Sevdiklerinizi kaybetmenin acısı kolay sökülüp atılamıyor olmalı yürekten. Yıllar acıları hafifletse de izler silinmiyor olsa gerek. Kişiliğimizin en derinliklerinde kımıldanır durur hep acılar. Bazen hayatın içindeki dokunuşlar basıverir bam telimize. İşte o zaman acılar taptaze dikilir karşımıza.
Fikret Mualla’nın hayatında da böylesi derin izler bırakmış olmalı ki, küçük yaşta yaşamak zorunda kaldığı acılar, izlerini hayatı boyunca derinden hissettirmiş.
1903’te İstanbul’da dünyaya gelir Fikret Mualla. Savaş yıllarıdır, her yerde yokluk kol gezer. Ama Osmanlı imparatorluğu Duyun-u Umumiye (Alacakları Toplama Müdürlüğü) 2. müdürü olan Ekrem beyin maaşı aynen çalışır. Bu yüzden yoksulluk çekmeden büyür Fikret Mualla. Annesi hamile kaldığında aile bir kız çocukları olmasını çok ister. Doğum öncesi tüm hazırlıklar da bu yönde yapılır. İsim bile hazırdır. Doğacak çocuğun adı Mualla konacaktır. Ancak dünyaya gelen bebek erkek olunca bir isim daha eklenir, adı Fikret Mualla olur.
Ailede kız çocuğu beklentisi o kadar derinleşmiştir ki, Fikret Mualla’ya 3-4 yaşlarına kadar kız kıyafetleri giydirirler. Daha küçük bir çocukken annesinin kız çocuğu kıyafetleriyle Kadıköy/Moda sokaklarında elini tutarak dolaştırdığı günler yaşamındaki sevgiyle anımsadığı zamanlardır. Ailenin bu derece kız çocuğu beklentisi belki de Fikret Mualla’nın çok hassas ruhlu, alıngan ve duygusal yetişmesine neden olmuştur.
Fikret Mualla’nın yaşamında derin izler bırakan, yön veren hep kadınlar olmuştur. Daha 12 yaşında Galatasaray lisesinde okurken, okuldan kaptığı İspanyol gribini annesine bulaştırması sonucu annesinin erken ölümü ve buna kendisinin sebep olduğuna inanması, karşısına çıkan kadınlarla kuracağı ilişkisinin zeminini de belirler. Dostluk kurduğu kadınlara derin bir sevgi ve güven duymak ister. Çok önemser, özen gösterir.
Aşık olduğu kadınlara ise büyük bir aşkla birlikte, korkuyla yaklaşır. Çoğu zaman da bu korku onun karşı cinsle yaşayacağı ikili ilişkiyi, kendi içinde platonik olarak yaşamasına neden olur.
Sevdiği kadınlara yakın olmak hep ölümü çağrıştırır onda.
Yakın arkadaşı Abidin Dino, ‘Fikret’te “aşk-suçluluk-ölüm” duyguları birleşmiş, birbirine karışmıştı.’der. Ölümünden sonra mektuplarını toparlayıp, yazdığı “Fikret Mualla” kitabında bazılarını yayınlayan Dino, buradaki yazılanlardan yola çıkarak arkadaşı hakkında bilinçaltı çözümlemeleri de yapar. Bunlardan biri çok ilginçtir.
Fikret Mualla’nın Paris’teki ressam arkadaşı Gustav Bolin’in annesi İsveç’li Greta Bolin, zarif, cömert bir kadındır. 1956’da tanıştığı Madam Greta’yla derin bir dostluk kurulur aralarında. Yıllarca mektuplaşır, dertleşirler. Hatta mektuplarından birinde gördüğü rüyayı anlatır. Fikret Mualla: “Çıplak bir kadın havuzdan çıkıyordu, siyah gözlükleri vardı. Kadına doğru sarılmak için koştum, birde ne göreyim… Ölmüştü.”diye anlatır rüyasını. Burada, havuz=mezar, istek=ölümü çağrıştırır. “Aşk ve ölüm” sadece sanatsal bir imge değildir Fikret Mualla’da. Onun bilinçaltında ölüme karışmış büyük bir sevgidir kadınlar.
Sevmeye ve şefkate herkesten daha çok gereksinimi vardır Fikret Mualla’nın. Ancak sevmek, kaybetmek ve ölümdür onun zihninde. Aslında aşk konusunda seçicidir Fikret Mualla. Bohem bir yaşam sürmesine rağmen, günübirlik ilişkiler yaşamak istemez. İki özel kadını sever; biri Hale Asaf öteki Semiha Berksoy’dur. Kendini anlayabilecek olanların yine sanatçı kadınlar olacağını düşünmüş olmalı.
Fikret Mualla’yı ailesi eğitim için Zürih’e gönderir. Burada mühendislik okuyacaktır.
Ancak F. Mualla resim atölyelerine ve grafik çalışmalarına daha çok ilgi gösterir. Bunun üzerine Münih’e geçer, Güzel Sanatlar Akademisine kaydını yaptırır. Prof.Arthur Kampf’un atölyesinde resim dersleri almaya başlar. Burada bir Türk öğrenci daha vardır. Hale Asaf, incecik, zayıf, ufak-tefek, ama dünyası evine sığmayan büyüklükte bir Türk kızı. Daha görür görmez etkilenir Fikret Mualla.
Hale Asaf’ın cesaretine, resime olan tutkusuna hayran kalır. Ona yakın olmak, duygularını paylaşmak adına çırpınır durur. Ancak Hale Asaf aynı duyguları taşımamaktadır. Gerek içe kapanıklığı gerekse fiziksel kusurundan kaynaklanan çekingenliği aşkında ısrarcı olmasına engeldir Fikret Mualla’nın. Bir süre sonra da Hale Asaf’ın Paris’e gitmesiyle ayrılmak durumunda kalırlar.
1930’lu yılların başında İstanbul’a dönen Fikret Mualla Şehir Tiyatrolarında işe başlar. Burada kostüm çizimleri yaparak geçimini sağlar. Şehir tiyatrolarında soprano Semiha Berksoy ve şair Nazım Hikmetle tanışır, onlarla dostluk kurar. Semiha Berksoy’a aşık olur. Sahne kostümlerinin çizimlerini yapar. Hatta Semiha Berksoy’a yakın olmak için Beyoğlu’na taşınır. Birlikte zaman geçirmek için fırsatlar yaratır, ama aşkını cesurca ifade edemez. O da yaşanamadan içine gömdüğü aşklarından biridir artık.
Derin bir aşk duysa da karşısındakine duyduğu saygıdan ötürü baskı kurmaz Fikret Mualla. Aşkını içine gömer, ya da içerek aşk acısını unutmaya çalışır. Gerçek hayatında yaşayamadığı coşkulu ilişkileri resimlerinde yaşayacak/ yaşatacaktır. Bu yüzden bunca kedere, yalnızlığa karşın hep neşeli, canlı renklerle donatır tablolarını. Fikret’in tablolarında kadınlar duygu yüklü ve hüzünlüdür. Sosyal hayatın içinde alımlı ama kolay ulaşılamayan, aynı zamanda tedirgin ve ürkek kadınlardır. Buna karşın hayata sımsıkı tutunmak isteyen, dünyasal hazlardan uzak durmak istemeyen kadınlardır bunlar. Derin acıları vardır ancak hayatın hep içindedirler.
Hep özlenendir onlar ama bir türlü kavuşulamayan, belki de kavuşulmak istenmeyen. Kavuştuğunda veya birlikteyken kötü şeyler olacağı, ölümcül acılar yaşayacağı kaygısı ağır basar. O yüzden renkli can alıcı kıyafetler içindeki kadınlar hep resimlerinde yer alır. Sevinçli ve neşeli halleri yansıtan tablolar yapar. Gerçek hayatta yaşayamadığı bu güzellikleri resimlerinde yaşar. Hep düşlenen, hep beklenendir onun kadınları.
Resimlerinin sürekli müşterisi ve ömrünün son yıllarında bakımını üstlenen Madam Angels’a karşı güven ve saygı duyardı. Onun sanata olan ilgisi ve entelektüel birikimine hayrandı. Neşeli sanat sohbetleri yapmayı severdi. Sevdiği ve sevildiğine inandığı kadınlarla birlikte zaman geçirmek onu sevindirir, hayata bağlardı.
Madam Angels ve kızları ona ziyarete geleceği zamanlar tertemiz giyinir, fularını titizlikle seçer, kokular sürer, evini toparlar öyle karşılardı. Fikret Mualla sevdiği kadınlarda sevgi kadar, belki daha da fazla, şefkat ve güven aramıştır.
Mualla renk ve biçimsel anlamda hep sevinçli, mutluluk resimleri yapar. Bu konuda Abidin Dino’nun çok yerinde bir tespiti vardır: “Fikret’in resimleri Osmanlı minyatürlerinin devamı sayılabilirler.
Osmanlı minyatürlerde en ürkütücü konu bile, (harp, darp, ölüm) göz için somut bir sevinç, bir mutluluktur.”der. Gerçekten de minyatür resimler bir tevekkül halini anlatır gibidir. Sonsuzluğun içinde öylesine gelmiş, hayat içinde başına gelen her şeyi tevekkülle karşılayan, her şeyi derin bir tebessümle karşılayan insan ifadeleridir.
Fikret Mualla yaşamında kendini anlatamamanın sancısını çekti içten içe. Alkole olan zaafı, ayağının aksaması ve yaşam biçimi yüzünden küçümsenmeyi, dışlanmayı kabullenemedi. Saygı duyulmaya ve benimsenmeye çok gereksinim duyan bir insandı. Bu yüzden soyadı
kanunu çıktığında kendisi için “Saygı” soyadını aldı.
Fikret Mualla’nın derin yalnızlığı çevresindeki kadınların şefkatini hep diri tutmuş olmalı ki ona acı veren de, çok seven de, dostluk kuran da, hizmetini gören de, öğrencisi olan da hiç unutmamış onu.
Hep sevgi ve şefkatle anımsayıp, sıcak elini uzatmış. Madam Angels, ömrünün son yıllarında ev tahsis ederek, sağlık sorunlarıyla ilgilenerek daha güvenli yaşamasını sağlamıştır.
Küçük bir çocukken Fikret Mualla’dan resim dersleri alan zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk yıllar sonra öğretmeninin gurbetteki mezarını İstanbul’a getirtecektir.
Abidin Dino “Fikret’in sorunları hiç sevmediği psikanalistlerin yerine, sevilmiş ve sevmiş bir kadının sürekli ilgisinde bir bir çözülebilirdi.”der. Fikret Mualla’nın yaşadıklarına bakınca ne kadar doğru yorumladığını görüyoruz. Ancak Fikret Mualla’nın hayatında onu kuşatıp, sabırla seven bir kadın da olmamıştır. Belki de bu yüzden hep korku ve özlemle düşlediği ama yakınlık kuramadığı kadınları resimlerindeki coşkulu, lirik kadın figürleriyle dile getirmiş
olmalı…
Kaynak: Fikret Mualla (Abidin Dino, Ara Güler)