Nar’da Kimse Temiz Değil

Türk Sineması
Ümit Ünal’ın Nar filminin hemen hemen bütün aşamalarına sosyal medya üzerinden vakıftım. Nar’ı da merak ediyordum. Film Altın Portakal’da hak ettiği değeri bulamadı. Yönetmen de o dö...
EMOJİLE

Ümit Ünal’ın Nar filminin hemen hemen bütün aşamalarına sosyal medya üzerinden vakıftım. Nar’ı da merak ediyordum. Film Altın Portakal’da hak ettiği değeri bulamadı. Yönetmen de o dönemde itirazını etmişti. Şimdi Nar vizyonda. Ünal doğru kararı izleyici verecek diyor. Yönetmenle hiç ayrılmadığı Cihangir’de buluştuk, nar taneleri gibi dağılan bir söyleşi yaptık. Filmden girdik, yönetmenliğe şöyle bir uğradık ve vedayı da İstanbul’la yaptık. İyi okumalar!

Üzerinde bir buçuk yıldır çalıştığınız Nar artık vizyonda. Nasıl bir yazım aşamasından geçti bu film?

Benim aklımda hep birikmiş, yarım hikâyeler vardır. Bir şekilde gündeme gelmek için çekmecede beklerler. Nar’ın hikâyesi de uzun zamandır aklımdaydı. Proje bir yılda oluştu. Aslında yapımcılığını da kendim yapmak istediğim için düşük bütçeli bir film olarak tasarlamıştım. Ama daha sonra olanaklarımı aşan bir hal aldığında Türker Korkmaz’a anlattım projeyi.

İçinize sindi değil mi?

Nar bambaşka! Çok içime sindi. Hikayesi benim için kişisel öneme haiz. Filmde söylediğim şeyleri hayatta söylemeyi çok istiyordum. Bir de baktığınızda üslubu, kamerası iyi oldu. Bu ölçekteki film için ilginç bir yönetmenlik yaptım. Farklı teknikler kullandım.

Serra Yılmaz filmin başrollerinden biri. Bazı yönetmenlerin vazgeçemediği oyuncular vardır. Bu durum işinizi mi kolaylaştırıyor?

En başta yazarın işini kolaylaştırır bu durum. Ben hem yazar hem yönetmenim. Yazarken de bir suret hayal etmek zorundayım. Gelelim Serra’ya. Bazı arkadaşlar onun için oyuncu değil diyorlar ama Serra oyunculukta sihirbaz bir tip. Aksan kullanmadan, aksesuar istemeden, büyük makyajlar yapmadan çok farklı karakterleri canlandırabiliyor.

Filmde farklı şeylere inanan dört insan var. Nar’a, inanmak ve inanç temelli bir filmdir diyebilir miyiz?

İnanç derken kastımız dini değil. Hepimiz kendimizi dünyada var edebilmek için bir sürü şeye ikna ediyoruz. İnsanlık idealine, bilime, dine inanıyoruz. Bu inançlar temelinde kendimize dünyalar kuruyoruz. Filmdekiler de öyle. Gayipten sesler duyduğunu söyleyen bir kadın, idealist bir genç kız, kapıcı bir adam… Bunların hepsi bir şeye inanıyorlar. Filmde inançları çarpıştırıyorum derken de bunu kast ediyorum.

Nar yönetmenlik serüveninizde hangi döneme denk geliyor?

Sinema eğlence endüstrisinin bir parçası ve ben de o endüstrinin parçası olarak doğdum, ticari sinemada başladım. Şimdi ise bir kişisel filmlerim var bir de ticari olmasına dikkat ettiklerim. Nar’da beni özgür bırakan bir yapımcıyla çalıştım. Bu filmim 9 ile Ara arasında bir yerde. Bir üçleme oluşturuyorlar. İleride böyle anılsın istiyorum.

KAPTAN FEZA’YI ÇEKTİĞİME PİŞMANIM!

Kaptan Feza nerede duruyor bu filmografide?

Ticari sinemanın bir kolunu denediğim ama olmamış bir filmdi. Birtakım ucuz sinema hileleri kullanarak aksiyon filmlerini götürürüz sandım olmadı. Pişmanım! Kaptan Feza yüzünden bana alarm zili ödülü vermişlerdi. O zaman ‘Uyarı için teşekkürler ama Nar’ı bekleyin’ demiştim.

Festivallerden yana şansınız yok. Ara filminde de itirazınız olmuştu jüriye. Sizin de deyiminizle huysuz yönetmen misiniz?

Beni tanıyan herkes ne kadar yumuşak başlı olduğumu bilir. Asla huysuz biri değilim. Sette de sessiz sakinim. Fakat haksızlıklara dayanamıyorum. Ara’ya da o dönem haksızlık yapılmıştı. İtiraz ettiğimde reklamını yapıyor diyenler oldu ama sonradan haklı olduğum anlaşıldı. Şimdi de o itiraz yazısını yazmamın nedeni, merak ediyordum nedir gerekçeleri? Haklı olduğum, tüm filmler vizyona girince ortaya çıkacaktır.

SANATÇI PROPAGANDA YAPMAZ

Siz sinemanızda bir görüşü dikte etmekten bilhassa kaçınıyorsunuz. Filmlerde Ümit Ünal yok, onun hayal dünyası ve tanıklıkları var.

Evet, filmlerimde bir görüşü savunmam. Gördüğüm meselelere dikkat çekerim sadece. Bir de gerçek insanlara benzeyen, ne iyi ne kötü karakterler yazmaya çalışırım. Nar’da da hiç kimseyi tertemiz bırakmadım. Çünkü gerçek hayatta da o kadar temiz insan yok.

Kişisel hiçbir görüşünüzü katmıyor musunuz sanatınıza?

Sanatçı tek hücreli canlıya benzer. Toplumdan bir şey alır. Onu kendi yorumuyla gerisin geri dışarıya atar. O atılan ilk özümsediğimiz şey olmaz. Sırf bir ideolojiyi, görüşü savunmak için film yaparsanız yaptığınız o iş görüşün kurbanı olmuş demektir. Sanatçının her şeyden önce eserini kurban etmemesi gerekir. Kendi sanatına saygısı olan bir sanatçı da propaganda olayına girmez zaten.

Son dönem Türk sineması içerisinde bir yönetmen olarak siz bu işin neresindesiniz?

Valla her yerindeyim işte! (Gülüyor) En başarılı işlerim 9, Ara ve Nar. Bundan sonra da iddialı işler yapma niyetindeyim. Mesela Teyzem’i yeniden çekeceğiz.

Tekrarı daha mı iyi olacak, neden yeniden çekmek istediniz?

Benim aklımdaki hikayeyle, Halit Refiğ’in dünyasının ilgisi yoktu. Bu benim kendi hikayemdi ve bunu yeniden çekmek benim borcumdu. Film çekildiğinden beri yeniden çekmek istiyordum. Şartlar şimdi oluştu.

 

Recep İvedik seyircisine ne desem boş!

Recep İvedik’i seven biri benim işlerim karşısında şaşkınlığa kapılabilir. Türkiye’de kitle çok farklılaştı. Ben Recep İvedik’e sinema bile demiyorum ama 5 milyon seyirci yapıyor. Benim o filmin seyircisine anlatacak bir şeyim yok. Ne desem boş!

 

Yenibosna’da film çekmeliyim

İzmirlisiniz. İstanbul’da yirmi altı yıldır yaşıyorsunuz. Kendinizi İstanbullu hisseder misiniz?

Hayatımda en uzun yaşadığım şehir İstanbul. Ama memleketin neresi diye sorulduğunda İzmir derim. Kendini nereye ait hissediyorsun dersen İstanbul’dan başka çare yok. İstanbul aynı anda hem nefret hem de sevgi uyandıran bir yer. Ege’ye gittiğimde birden oralı oluyorum ama deniz kıyısında bir yerde çok kaldığımda İstanbul’un kalabalığını özlüyorum.

Cihangir’de yaşıyorsunuz. Burayı neden bu kadar çok seviyorsunuz?

Biraz tembellikten! İlk buraya geldim. On sekiz yıldır aynı mahalledeyim. Hal böyle olunca buradan ayrılmak da zorlaştı. Ben taşındığımda çok mütevazı bir yerdi Cihangir. Şimdi çok lüks. Benim de kaldıramadığım zamanlar oluyor.

İstanbul’a bir yönetmen gözüyle baktığınızda ne görüyorsunuz?

İstanbul Türkiye’nin kalbi. Her şey önce İstanbul’da yaşanıyor sonra tüm ülkeye dağılıyor. Aslında bir ülke gibi. Tek bir İstanbul demek doğru değil. İstanbul’un içerisinde bir sürü İstanbul var. Cihangir’le Merter ve İkitelli arasında dağlar kadar fark var. Ayrı ülkeler gibi. Burada neredeyse bütün hayatı anlatabilirsiniz.

İstanbul’la ilgili bir film çekmeniz istense kameranızı hangi bölgeye yöneltirdiniz?

Anlat İstanbul’u çektim ama o masalsıydı. Şimdi bir film çeksem Yenibosna’ya falan gitmeyi çok isterim. Orada hiç bilmediğim hayatlar yaşanıyor. Oralarla ilgili bir şeyler hayal etmek isterim.

RÖPORTAJ: AYSEL YAŞA/ YENİ ŞAFAK