1976’da yaptığı ünlü afiş önemli bir yarışmada Amerikan ve Sovyet afişlerinin arasından sıyrılıp birincilik kazanmış. Ama o en büyük ödülünün taksicilerden aldığı ‘Altın Bilek’ ödülü olduğunu söylüyor.
Akşam gazetesinin haberine göre, ressam Orhan Taylan, 1 Mayıs’ın simgeleşmiş afişini yapan kişi… 1976’da, 50 yılın ardından 1 Mayıs’ın kitlesel biçimde kutlanmasına izin çıktığında, bir gece sendikacılar onu aramış. Telefonu kapar kapamaz yapmaya koyulduğu afiş, bir ara kendi imzası silinse de yıllar boyunca meydanlarda kalmış. Kendisi afiş ve duvar resmi merakının öğrencilik yıllarına uzandığını söylüyor. Ünlü afişi günümüze kalsa da duvar resimleri 12 Eylül darbesine kurban gitmiş.
– 1 Mayıs afişinin hikayesiyle başlayabilir miyiz?
Aslında öncesi var. 1968’lerde Devrimci Sanatçılar Birliği adında bir grubumuz vardı. Aramızda kurumsal değil de dostluk ilişkisi bulunuyordu ama o zamanlar devrimcilikten aşağısı kurtarmıyordu isim konusunda. Heykeltıraş Kuzgun Acar, çizer Tan Oral, fotoğrafçı İsa Çelik, ressam Gülsün Karamustafa… Bazen 15-20 kişiyi buluyorduk. Sendikaların görsel işlerini yapardık. 1971 muhtırasından sonra dağıldı grup. Ben afiş çalışmayı sürdürdüm, çünkü İtalya’da öğrenciyken hayran kalmıştım afişlere.
BİR GECE TELEFON GELDİ
– İlk kez 1976’da kullanılan o afiş için de sizi buldular…
1 Mayıs’a az bir süre kalmıştı, DİSK’teki arkadaşlar gece yarısı telefon edip bir afiş çizmemi istediler. Sabah yürütme kurulu toplantısında afişi göstereceklermiş. Beğenilirse o gün basacaklar. Gece hemen bir kağıda çizip verdim afişi.
– Kısa zaman varken yaratıcılık keskinleşiyor mu?
Bu tür işler hep son dakikada istenirdi zaten, hala öyle herhalde. O nedenle alışıyorsun. Benzer işleri sürekli yaptığın için de işi yetiştirme sıkıntın olmuyor. Ama çarpıcı işlerin sıkışık zamanlarda çıktığı söylenebilir.
– Afişin orijinali duruyor mu sizde?
Mengü Ertel vardı o zamanlarda. Basılıp dağıtılması için değil de sergilenmesi için afişler yapardı. Ben basılması için yapardım, orijinalini saklamak da aklımdan geçmezdi doğal olarak, matbaada yüz binlerce basılıyor zaten, saklayıp ne yapacaksın.
– Yaygın kullanılacağını öngörmüş müydünüz?
Beğenileceğini biliyordum. İki kocaman el ve çiçekler ile dünya işçilerinin bayramını tasvir ettim. Öfkeli bir şey değildi.
– Afişi yaparken başka fikirler, sert mesajlar geçmiş miydi akılınızdan?
Politik afişlerdeki sertlik Avrupa geleneğinden geliyor. İki dünya savaşı arasındaki yoksullukta, sıkıntıda doğal olarak hırçın sanat biçimleri geliştirdiler ama bizim geleneğimizde sert üslubun yeri fazla yok. Yani ozanlar bağlamayla çalıp söylerken bile kimseye kabaca sövmez, sövünce bile bunu hicivle, incelikle yaparlar.
TAYLAN BİRİNCİ, ABD’Lİ İKİNCİ, SSBC’Lİ ÜÇÜNCÜ
– O afişinizin bir yarışmada birinci seçildiğini duymuştum…
Evet. Dünya Sendikalar Federasyonu’nun yarışmasıyıdı. 1979’du galiba. Birinci seçilmemden çok Amerikalının ikinci, Sovyetlerin temsilcisinin de üçüncü olması dikkat çekti. Dolar cinsinden bir ödülü vardı, ‘Para mı istersin, 15 günlük Prag gezisini mi?’ dediler, geziyi seçtim. Çok güzel geçmişti.
– Afişi sizin yaptığınız fazla bilinmiyor galiba…
Üzerinde imzam vardı, 1976 ve 1977’de o haliyle kullanıldı. O sıralarda DİSK’in başkanlığı değişti. Kemal Türkler’in yerine Abdullah Baştürk gelince 1978’deki 1 Mayıs’ta kullanılan afişin üstündeki imzamı sildiler. Önceki yönetime yapmışım çünkü afişi… Afiş kamuya mal olduğu için rahatsızlık duymadım imzanın silinmesinden. Sonra tekrar kullanılmaya başlandı. Şimdikilerde kullanılıyor mu, kullanılmıyor mu açıkçası emin değilim.
– Sizin için önemli değil midir, heyecan duymaz mısınız afişinizin hala meydanlara asılmasından?
Elbette görünce keyifleniyorum. Bu kişisel bir şey. İnsanların onu benim yaptığımı bilmesi ya da bilmemesi boyumu fazla uzatıp kısaltmaz.
MICHELANGELO’DAN DAHA İYİ BİR DESENCİ
– Afişlere İtalya’da okurken hayran kaldığınızı söylemiştiniz…
Daha doğrusu oraya duvar resmini, afiş sanatını öğrenmek için gitmiştim. Annem resim öğretmeni olduğu için küçüklüğümden beri desene ilgim vardı, yetenekliydim. Latin Amerika afişlerini, duvar resimlerini gösteren kitaplar okuyordum. İşin o kısmını öğretecek bir yer yoktu Türkiye’de. 1962’de devlet bursunu kazanıp Roma Güzel Sanatlar Akademisi’ne gittim. Orada öğreneceğimi düşünüyordum ama onlar da pek bir şey bilmiyordu bu konuda. Öğrenciler sürekli gelip desenlerinin elini ayağını düzeltmemi isterdi. Ben de eğlence olsun diye onlara, Michelangelo’dan daha iyi desen yaptığımı kabul ettiren bir kağıt imzalatırdım. Yine de büyük faydası oldu o okulun, neyin nasıl öğrenileceğini öğrendim. Daha sonraları Türkiye’de ilk duvar resimlerini yaptım.
– Nasıl öğrendiniz peki?
Meksikalıların duvar resmi konusunda ünlü ressamları vardır. Burada Diego Rivera’yı tanırız. Frida’nın kocası, Troçki’nin arkadaşı olduğu için. Kendi tekniklerini geliştirerek görkemli duvar resimleri yapmışlar. Mesela 400 metre uzunluğundaki duvara Meksika tarihinin resmini çiziyorlar. Onların kitaplarını okuyarak, el yordamıyla öğrendim duvar resmini. Feriköy’de bir atölye vardı, akrilik boya yapan fazla bir yer yoktu o zamanlarda, ustaya tarifi söylüyordum, sonra tenekelerle taşıyorduk. Kendi yağlıboyamı yapma işini de o sıralarda geliştirmiştim.
– Kendi boyanızı yapmak zahmetli değil mi, neden satın almıyorsunuz?
Öğrendikten sonra zahmeti kalmıyor o kadar. Kendim yaptığım için daha diri ve dayanıklı oluyor tabii. Malzemenin kalitelisini kullanıyorum, Fransa’dan bavulla iyi reçine getiririm mesela. Yoksa fabrikasyon yapan herkes bir şeylerden fedakarlık ediyor. Ressam arkadaşlarıma da veririm yaptığım boyadan; bir kere kullanan bir daha ister.
– Duvar resimlerine dönersek; nerelerdeki duvarları boyardınız?
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sempozyumlar düzenlerdik. İlk duvar resmi sempozyumunu da 1976’da Antalya’da düzenledik. 20 kadar ressam arkadaşa İstanbul’dan getirttiğim boyaları dağıttım ve şehirdeki uygun binaların duvarlarını boyadık. İki yıl sonra gittiğimde resmime bakıp boyasının ne durumda olduğunu görmek istemiştim. Bindiğim taksiyi durdurup baktım, gayet iyi görünüyordu. Taksici neden uzun uzun baktığımı sorunca resmi kendimin yaptığını söyledim. 30 yaşında, sıradan biriyim onun için. İnanmadı. Kimliğimi gösterdim imzayla karşılaştırdı. Sonra da beni duraktaki arkadaşlarının yanına götürdü. ‘İşte altın bilekli ressam bu’ dedi. Herkes sevmiş resmi. Aldığım en büyük ödül oradaki ‘altın bilek’ ödülüdür. O resmi 12 Eylül darbesinde yok ettiler sonra.
– Sakıncalı mı görmüşlerdi?
Resmi belediye binasının duvarına yapmıştım, ateşi getiren Prometheus’u anlatıyordu. Resmin içeriği değil de benim çizmiş olmam sakıncalıydı. 12 Eylül darbesinin hemen ardından belediye başkanını değiştirip yerine bir askeri getirmişlerdi. İki hafta içinde yeni başkanın yaptığı ilk iş, benim resmimi kaldırmak olmuş. Önce üzerini boyayarak kapatmaya çalışmışlar, iki kere denemişler ama ikisinde de üstteki boya kısa zamanda dökülmüş. Yerel gazetelerde ‘resim direniyor’ gibi haberler çıkmış. Sonra kocaman duvarı küçük aletlerle kazıyarak resmi kaldırmışlar.
Acaba önce resim yapıp sonra cezasını mı çeksek?
– 1977’deki olaylı 1 Mayıs’ta neredeydiniz?
Gezi Parkı’nın ucundaki galeride sergi hazırlıyorduk. DİSK’in yabancı misafirleri kutlamadan sonra sergiyi gezecekti. Silah seslerini duyunca koşarak dışarı çıktık. Herkes panikti. Parkın yanındaki yoldan AKM’nin önüne doğru polis panzerleri gidiyordu. Arkalarından bakmaya gittik. Bazı polisler AKM’ye asılan kocaman 1 Mayıs afişini elleriyle parçalayıp yakmaya çalışıyordu. Yarım saat sürdü o kaçışma galiba.
– 12 Eylül sabahı neredeydiniz?
Kuşadası’nda 8-15 Eylül’de kültür festivali yapılıyordu. Vedat Türkali gibi kişiler vardı. Duvar resmi yapmak için bina arıyoruz. Polis duvarlara yazmak, boyamak yasak dedi. Savcıya gittik, ‘Resim yapmanın cezası 3 ay, devleti yıkmaya çalışan şeyler yaparsanız 6 aya çıkar’ dedi. Hapishane deniz kenarında, ‘Acaba resim yapıp sonra biraz yatsak mı?’ esprisi yapıyorduk. İyi ki gerçekleştirmemişiz, 12 Eylül’ün ardından 10 yıl çıkamazdık.
– Sizinle geçen yıl 1 Mayıs için söyleşi yapmak istemiş ama ulaşamamıştım, neredeydiniz?
Sergi için Paris’teydim. Yürüyüşe baktım, siyasi grupların yüzlü sayılarla ölçülecek kadar az kalabalığı vardı. 20 bin civarında en büyük iki grup vardı; işsizler ve kaçak göçmenler. O kadar kaçak, açıkça biz buradayız diye pankart taşıyıp yürüyordu.
– Bu yıl ne yapacaksınız?
İstanbul’da olduğum zaman 1 Mayıs’a katılırım. Akşam Maden İş Sendikası’nın bir etkinliği var; 1976’da Kemal Türkler’in başkanı olduğu, afişi yaptığım sendika… Katılmamı istediler, onur konuğu olarak düşünmüşler galiba, ‘Olur mu öyle şey, katılmak görevimiz’ dedim.
Akşam