Çekimler bittiğinde 9 bölümde seyredilecek belgeselde Fatih Sultan Mehmet’in 40’lı yaşlarını torunu Orhan Osmanoğlu canlandırıyor. Osmaoğlu, izlenimlerini "Padişah olmak zormuş" şeklinde anlatıyor.
Şu sıralar Fetih 1453 filmi gündemimizde… Filmde, nelerle karşılaşacağımızı merak ediyoruz. "Fatih Sultan Mehmed’i nasıl anlatmışlar acaba, İstanbul’un fethi beyazperdede nasıl görünüyor?" gibi sorular heyecanlandırıyor tarih ve sinema buluşmasını bekleyenleri. Fakat tarihle ilgili projeler bitmiyor, TRT bu yıl Fatih Sultan Mehmed’i anlatan bir belgesel çekiyor.
Belgeselin yapımcısı ve yönetmeni, daha önce Osmanlı Hanedanı’nın sürgün hikâyesini ekrana taşıyan Kerime Şenyücel. Senaryosu ise Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kalpaklı’ya ait. Ama belgeselde asıl dikkat çeken Sultan Mehmet’in 40’lı yaşlarındaki halini, şimdilerde 40’lı yaşlarında bulunan torunu Orhan Osmanoğlu’nun oynaması…
Orhan Osmanoğlu oyuncu değil. Bu rol için teklif almasının sebebi, sakal bıraktığında profilden Fatih Sultan Mehmed’e çok benzemesi… Durum böyle olunca meraklandık. "Sultan Mehmed’e benzeyen torun kimdir?" sorusunun peşine takıldık. Kendimizi, Merter’de Mavi İş Hanı’nda tekstil ticareti ile uğraşan Orhan Osmanoğlu’nun bürosunda bulduk. "Osmanlı soyundan geliyorum demeye korkardım, şimdi tam tersi. Osmanoğlu olduğum için Sultan Mehmed’i anlatan bir belgeselde, Sultan Mehmed olarak rol alıyorum!" dediği hayatını konuştuk.
Asıl mesleği ticaret!
Sultan II. Abdülhamit’in, Beyrut’a sürgün edilmiş en büyük oğlu Şehzade Mehmet Selim’in soyundan geliyor o. Hikâyesi şöyle: Şehzade Mehmet Selim, Beyrut’a sürgün edilir. Orada, Hıristiyan bir kıza âşık olup evlenir. O evlilikten, Şehzade Abdülkerim dünyaya gelir. Aile, Suriye’ye yerleşir daha sonra. Şehzade Abdülkerim de, Suriye’de Arap bir kızla evlenir ve Orhan Osmanoğlu’nun babası Harun Osmanoğlu dünyaya gelir. Harun Osmanoğlu da Suriyeli biriyle hayatını birleştirir. O evlilikten de, 1963 yılında, belgeselde Fatih Sultan Mehmed’i oynayacak torun, yani Orhan Osmanoğlu doğar.
Orhan Bey, ilkokulu Şam’da okur. 1974 yılında İstanbul’a halasının yanına gezmeye gelir. Burayı çok sever ve geri dönmek istemez. Babası, "Türkçe bilmiyor, yapamaz." diye karşı çıkar bu isteğine. Ama çocuk olmasına rağmen onun kararı nettir. "Türkçe öğrenebilirim." diyerek babasını ikna eder. İşte o zaman, gerçek memleketine ve ata diline alışma vaktidir onun için. Çarşamba’da bir okula kaydını yaptırır. Bir yıl sonra da babası, Şam’daki evlerini satar ve aileyi toplayıp İstanbul’a Orhan Bey’in yanına taşınır. Zaten artık vakti de gelmiştir memlekete geri dönmenin. Orhan Bey de bu esnada, dili konuşabilecek ve anlayabilecek seviyeye gelir.
Fakat, çok sevdiği Türkiye’de Abdülhamit torunu olmanın cezasını daha o yıl çekmeye başlar. Türkçe öğretmeni ona, Türkçe öğretmek yerine sadece ‘Onuncu Yıl Marşı’nı ezberletmeye çalışır, Abdülhamit’in kızıl sultan olduğunu anlatır. Bu yüzden, "Ben Türkçeyi Türkçe dersinde öğrenmedim." diyor. Karşılaştığı bu tutumun sebeplerini ilerleyen yaşlarında anlar Osmanoğlu. Özellikle de 1980’li yıllarda… İhtilal olduğu zamanlar, "Biz kimliğimizi çok sakladık. Osmanlı sorundan gelmek kötü bir şeydi çünkü o zamanlar." diyor. Sırf bu yüzden, üniversiteye de devam etmez. "Babam korktu beni okula göndermeye." diyor.
Maddî sıkıntıları da olduğu için "İlla okuyacağım." diye tutturmaz ve iş arar kendine. Beyoğlu’nda yürürken bir giyim mağazasında "Tezgâhtar aranıyor" ilanına rastlar. "İş iştir!" deyip başlar çalışmaya. O yıllar; Orhan Bey ve ailesine Turgut Özal’ın vatandaşlık ve soyadı hakkı verdiği yıllardır aynı zamanda. Ama yine de kimliğini çok ifşa etmemeye çalışır. Tezgâhtarlık yaptığı seneler 1991’e kadar Beyoğlu-Osmanbey hattında devam eder.
1991’den sonra kendi işini kurar. Tekstil üzerine dış ticaret yapar. Yavaş yavaş kim olduğu da biliniyordur piyasada. Ama iflas ettiğinde, "Keşke Osmanlı torunu olduğum bilinmeseydi." der. Çünkü, iş yaptığı adamlar, iflastan dolayı borcunu geciktirince Osmanlı’ya küfreder. Musevilerse, tam tersi bir tutum sergiler ve sırf Osmanlı torunu olduğu için "Borçlarını sana uygun ne zamansa, o vakit öde." derler. Orhan Bey bütün bunları, Osmanlı torunu olmanın Türkiye’de hangi evrelerden geçtiğini göstermek için anlatıyor ve ekliyor: "Ama artık her şey değişti. Bakın, atalarımızla ilgili belgeseller çekiliyor ve biz o belgesellerde korkmadan rol alıyoruz!"
Sürgündeki Osmanlı ile başlamış her şey!
Orhan Osmanoğlu’nun belgeselde rol alma serüveni, 2004’te danışmanlık yaptığı Sürgündeki Osmanlı belgeseli ile başlar. Osmanlı hanedanının sürgündeki fertlerinin hikâyesini anlatmak isteyen TRT, aileyle irtibata geçebilmek için onun kapısını çalar. O da, kimliklerini sakladıkları yılların geride kalacağını düşünerek projeye can-ı gönülden ‘Evet’ der.
Hemen işe koyulur ve tam 11 ülkede, belgesel ekibi adına hanedan üyelerinin kapılarını çalar. İşte, bugün yeni bir belgeselle gündeme gelmesini sağlayan kişiyle, Kerime Şenyücel ile de o vakitler tanışır. Şenyücel, Sürgündeki Osmanlı Belgeseli’nin çekimleri bittikten sonra, ona, -şu anda çekimleri halen devam eden- Fatih Sultan Mehmet Belgeseli’ne başlayacağını anlatır. Bundan bir yıl önce de, "Bahsettiğim belgeselde Fatih Sultan Mehmet’in 40’lı yaşlarını sen oynar mısın?" der, sakal bırakmasını ister. Orhan Bey, önce "Benim işim oyunculuk değil." diye fikre temkinle yaklaşır. Ama, dedesini anlatan rolde olma düşüncesi, işin seyrini değiştirir. Sakal bırakıp dikilir Şenyücel’in önüne. Şenyücel, "Tamam" der ve ekler: "Bellini’nin portresindeki Fatih Sultan Mehmet’e benziyorsun. Başka birine gerek yok"
Sonrası zaten kameranın karşısı… 20 dakikalık rolü için bir gün boyunca kamera karşısında durur Orhan Bey. "Danışmanlık kolay ama oyunculuk zor." diye tarif ediyor duygularını ve çekimlerden önce çok çalıştığını anlatıyor: "Ezberim hiç iyi değildir. En çok orada zorlandım. Dedeme yakışır bir şekilde oynamalıydım. Bu yüzden gecelerce Kerime Hanım’ın üzerime yüklediği derse çalıştım. Tabi bir de, onu anlatan kitaplara baktım, işin altından hakkıyla kalkabilmek için."
Zaman