıyor. Nihayetinde Abdülmecid 1847’de köleliği yasaklıyor ve esir pazarını resmen kaldırıyor. Bu arada uluslararası gelişmeler de bizi bu yönde karar almaya itiyor. 1856’da imzaladığımız uluslararası bir anlaşma ile (Brüksel Konferansı) önce zenci köle ticareti, 1855’de ise Çerkes köle ticareti yasaklanıyor. Bu yasağın uygulamaya geçmesi, köle ticaretinin tam anlamıyla yok olması 1908’de gerçekleşiyor.
Bu dönem Osmanlı’da kadınların hakları için mücadele ettikleri, yıkılmakta olan bir imparatorlukta ayakta kalmak, yeni bir toplum kurmak için çaba sarf ettikleri yılları da kapsıyor. Dünya feminist kongresine Müslüman kadınlar daha Cumhuriyet filan kurulmadan önce gidiyorlar ki Cumhuriyet’in kadın söylemi de ayrıca feminist hareketin içinde bir eleştiri konusudur. Özetle parlak bir kadın tarihimiz olduğundan söz edemeyiz. Dünyadaki her toplum gibi biz de aydınlanma, sanayi devrimi, iletişim devrimi, internet devrimi derken birçok şeyden iyi veya kötü etkilendik. Bu kavramlar hayatımızın içinde artık. Dışarı çıkarmak mümkün değil. İnsan ve topluma sirayet eden zararları düzelteceksek de buradan bugünden başlamalıyız, Gaz –toz bulutundan değil. Kadın ve Erkeği Saygın Kılmak İçin Ne Kadar Çaba Sarf Ediyoruz…
Toplumsal cinsiyet kavramsallaştırması batı kaynaklı elbette ve elbette içinde yeni bir cinsiyet ve toplum inşasını da barındırıyor. Hristiyanlığın kendi hikayesinin çatışmalarının izlerini taşıyor. Dini tamamen hayattan çıkaran bir zihniyeti ve insanı da inşa ediyor.
Cinsiyetin yeniden inşa edilebilecek bir olgu olarak görülmesi, bunun çocuk doğduğu andan itibaren ailesi tarafından yönlendirilmesi, bütün toplumsal kabullerin reddini de beraberinde getiriyor. Ancak buna karşı tepkilerimiz olanı değiştirmeye değil kendimizi rahatlatmaya yönelik. Gerçek Hayat’ta Cihan Aktaş’ın yazısı buna farklı bir pencere açıyor. “Dini dünya görüşünün terbiyesi aileye yaslanır, ütopyalarınki ise komünlere; Aliya hatırlatmıştı. Dünya başını almış gidiyor olabilir. Biz Müslümanlar kendi varlığımızı sağlamlaştırmak için neler yapmaktayız?
Kadınlarımızın ve erkeklerimizin cins olarak saygın ve muteber kabul edilmek için maruz kaldıkları toplumsal dayatmalar üzerine ne kadar düşünüyoruz?”
Erkeklik Kimliği – Rol Model- Konusunda Gençlerde Kafalar Karışık…
Çalışmalarını uzun süredir istikrarla sürdüren, fikri gelişmeye büyük önem veren bir kadın derneği olan Hazar’da dün Sinay Avşar isimli bir araştırmacının “Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Erkeklik İnşası” isimli bir sunumu vardı. Doğrusu toplumsal cinsiyet tartışmalarında kadına ve anneye odaklanılıyor. Erkek kimliği özne ve nesne olarak incelenmiş durumda değil. Oysa erkek kimliği de toplumsal değişimlerden büyük pay aldı. Bu konuyu Avşar’dan bir alıntıyla bitirmek istiyorum. “Kız ve erkek çocuk için sağlıklı cinsel kimlik kazanımı için baba rolü hayati önem taşıyor. Babanın evde ve çocukların dünyasında etkin olmadığı, sorumluluk alanının dışında durduğu bir durumdan yani babasız bir toplumdan bahsediyoruz… Dolayısıyla erkeklerin nasıl bir rol model oluşturacağı ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Genç nesil erkeklik üzerine üniversite gençleri ile yaptığım saha çalışmasında erkeklerin, aile olma, evlilik ve babalık kavramlarına dair ciddi bir beklenti ve hayallerinin olmadığını gördüm. Gelecek beklentilerinde iyi bir iş, eğitim, hızlı bir meslek kazanımı, kariyer, para ve statü ilk sıralarda yer alıyor. Ancak aile kurma, baba olmaya mesafeli hatta bundan aile yükümlülükleri ve sorumluklarından dolayı korkan bir düşünce biçimi yaygınlık kazanıyor.