“Yeşilçamın resmi türü nedir?” dense verilebilecek tek cevap melodramlar olurdu herhalde. 50’lerden 70’lerin sonuna kadar yüzlerce melodram çekildi memlekette. Basit bir analizle bunun için pek çok neden ortaya sürülebilir, fakat herhalde en kestirme cevap Yeşilçam’ın emektarlarından verdiğidir. “Bizim insanımızı sinemada ya ağlatacaksın, ya da güldüreceksin!”
Aklından evvel duyguları harekete geçen bir millet olduğumuz şüphe götürmez bir gerçek. Muhteşem Yüzyıl’dan Sülüman “Yetti bre bu BM’nin ettikleri. Tez ordu hazırlansın, Trablus’a sefer var” dese, birçok evden kahkaha değil, naralar duyulur bundan emin olun.
“Muhteşem Yüzyıl”ı rasgele seçmedim, zira o da tarih soslu bir melodram aslında. Melodramlar yok olup gitmedi, televizyon dizileri şeklinde hayatımızdaki yerlerini koruyorlar. Karakterler yerine, tipler vardır bu türde. Bir genç kız beyaz atlı padişahını buluverir en umutsuz anında. Bir erkek anası bir kükrer, tüm gelinleri el pençe divan durur önünde. Ver bir yiğit vardır bir sözüyle tüm cihanı titretir, yedi düvele hükmeder! Bir de istediği kadını istediği anda mest eder. Ortalama bir kadın veya erkeğin bu rollerle kendini özdeşleştirememesi ihtimal dâhili bile değildir.
Kısacası melodramlar düşüncelerimizden ziyade duygularımızı manipüle etmeye çalışır. Bir karakter yaratmak için en az üç bölüme ihtiyacınız varken, bir tip yaratmak için 10 dakika size yeter. Bu izlenme oranı baskısında birçok dizinin 5-6 bölümü bile göremediğini düşünürsek, aslında ne yapımcılara, ne de televizyon yöneticilerini kızmamak gerek. Dizi sektörü bu şartlarda ancak melodram üretebilir.
“Hadi televizyonu anladık, peki sinema filmlerine ne oluyor?” diyenleriniz çıkabilir. Son aylarda bu türe yakın duran o kadar film gösterime girdi ki, insanın aklına takılmıyor değil gerçekten, melodramlar yeniden mi hortladı diye. Hâlbuki oraları geçeli 30 yıl olmamış mıydı?
Şimdi size iki örnek vereceğim. İlki belki tahmin edeceğiniz gibi “Aşk Tesadüfleri Sever” olacak. Film 7 haftadır gösterimde ve toplam 2 milyon 250 bini devirmiş durumda. Yani ticari açıdan bakıldığında, dört dörtlük bir başarı ile karşı karşıyayız.
İkincisiyse daha geçtiğimiz hafta sonu gösterime giren “Çınar Ağacı.” Gayet şöhretli ve kalabalık bir kadroya sahip olan film, ne yazık ki ilk 3 gününde sadece 53 bin bilet satabildi. Bu rakamın “Tesadüfler”de 273 bin seviyelerinde olduğunu hatırlatmak isterim. Kısacası “Çınar Ağacı” temposunu arttırsa bile 500 bini devirmesi mümkün görünmüyor. Yani burada da ticari açıdan karamsar bir tabloyla karşı karşıyayız.
Peki, temelde Yeşilçam melodram geleneğiyle kuvvetli bağları olan bu iki filmin birbirlerinden bu kadar farklı bir performans sergilemesinin nedeni nedir? Bu soruya basitçe “çünkü biri daha iyi, öteki daha kötü bir film” diyerek işin içinden sıyrılabilir miyiz? Dünyanın en çok disiplini bünyesinde bulunduran sanatıdır sinema. Gişe sayısız iyi filme mezar olmuştur. Sorumuzun cevabı ne yazık ki bu kadar basit değil.
Öncelikle bence cevap verilmesi gereken soru şu. Evde rahat koltuğunda bedavadan dizi izlemek varken, kim bu karda kışta evinden çıkıp, hem de üstüne para ödeyerek, havalandırması kapalı bir sinemada melodram seyretmek ister. 50’lerde 60’larda başka şansı yoktu insanların, ama artık devir değişti. İnsanlar filmcilerin şahsi şovlarını seyretmekle mükellef değil artık.
Dedik ya melodramlarda karakterler kartondur diye. Sinema izleyicisi de eski seyirci değil artık. Televizon seyircisiyleyse neredeyse hiçbir benzerliği yok. Hangi türden ne alabileceğini çok iyi biliyor. Eğer bir film afişinden, oyuncusuna, kısa hikayesinden, fragmanına kadar buram buram melodram kokuyorsa, daha işin başından acıya hazırlıklı olun. Zira Türk televizyonları sağ olsun, insanımız melodrama doydu artık
Peki her iki filmde temelde melodram kalıplarını kullanmasına rağmen nasıl oluyor da “Çınar Ağacı” gişeye toslarken, “Aşk Tesadüfleri Sever” alıp başını gidiyor. Çünkü “Tesadüfler” ne hikayesiyle, ne afişiyle, ne de fragmanıyla aslında bir melodram olduğunu fazla çaktırmıyor da ondan. Pek çok insan bir romantik komedi seyredeceğini düşünerek giriyor/girdi bu filme. Üstüne üstlük başrollerde Mehmet Günsür gibi her gazeteyi açtığınızda göremeyeceğiniz, kelimenin tek anlamıyla kadın mıknatısı bir aktör başroldeydi.
“Çınar Ağacı”ysa bunun tam tersine kısa hikayesi, fragmanı ve afişiyle neredeyse “ben bir melodramım, hemen ağlamaya başlayın” diye haykırıyordu. Hatta yapımcı şirketin ortaklarından biri “filmde o kadar ağladım ki, galadan sonra ilk işim annemi aramak oldu” şeklinde bir beyanat bile verdi. Gişe başarısı için filme dahil edilmiş oyuncuların tümünün televizyonu veya gazeteyi her açışınızda başka bir melodramla üstünüze fırlamaları da başka bir durum tabi. Kimse onları merak edebilecek kadar uzak kalamıyor ki.
Sinema çok disiplinli bir sanattır dedik ya. Bunlardan biri de ne yazık ki ekonomi disiplinidir. Ekonomide beklentileri kontrol edemeyen, ne enflasyonu ne üretimi ne de tüketimi kontrol edemez. Sinemada da durum aynen budur. Beklentileri kontrol altında tutmak zorundasınız. . Bunu da ancak reklam & pazarlama ve dağıtım marifeti ile yaparsınız. Filmini doğru zamanda, doğru insanlara, doğru imajla sunamazsan, sinemada ticari başarı mümkün değil artık.
Yine de sadece pazarlamayla bu kadar büyük fark oluşmaz diyenler de haklıdır. Orada da şu gerçeğin altını çizmekte fayda var.“Aşk Tesadüfleri Sever”in yönetmeni temelde bir melodram çektiğinin farkında ve bu işe bilerek isteyerek girmiş. Film için seçilen müzikler bunu zaten fazlasıyla belli ediyor. Bundan dolayı türe yeni bir biçim ve estetik katmaya yani dile az da olsa yeni bir tat veremeye muvaffak olmuş. “Çınar Ağacı”nın yönetmeniyse daha önceki filmlerinde gördüğümüz gibi yine bir karakter çalışması yapabilmek ve aile içi ilişkilere odaklanarak daha minimal bir hikaye çekmek için yola çıkmış. Fakat anlaşılan gişe kaygısı taşıyan yapımcı taarruzuyla melodram topraklarına doğru geri çekilmek zorunda kalmış. İki ileri bir geri, ordunun düzenin bozulmuş tabi.