Devlet Ana’da Halit Refiğ izi var

Türk Sineması
Ünlü Yönetmen merhum Halit Refiğ’in eşi Prof. Gülper Refiğ, tarihî bir gerçeği açıklamak istediğini belirterek, Halit Refiğ’in Devlet Ana’yı senaryo olarak Kemal Tahir’e ...
EMOJİLE

Ünlü Yönetmen merhum Halit Refiğ’in eşi Prof. Gülper Refiğ, tarihî bir gerçeği açıklamak istediğini belirterek, Halit Refiğ’in Devlet Ana’yı senaryo olarak Kemal Tahir’e götürdüğünü, ‘Devlet Ana’ romanının bu senaryoya birtakım ilâveler yapıldıktan sonra şekillendiğini ancak mütevazı kişiliğinden dolayı Halit Refiğ’in bunu hiçbir zaman açıklamadığını söyledi.

14 Kasım Türk Sineması’nın 98. Yıldönümü münasebetiyle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü’nün himayesinde Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM) tarafından, “Sinemada Yerli Arayışın Üç Ustası: Halit Refiğ, Metin Erksan, Yücel Çakmaklı” başlıklı anma programı düzenledi.

Beyoğlu’daki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen ve Oturum Başkanlığını Sinema Yazarı İhsan Kabil’in yaptığı panele konuşmacı olarak Sinema Oyuncusu Hülya Koçyiğit, pek çok yerli filmin kameramanlığını yapmış olan Çetin Tunca ve Yönetmen Mesut Uçakan katıldı.

İzleyiciler arasında bulunan ve panelin sonunda söz alan Halit Refiğ’in eşi Prof. Dr. Gülper Refiğ, tarihî bir gerçeği açıklamak istediğini belirterek şunları söyledi:

“Bir şeyi, tarihî bir gerçeği, çok aşırı mütevazı bir insan olduğu için, işte ‘Ben yok Lütfi Ağabey, Metin Erksan, Atıf Yılmaz; ben yok, Kemal Tahir, Adnan Saygun… Hiç ‘ben’ diye bir şey yok; hiç öyle bir egosu olmadığı için, bu gerçeğin hiçbir zaman ortaya çıkmasını istemedi ve söylememişti. Sapanca’da deprem gecesi, böyle her yer yıkılmış, evimiz karanlık içindeyiz. O gece işte böyle bir itiraflar sırasında ben de bu gerçeği ağzından aldım. Bu ‘Devlet Ana’ meselesi… Aslında biliyorsunuz ‘Hep Kemal Tahir’den öğrendim. Ustam, ağabeyim…’ Hayır. Devlet Ana’yı Kemal Tahir’e götüren kendisi, senaryo olarak. Ama o kadar aşırı mütevazı bir insan ki, ‘Ben ondan aldım, ben öğrendim’ diye, o yücelsin diye… Çünkü onu çok seviyor, hayran. Çünkü sevgileri gerçek. Ve ben, kütüphanesini işte derlemek, böyle tanımak için kurcalarken, o götürdüğü senaryoyu buldum; Devlet Ana senaryosunu. Hatta tiplerin Hülyacığım, kıyafetlerine kadar çizmiş, Mesut Bey, her şey var. Tabi Kemal Tahir oraya Notus Gladyus gibi birtakım tipler ilâve etmiş, olağanüstü bir roman ortaya çıkmış. Ve bunu bir tek gün dile getirmedi ve bilinmesini de istemezdi. Biliyorsunuz filmin yapılması da engellendi ve bana bunu bir tek Atıf Yılmaz sokakta söylemişti: ‘Nasıl engellerler?’ dedi. ‘O konu zaten Halit’in’ demişti, rahmetli Atıf Yılmaz.”

***

Oturum Başkanı İhsan Kabil, Türk sinemasının adeta bir Panteon gibi düşünülebileceğini ifade ederek “Hiçbir devlet desteği olmadan, daha başından, sessiz sinema döneminden itibaren yönetmenleriyle, senaristleriyle, görüntü yönetmenleriyle, oyuncularıyla, figüranlarıyla, set işçileriyle; bütün çalışanlarıyla, muazzam özverilerle ayakta durmaya çalışan en güçlü yapılarından biri oldu” diye konuştu. Kabil, Türk sinemasının ustalarının, bu yapıda çok büyük emekleri olduğunu belirterek, “Kendileriyle iftihar ediyoruz” dedi.

Hayatlarını sinemaya adayan Halit Refiğ, Metin Erksan ve Yücel Çakmaklı’ın Türk sinemasında bir çığır açtıklarının altını çizen Kabil, bu isimlerin gereken ilgiyi göremeyerek de olsa yollarına devam ettiklerini söyledi.

Çok acılar çektiler

Halit Refiğ’in yönettiği “Karılar Koğuşu” ile En İyi Kadın Oyuncu Altın Portakal Ödülü, Yücel Çakmaklı’nın yönettiği “Zehra” filmi ile en iyi kadın oyuncu Altın Koza ödülü kazanmış olan sinema oyuncusu Hülya Koçyiğit de, Metin Erksan, Halit Refiğ ve Yücel Çakmaklı’nın kendisi için sadece Türk Sineması’nın değerli yönetmenleri olmaktan ibaret olmadığını belirterek, şöyle konuştu:

“Bana hayatı, neden sinema yaptığımızı; sinema diliyle bir insanın hayatını, dünyasını, düşünce yapısını nasıl değiştirebiliriz, kültürümüzü nasıl oluşturabiliriz; nasıl hep beraber ‘bizim hikâyemiz’, ‘bizim insanımız’, ‘bizim tarihimiz’, ‘bizim sanatımız’, ‘bizim görgümüz’ diyebiliriz;  bu nedenle çok değerli büyüklerim. En büyük özellikleri de yerli sinemanın oluşmasını çok istediler. Bunun için çok ciddi çabalar sarf ettiler.”

Koçyiğit, usta yönetmenlerin bir ‘Türk Sineması belleği’ oluşturduklarını, genç nesil için ufuk açtıklarını belirterek, onların yolunu takip eden gençlerin çok yüz ağartıcı güzel neticelerle Türkiye’yi temsil ettiklerini söyledi.

Halit Refiğ, Metin Erksan ve Yücel Çakmaklı’nın çok acılar çektiklerine de işaret eden Koçyiğit, zaman zaman üretemez hâle geldiklerini hatırlattı. Koçyiğit, “Bildiğimiz gibi Metin Erksan, daha adımını attığı anda sinemaya, ilk yasaklamalarla karşılaşan yönetmen. Halit Ağabeyin de hayatının en pırıl pırıl parladığı, en verimli, eserlerini en yoğun verdiği dönemde, çok iyi bildiğiniz gibi, TRT filmini yaktı. Yasaklamak da bir yana yok etti filmi. Film, gün ışığına dahi çıkarılmadı. Böyle de ciddi acılar çekti bu insanlar ama sinemaya gerçekten inanmış, gönül vermiş ve yolunda ısrarlı, doğru yürüyen insanlardı.” dedi. Koçyiğit, bu yönetmenleri sadece bu gün değil, sinema var oldukça, Türkiye var oldukça minnetle anacaklarını söyledi.

Eski sinema-seyirci ilişkisi yakalanmalı

Hülya Koçyiğit’in ardından, “Selvi Boylum Al Yazmalım” ve “Hayallerim, Aşkım ve Sen” filmleriyle En İyi Görüntü Yönetmeni Altın Portakal Ödülü kazanmış olan, eski Türk filmlerinin emektar kameramanı Çetin Tunca söz aldı.

Çetin Tunca, yönetmenin kurguladığı dünyanın, tasarlanana en yakın görüntülerle filme aktarılması bakımından, filmlerde kameramanın önemine ve taşıdığı sorumluluğa dikkat çekti.

Metin Erksan, Halit Refiğ ve Yücel Çakmaklı’ya dair set hatıralarını anlatan Tunca, Metin Erksan’ın çok hoş sohbet, kamera açılarının ve çerçevenin belirlenmesi konusunda da son derece titiz olduğunu dile getirdi. Tunca, filmlerin çekimlerinin ne kadar sürede tamamlanacağının önceden belirlendiğini ancak Metin Erksan’ın titizliği sebebiyle filmlerinde bu sürenin önceden öngörülemediğini ifade etti.

Halit Refiğ için filmlerinin mesajının biçimden daha önemli olduğunu ifade eden Tunca, “Açıyı ve kamera hareketlerini verirdi, objektifi kameramana bırakırdı” dedi.

Tunca, Yücel Çakmaklı’nın ise daha yalın bir sinema düzeni kurduğunu, millî ve dinî değerleri daha çok öne çıkardığını anlatarak “Birleşen Yollar” (Huzur Sokağı) filmine işaret etti.

Konuşmasında özellikle, Türk Sineması’nın seyirciyle olan duygusal, sıcak, samimi ilişkisine dikkat çeken Tunca, günümüzde o ilişkiyi fark eden bazı televizyon dizilerinin de halka ulaşma konusunda başarılar elde ettiklerini ifade etti. Tunca, Türk sinemasının seyirciyle olan bu sıcak ilişkisini yakalayan yapımların başarılı olacağına inandığını söyledi.

Fikir ve estetik sancısı çekiyorlardı

Konuşmasına, 3 dev ismi anıyor olmanın heyecan verici olduğunu ifade ederek başlayan Yönetmen Mesut Uçakan da, Yücel Çakmaklı’yı 1973-74 yıllarında Millî Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü’ne gittiğinde tanıdığını, açık oturum, seminer, gösterim yaptıkları dönemlerde de ilk olarak Halit Refiğ’in “Vurun Kahpeye” filminin gösterimini yaptıklarını söyledi. Uçakan, “Keza daha sonraki ilişkilerimizde ben hemen sinema yazarlığına başladığım için Metin Ağabey ile çok güzel dostluklarımız gelişti zaman içerisinde ve bunca geçen zamanda çok değerli anılarımız var” diye konuştu.

Halit Refiğ, Metin Erksan ve Yücel Çakmaklı’nın sinemada yerli arayışlar içerisinde oldukları tespitinin isabetli olduğunu belirten Uçakan, şu değerlendirmede bulundu:

“Demek ki o dönemlerde sinema yabancıydı. Türk halkına yabancıydı. Çünkü bizim 6 asırlık medeniyetimizin çarpık bir batılılaşma hareketi içerisinde reddiyesi vardı, inkârı vardı, horlanması vardı, dışlanması vardı” dedi. Uçakan, çarpık batılılaşma hareketine paralel olarak Türk sinemasında kendi değerlerine karşı bir tavır geliştiğini söyledi.

Halit Refiğ ve Metin Erksan ile onların dostluk kurdukları Kemal Tahir’in, her ne kadar o dönemde batıdan gelen Marksist kültür içerisinde yer alsalar da, fikir ve estetik sancısı duyduklarının, köklerini inkâr etmediklerinin altını çizdi. Uçakan, “Hakikaten Kemal Tahir, Osmanlı’yı tanıdıktan sonra orda sınıflaşmanın olmadığını gördü. Marksist diyalektiğin orda geçerli olmadığını gördü, bu toplum yapısı içerisinde. Bunları dillendirdiklerinde, o anda Türk Sineması’na hakim olan, enetektüel planda hakim olan, Türk Sineması’nda egemen olan o kültüre karşı bir tavır gelişmiş oldu ve bunun da acısını çok çektiler. Çok mücadele verdiler. Örnek olarak bizim sinema kulübü faaliyetleri içerisinde iken bir de Sinematek vardı, Onat Kutlar’ın başkanlığında olan. Onlar da bir sosyalist sinema peşindeydiler. O tür örnekleri getirirlerdi gösterirlerdi. Türk Sineması’nı kurutulması gereken bataklık olarak görürlerdi. Halit Refiğ’in ilk zamanlarında zaten o tür yazılar yazdığını biliyoruz. Akis dergisinde meselâ vardır öyle bir yazısı. Ama Halit Bey bizzat sinema yaptığı vakit gördü ki bu halk sinemasıdır; halkın bizzat kendi değerleriyle ortaya getirdiği bir sinemadır. Bu tabiri ortaya koyduğu vakit, aralarında çok büyük kavgalar başladı, dışlanmalar başladı, horlanmalar başladı; çünkü batılılaşma hareketinin getirdiği müthiş bir egemen kültür, her şeyi şekillendiriyordu. Hele sanatta bir hayli… Buna karşı durdular. Buna da çok güzel örnekler verdiler. Bunların bir ortak paydaları vardı; fikir sancısı çeken insanlardı. Bir de estetik sancı çekerlerdi.”

Metin Erksan’ın TRT için yaptığı ‘Beş Hikâye’ dizisi üzerinden değerlendirmelerde de bulunan Uçakan, “Öyle bir hikâye denemesi yaptı ki ilk defa orda soyut anlatımlara gitti. Korkunç bir cesaret!.. Yani ticarî piyasada kendini mahkûm edecek bir davranış. Korkusuzca yaptı onu. ‘Sevmek Zamanı’ keza… Üç kuruş biriktirdi, kendi parasıyla, öyle bir filmi o dönemde yapmak büyük cesaret. Böyle çılgın biriydi yani…” diye konuştu.

“İşte burada da Yücel Beyin önemi ortaya çıkıyor” diyen Uçakan, sözlerine şöyle devam etti:

“1970’de ‘Birleşen Yollar’ı yaptığında o dönemin en büyük starlarından biriyle yapıp da çok büyük hasılat rekorları kırdığında, halkın da sahip çıktığını ispat ettiğinde, olaya biraz da başka bir boyutta dikkat çekti. Nedir o? ‘Biz bu batılılaşma hareketi içerisinde kimliğimizi kaybettik. O kimliği, bilin ki bizim 6 asırlık medeniyetimizi şekillendiren bir inançla bulabiliriz. O inanç horlanıyor, dışlanıyor, bunun farkına varalım’ demeye çalıştı. Üçünün de çok önemli taraflarından biri, bu dürüstlüklerini, bu idealistliklerini sonuna kadar sürdürmüş olmaları.”

Kemal Tahir’in ‘Devlet Ana’ romanı, aslında Halit Refiğ’in senaryosuydu

İzleyiciler arasında bulunan ve panelin sonunda söz alan Halit Refiğ’in eşi Prof. Gülper Refiğ, tarihî bir gerçeği açıklamak istediğini belirterek şunları söyledi:

“Bir şeyi, tarihî bir gerçeği, çok aşırı mütevazı bir insan olduğu için, işte ‘Ben yok Lütfi Ağabey, Metin Erksan, Atıf Yılmaz; ben yok, Kemal Tahir, Adnan Saygun… Hiç ‘ben’ diye bir şey yok; hiç öyle bir egosu olmadığı için, bu gerçeğin hiçbir zaman ortaya çıkmasını istemedi ve söylememişti. Sapanca’da deprem gecesi, böyle her yer yıkılmış, evimiz karanlık içindeyiz. O gece işte böyle bir itiraflar sırasında ben de bu gerçeği ağzından aldım. Bu ‘Devlet Ana’ meselesi… Aslında biliyorsunuz ‘Hep Kemal Tahir’den öğrendim. Ustam, ağabeyim…’ Hayır. Devlet Ana’yı Kemal Tahir’e götüren kendisi, senaryo olarak. Ama o kadar aşırı mütevazı bir insan ki, ‘Ben ondan aldım, ben öğrendim’ diye, o yücelsin diye… Çünkü onu çok seviyor, hayran. Çünkü sevgileri gerçek. Ve ben, kütüphanesini işte derlemek, böyle tanımak için kurcalarken, o götürdüğü senaryoyu buldum; Devlet Ana senaryosunu. Hatta tiplerin Hülyacığım, kıyafetlerine kadar çizmiş, Mesut Bey, her şey var. Tabi Kemal Tahir oraya Notus Gladyus gibi birtakım tipler ilâve etmiş, olağanüstü bir roman ortaya çıkmış. Ve bunu bir tek gün dile getirmedi ve bilinmesini de istemezdi. Biliyorsunuz filmin yapılması da engellendi ve bana bunu bir tek Atıf Yılmaz sokakta söylemişti: ‘Nasıl engellerler?’ dedi. ‘O konu zaten Halit’in’ demişti, rahmetli Atıf Yılmaz.”

Program, toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi.

(Haber: Sürur Öztürk / Fotoğraf: Gültekin Karakaş)