Aslında Media filan kalmadı. Gazete tirajları çöktü. Resmi rakamlar gerçeği yansıtmıyor. TV’lerin de ciddi bir ratingi yok. İzleyiciler kanal değil program ve konuk seçiyor ya da köşe yazılarını okuyor. Bunu da internet üzerinden gerçekleştiriyor. İnternet ise bir gayya kuyusu gibi. Ganj nehrine benziyor. Her çeşit mikrop var. Doğru şeyler de var ama hepsi bir birine karışık vaziyette. Birinin dediği ile diğerininki çelişiyor. Ya da birinin sorusuna, iddiasına, bir başkası cevap vermek gibi bir kaygısı yok. Hakaret, küfür, alay her şey var.
CHP’ye baktığınızda, herkes birbirine muhalif. Ama öte yandan herkes AK Parti’ye karşı. AK Parti’de ise herkes birbirinden daha Erdoğancı! Aralarındaki çatışma dışarıda değil, içeride. Kendi aralarında. Hepsi birden CHP’ye karşı. Media olarak AK Parti ve CHP aykırı seslere mikrofonu kapatmış vaziyette. Ötekilerin zaten güçlü bir mediası yok. Zaten partiler iki ittifaka bölünmüş vaziyette. Kamplar arası örtülü bir savaş var. Tarafların kahramanları ve hainleri var. Kimse sözü dinlemiyor ki, kimin ne dediğinin önemi olsun.
Dini söylem madem oy getiriyor, Kılıçdaroğlu da başlıyor “Haksızlıklar karşısında susanlardan olmayacağız” demeye. Ama kendi içindeki haksızları ve haksızlıkları görmüyor. Daha doğrusu görmek istemiyor. Öte yandan; herkes kendi hırsızına sahip çıkıyor. Herkes itaat istiyor. Dışarıya ne dersen de mübah, içeriye dönük en ufak bir eleştiri ihanet olarak algılanıyor. Müzakere yok. Slogan yarışı var. Farklı görüşler olmayınca düşünmeniz gereken, muhakeme etmeniz gereken bir durum da yok. O zaten öyledir ve onu da duydunuz, size düşen duyduğunuz gerçeği tekrarlamaktan ibarettir.
Herkes mevcudu muhafaza derdinde. Daha fazlasını isteyen, kazanmak için başkalarını ikna etmek isteyen kimse yok sanki. Siyaset renkliliğini kaybetti. Siyah ve beyaz var. Ya bendensin ya değil. Bu gidişat iyi değil. Aşk ve öfke aklı zail eder. Siyaset uzlaşı ile mümkündür.
Meddahlar, (şimdi “Trol” de diyorlar) onlar sempatizanlar tarafından alkışlansa da sonuçta meddah meddahtır. Bir süre sonra, söz hikmet içermiyorsa ve hayattaki karşılığı gerçekle örtüşmüyorsa, tekrar tekrar söylenince inandırıcılığını kaybeder bazan. Aynı şeyleri duymaktan bıkan insanlar, karşı taraftan birilerini dinlediklerinde, bir anda dönüş yapabilirler.. Hayata hiç bakmadıkları bir yandan bakınca, bir anda bir başka gerçekle karşılaşabilirler. Hollanda’da ve Hindistan’da İslam düşmanı iken Müslüman olanların durumunu da incelemek gerek. “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok edebileceği” gibi, “hayalin kışkırttıkları beklentileri hiçbir gerçek karşılayamaz”. Ve bir gün geri teper. Kişiler, topluluklar, örgütler aşırı derecede idealize edildiklerinde, birileri girdikleri yolda körü körüne ilerleyen, görmeyen, duymayan, hissetmeyen mankurtlara dönüşebilecekleri gibi, ilk çelişkiyi gördüklerinde beklenmedik bir infaal gösterebilirler. Ya da bunlar dışarıdan kutsadıkları yapılardaki iç hesaplaşmaları fark ettiklerinde bütün hayalleri yıkılabilir.
Media’daki isimler eskiden halkın içindeydiler. Şimdi fildişi kulelerde yaşıyorlar. Ya da bunların çoğu eskiden beri birlikte oldukları kişiler değil. Profesyonel kişiler. Haklarında fazla bir bilgi de yok. Onlarla kendilerini özdeşleştiremiyorlar. Onlar da zaten hep “uygun adım” ilerleyen kişiler. O “Kanaat önderi” denilen kişiler kayboldu. STK’lar, iktidar ya da muhalefetle yakın temas, işbirliği içindeler. Hatta STK’lar siyasete sıçramak için bir tramplen tahtası gibi kullanılıyor. Cemaat dediğiniz yapılar da öyle. İşadamları zaten doğrudan siyasetin taşeronu rolünde. Ying / Yang gibiler. Yerel yönetim örneğinde bugün siyaset ve iş dünyası al gülüm – ver gülüm gidiyor. Siyasetin finansmanı büyük ölçüde bu şekilde karşılanıyor. Media da siyasetten fonlanıyor, iş dünyası da, STK’lar da.
FETÖ sadece bir örgüt değil, bir zihniyet ve bulaşıcı bir zihniyet. Bir örgütü yok ederken, yandaş örgütler, yok ettiğinizi sandığınız örgütü örnek alarak çevrenizi kuşatıyor.
Bunlar süt dişleri varken sizi gıdıklarlar. Ama köpek dişleri çıkınca ısırırlar ve mamalarını kestiğinizde saldırırlar. Arzı ihlas ettikleri makam, beslendikleri makamdır. Hatta siyasetin beslediği enikler, gün gelir birbirlerine saldırırlar. Bunun sağı-solu yok. Bu böyledir.
Kendi dışındakileri yok sayan Media, aslında siyaseti maniple etmeye yönelik bir taşeron örgüte dönüşür zaman içinde. “Sahibinin sesi” olur. Media’nın önce Hakkın, sonra Halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olması gerekir. Hatta sempatizanın bile efradına cami, ağyarına mani bir anlayışla, şunu şu sebeble savunuyorum, şu fikre, şu işe şu sebeble karşıyım demesi gerek. Bir şeye karşı çıkıyorsanız, “La ilahe illallah” örneğinde olduğu gibi, “Hayır” diyorsanız, işin doğrusunun ne olduğunu da söylemeniz gerek.
“Akleden bir topluluk” oluşması için “tek doğru” dayatmasından vazgeçmemiz gerek. İnsanları ikna etmeden önce onları düşünmeye çağırmamız gerek. Biz de yanılabiliriz. İnsanlara “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” dememiz gerek. “Aklınızı kiraya vermeyin” dememiz gerek. “istişare ve şûra yap” dememiz gerek. “Bana güven, gerisini merak etme sen”, “dediğimi yap, günahı varsa benim boynuma” anlayışı ile bir yere varamayız.
Bu “bizden olan” anlayışı bazan gözümüze perde indirir. Biz de “kollektif nefs”dir. Hatta kendimiz bir kanaat sahibi olurken, bildiklerimizi, düşündüklerimizi başkaları ile paylaşarak tebliğ görevi de yapmalıyız. Başkalarının da hakikat arayışına yardımcı olabilmeliyiz.
Akli konularda kimi durumlarda, birileri, benim düşüncelerimin tam tersini söyleyerek, en az benim kadar doğru olabilir. Bakın göklerin hazinesinin anahtarı kimsenin elinde değil. Peygamberlerin bile değil. Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rabmiş gibi, her şeye güçleri yetermiş gibi görmeyelim. İnsanları Hakka ve hayra çağıralım.