Alışkanlık mı samimiyet mi?

İbadethaneler
Hızlıca alınan bir abdest, vaktin çıkmasına dakikalar kala kıldığımız ve hangi rekatta hangi sureyi bile okuduğumuzu fark etmediğimiz namaz… Çoğu zaman terk ettiğimiz tespihat ve dua… Bir ...
EMOJİLE

Hızlıca alınan bir abdest, vaktin çıkmasına dakikalar kala kıldığımız ve hangi rekatta hangi sureyi bile okuduğumuzu fark etmediğimiz namaz… Çoğu zaman terk ettiğimiz tespihat ve dua… Bir süre bir şey yemeyip içmeme şeklinde tuttuğumuz oruçlar… Örneklerini çoğaltmak mümkün. Ahir zamanda bunlar bile mesuliyetten kurtulmak adına önemli, ama ibadetlerimizin ihlas ve samimiyet üzerine kurulu olması da ilahi bir emir. Ülfet ve ünsiyet haline gelen davranışlardan kurtulmak için neler yapmalı?

İbadetlerinizi ihlâs ve samimiyet üzerine kurun’ diye emrediyor dinimiz. Ancak günlük koşuşturmaca içerisinde ibadetlerimizi çoğu zaman aşk ve iştiyak duygusundan yoksun bir şekilde eda ediyoruz. Bir alışkanlıkla abdest alıyor, namaza duruyor, ayetleri anlamlarından bihaber okuyoruz. Kur’an-ı Kerim’le irtibatımız, hac görevine bakış açımız aynı. Sonunda huzurdan ziyade sadece bir görevi tamamlamış olma duygusu kalıyor gönüllerde. Manevi dünyamızı sorgularken şunu sürekli es geçiyoruz: “İbadetlerimizin ne kadarını alışkanlıklarla yapıyor, ne kadarının hakkını veriyoruz?” Bu soruya cevap ararken şapkamızı önümüze koyup ‘format değişikliği’ne gitmemizde fayda var.

Abdest üzerine abdest almak nur üstüne nurdur

Abdest:Kâmil ibadetin altın anahtarı batınî temizlik olduğuna göre ilk olarak abdestimizi gözden geçirmeliyiz. Abdesti sadece sözlükte yer aldığı gibi ‘yıkanma’ anlamında görmekten vazgeçmek lazım. Allah’a yakınlık elde etmek için dış temizlik yeterli değil, iç temizlik de şart. O da yalnız samimiyetle tövbe edip Hakk’ın kapısını çalmakla mümkün. Namaz öncesinde ruhumuzu kötü huylardan, aklımızı kötü düşünce ve şüphelerden, kalbimizi de günah kirlerinden temizlemeli, sadece işin zahirî boyutuna takılıp kalmayıp, batınî temizliğe ulaşmaya gayret göstermeli. İkisi aynı anda hayatımızda yer edindiği sürece kâmil Müslüman olmaya yaklaşabiliriz.

    “Abdest üzerine abdest almak nur üstüne nurdur.” der Peygamber Efendimiz (sas). Bunun için emin olsak bile abdestimizi yeniden tazelememiz bir hayli önemli. Şu hadis-i şerif ise abdesti alışkanlıktan çıkarıp manasını kavramak için değerli: “Bir mümin abdest alırken yüzünü yıkayınca, gözüyle işlediği bütün günahlar suyun damlalarıyla dökülür gider, ellerini yıkayınca elleriyle yaptığı hataların vebali kaybolur, ayaklarını yıkayınca harama yürümek suretiyle ayaklarının sebep olduğu bütün günahlar dökülür gider. Böylece tam abdest almış olan bir kimse bütün günahlarından temizlenmiş olur.”

Duaları kalp tastiklemeli

Dua:Dua ederken dilimden ezber cümleler dökülüyor. Peygamber Efendimizin duaları dünyamızda yok, ne istediğimizin bile farkında değiliz ne yazık ki. Gönülle dil arasında büyük bir uçurum var. “İnsan ancak dua ile Allah’a hakiki kul olduğunu ortaya koyar. Çünkü sebepler üstü talepte bulunuyor.” diyor Fethullah Gülen Hocaefendi: “Dilin söylediğini kalp tasdik etmeli. Dil, dudak gönlün heyecanına iştirak etmeli. Kur’an okurken, dua ederken gönül heyecanı sesin ritimlerinde kendini hissettirmeli, gözlerinizin dönüşüne, tebessümlerinize tesir etmeli. Bu da temelde sağlam ‘inanma’ işidir.”

İbadetlerimizi alışkanlıklarımızdan arındırırken niyetin de her daim gözden geçirilmesinde fayda var. Bediüzzaman Hazretleri, niyeti, âdetleri ibâdete çeviren bir iksir olarak değerlendiriyor. Hayatında öğrendiği dört hakikatten birinin niyet olduğunu söyleyen Üstad, “Kelimelerden maksad mana-i harfî, mana-i ismî, niyyet, nazardır. Nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibâdete çevirir, gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyâta esbâb hesabıyla bakılırsa cehâlettir. Allah hesabiyle olursa mârifet-i ilahiyedir.” buyuruyor.

Hac alışkanlığa dönüşmeden…

Hac ve umre: Son yıllarda toplumsal refahın yükselmesiyle doğru orantılı olarak hac ve umreye gidişler de arttı. Bu ibadette de yine alışkanlık tuzağına düşülüyor. Emir anlayışıyla yapılırken Allah rızası gözardı ediliyor. Hac ibadetini “Yaptım oldu”, “Bu kadarı yeter” gibi düşüncelerle değil de manevi ve ruhi olgunluk kazandıracak, iç-dış bütünlüğümüzü sağlayacak biçimde yerine getirmeli. Şu hatırlatmalarda bulunuyor Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yusuf Güneş: “Adayların kura ile belirlendiği bir devirde birden fazla hacca gitmek doğru karşılanmayacak bir durum. Hiç gitmeyenlerin ibadetlerine engel olunmaktadır. Onun yerine umreye gitmeleri daha güzel bir ameldir. Yalnız burada da ölçüyü elden kaçırmamak gerekir. Çünkü zamanımızda fakr u zaruret içinde olan ve eğitim imkânlarından mahrum pek çok Müslüman var. Bunlara el uzatılması sevap bakımından her sene umreye gitmekten daha uygun. Bir kimse, hem ihtiyaç sahiplerine yardımımı yapar, hem de her sene umreye giderim diyorsa böyle yapana diyecek elbette bir sözümüz olmaz.” Umre ile ilgili de şunları ekliyor: “Birden çok umre yapma konusunda kanıksama söz konusu olabilir. Umre, ibadettir, turistik bir gezi değildir. Bunun şuurunda olmak gerekir. Eğer oraları ziyaret, insanda alışkanlık haline gelmiş, sıradan yaptığı seyahatlerden bir farkı kalmamışsa oralara gitmenin bir anlamı da yoktur.”

Bizi ferahlandırıver ey Bilal!

Namaz: Namazı sürekli işlerimizin arasına sıkıştırıyor, dünyevi şeyleri düşünmekten namazdan lezzet alamıyoruz. Okuduğumuz ayetlerin bile farkında değiliz çoğu zaman. Bu sorun nasıl çözülebilir? “Namazda, okunan ayet ve sureler yüzeysel bir şekilde zihinden geçirilebilir fakat Rabbin huzurunda olma mülahazası her şeyden ali tutulmalıdır.” diyor Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Osman Bilge. Mealler ve tefsirlerle ilişkimizi kuvvetlendirirsek ibadetlerimiz de canlanır. Kendimizi Efendimiz’in (s.a.s.) arkasındaki cemaatten bir fert olarak hissetmek veya meleklerin safları arasında görmek, namaz şuurunu zirveye taşır. Ünsiyetin zararlarından kurtulmak için Bilge’nin önerileri şunlar: “Öncelikle imanın gönüllerde yeşermesine sonra da dallanıp budaklanarak meyve vermesine ihtiyaç var. İlmihal bilgileri, onu her namaz vaktinde bir aziz misafir edasıyla karşılama, sonunda da en sevdiğimiz bir insanla vedalaşır gibi hüzünle ayrılma, bir sonraki namazı iple çekme namazı duyarak ve hissederek kılma şuurumuzu artırır. Ta’dil-i erkana dikkat ederek kılmak, ayet ve sureler okuyarak kıyamı uzatmak, rüku ve secdede dua ve niyazda bulunmak çok önemli.” Rasulullah (s.a.s.) efendimiz gibi dünyevi işlerden sıkılınca; “Erihnâ ya Bilal! / Bizi bir ferahlandırır ey Bilal!” diyerek namaza koşmak lazım.

Alışkanlıkların temeli ülfet ve ünsiyet

Ülfet ve ünsiyet (alışkanlık, görenek, âlem yaptı ben de yapayım) başlığı altında bu konuya dikkat çekiyor Fethullah Gülen Hocaefendi: “Düşünce ve tasavvurdaki ülfet insanın davranışlarına, ibadetlerine aksedince ferdin aşk, vecd ve heyecanı ölür; mes’uliyet duygusu, mâsiyetten nefret, günahlara ağlama durumu zâil olur… İnsanların etrafındaki binbir güzellik cümbüşünü duyup görememesi, birbiriyle uyum içinde olan kombinezonlar karşısında hissiz ve alakasız kalması, gördüğü şeylerin hikmetine inememesi, görüp geçmesi, ruhunda bir türlü irfana erememesi, onun duygusuzluğunun, ruhi ölgünlüğünün ve gözleri kapalı yaşamasının ifadesidir ki, böylelerine ne kâinatın esrarlı kitabı, ne de her gün gözleri önünde enfüsün yaprak yaprak açması bir şey anlatmayacaktır.” Ülfetin insanoğluna musallat olan büyük bir musibet olduğunu söyleyen Hocaefendi’ye göre bu duruma düşen kimseler etrafında olup bitenlere karşı gâfil; inancında sığ ve yetersiz, aşksız ve vecdsizdir. Allah muhafaza kalpleri çabuk kayabilir. Bu durumdan kurtulmak için tek bir çıkış yolu var: “Sağlam bir tefekkür, ölüm ve ahirete ait levhaların düşündürülmesi, dini ve içtimai bir kısım faaliyetlerde bulunmalarına teşvik edilmesi. Düşünce ufku aydın, vecd ve heyecan insanlarıyla karşılaştırılmaları gibi vesilelerle kendilerini yenilemelerine zemin hazırlanır.”

Zaman