Siouxlar, İndian adıyla bilinen Amerikan hükümeti tarafından asimile edilmeye çalışılan Kızılderili bir kabile.
Kızılderililere “indian” adını ilk veren Kristof Kolomb’tu. . Kolomb, Kızılderililerle ilgili İspanya Kraliçesine şöyle yazar: "Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar.” Bu sözlerin hemen ardından ise şöyle yazar: "Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.” Kolomb`un 1492`de Amerika`ya ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden yüzbinlerce Kızılderili yok edildi.
Charles Eastman bu filmde ailesinden ayrılıp batı eğitimi gören ve doktor olan bir Sioux gencidir. Oturan Boğa bir diğer önemli karakterdir. Film onun direnişini ve Kutsal Toprakları Amerikalılara vermeyi red edişini konu edinmiştir. Senatör Henry Dawes ise filme zor misyonu yüklenen ve Siouxları tamamen yok etmeden onları ABD`ye asimile etmeyi amaçlayan ve bunun için planlar kuran bir politikacıdır. Elaine Godale isimli kişi ise Charles Eastman’la birlikte bu kaos ortamında bir klinik kurup hastalıktan ve açlıktan ölen Kızılderililere yardım etmeye çalışmaktadır.
Film etkileyici bir Kızılderili atasözüyle başlamakta: “Uzaktan kahramanlık yapmak kolaydır. Kolay ve genelde güvenlidir. Bir zamanlar cinayet onur için değil, zorunluluktan işlenirdi. Onur gerçek cesaretle gelirdi. Ama o günler çoktan geride kaldı.” Bu atasözü beyaz adamın cesaretten yoksun yutma politikasını ve halkları asimile etme çabasını özetleyen bir söz. 1876’a kadar Kızılderililerin çoğu topraklarından zorla başka yerlere sürgün edilmiştir. Kızıl Bulut halkıyla beraber hükümetin himayesi altına girmeyi kabul eder. Ancak başka kabileler ve Çılgın At bunu bir bozgun olarak nitelendirir ve efsanevi bir şekilde direnmeye başlar. Beyaz adam karşısında şarkılarıyla, danslarıyla, ayinleriyle bir bütün oluşturan bir milletin kendine sahip çıkma çabasını anlatmakta Siouxların direnişi.
Filmde kabile liderleriyle Amerikalı askerler arasında geçen diyaloglar ve kabile liderlerinin topraklarını savunan sözler sarfetmeleri beyaz adamı çoğu kez hiddetlendirse de beyaz adam yine ve yeniden zor kullanarak, her şeye sahip olmaya çalışan huysuz bir çocuk gibi kara tepelere ve oradaki zenginliklere sahip olur. Halkın topraklar konusundaki inanışı ise beyaz adama komik gelmekte. Zira Kızılderililer kara tepelerin kendilerine verilen kutsal topraklar olduğuna inanmaktadırlar. Beyaz adama bu komik gelir. Kabile reisine, “Burada sizin ilk düşmanlarınız bizler değildik, yapmayın lütfen. Sizler de bir zamanlar bizim şu an yaptığımızı yaparak, bu toprakların asıl sahiplerini kovarak buraları elde ettiniz. Şimdi de gelmiş buraların size tanrılarınız tarafından efsanevi olarak verildiğini söylüyorsunuz.” Çılgın At ise, “Bu sizin bizi tanımlama şekliniz” diyerek beyaz adamın kendilerine silah vererek onlara öldürmeyi öğrettiğini söyler. Evet, beyaz adam öldürmekle kalmamış bugüne kadar barış götüreceğini vaat ettiği her yere önce silah götürmüştür maalesef.
Charles Eastman ise başta halkının Amerikan halkına bir şekilde entegre olmaları için uğraşırken daha sonra gördüğü zorbalık onun silkinip kendine gelmesine ve özüne dönmesine neden olacaktır. Yaşamının kalan kısmını ise Kızılderililerin haklarını savunma ve haklı mücadelelerini anlatmaya adayacaktır.
Sonuçta bir halk daha onuru için mücadele verirken öldürülür. Zor kullanılarak topraklarından sürülür. Barışı vadedenler ise yine savaşmıştır. Kızılderili bir kabile reisi olan Kızıl Bulut’un beyaz adamın sözüne sadık yanını anlatan şu sözü ise oldukça manidardır, “Beyazlar bize çok söz verdiler, hatırlayamadığım kadar çok; bir tekinin dışında hiçbirini tutmadılar: Topraklarımızı alacaklarını söylediler ve aldılar.”
Kara Geyik ise o topraklarda insanlarıyla beraber başka bir şeyin daha öldüğünü söyler : "O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada…"
Bir halkın düşü, umutları, anıları ölür o topraklarda, hem de daha fazla servet düşleyen sözde barış elçileri tarafından…
Selma Elmas – Özgün Duruş