Oscar’da beş dalda aday gösterilen ve büyük övgülere mazhar olan film, keyifli bir seyir; fakat daha fazlası değil.
Oscar’a sayılı günler kala ödüllere aday gösterilen filmler vizyona düşmeye devam ediyor. Bu haftaki nasibimiz About Schmidt (2002), Sideways (2004) filmleriyle hafızlarımızda yer edinen yönetmen Alexander Payne’in son eseri ‘The Descendants’, memleketimizde daha ‘damardan’ bir isimle pazarlanıyor: ‘Senden Bana Kalan’. Hawaii’li yazar Kaui Hart Hemmings’in aynı adlı romanından uyarlanan film Altın Küre’den En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazandı, 26 Şubat’ta gerçekleştirilecek 84. Oscar Ödül Töreni’nde ise ‘En İyi Film’ dâhil olmak üzere beş dalda aday gösteriliyor.
Hawaii’nin pastoral güzelliğini zemin teşkil eden bir aile filmi Senden Bana Kalan. Bu cennet tasvirinin içerisinde yaşamanın ya da aile olmanın herhangi bir coğrafyadan farksız ve kolay olmadığına dair vurguyla başlıyor. Yönetmen, seçtiği toprak parçası ile ele aldığı aile meselesi arasında bağ kurmayı deniyor. "Aile de bir takımadadır." diyor Baba Matt (George Clooney); sürekli birbirinden uzaklaşan bir bütünün parçaları…
Matt’e büyük büyük dedelerinden Hawaii’de geniş bir arazi miras kalmıştır. Üzerinde büyük golf sahaları, otel projeleri geliştirilen bu arsayı sattıkları takdirde sülalece daha da zengin olacaklardır, tröstle ilgili son imza yetkisi Matt’tedir. Tam bu kararın arifesinde karısı bir deniz kazasında ağır yaralanır. Yoğun çalıştığı için uzun süredir ailesini ihmal eden baba, iki kızıyla baş başa kalır. Üstelik büyük kızı Alexandra (Shailene Woodley) kendini alkole vermiş, küçük kız Scottie (Amara Miller) ise arkadaşlarıyla problemler yaşamaktadır. Matt için komadaki karısının etrafında geçen zamanları, iç muhasebelerine paralel kızlarıyla yeniden yakınlaşmasına da imkân tanıyacaktır. Bu süreçte karısıyla ilgili öğrendiği bir sır ise olaylara tuz biber ekecektir. Başlangıçta daha çok pişmanlık ve ümit halleri arasında bocalayan Matt, artık karısı hakkında daha karmaşık ruh hallerine bürünür. Üstelik Matt’in arazi meseleleri ile karısının ‘sırrı’ birbirinden bağımsız değildir. Film çaresiz babanın karışan kafasına, sıkışan kalbine, daralan nefesine şahit eder izleyiciyi. Fakat bunu yaparken Hawaii’nin renkli coğrafyasından ödün vermez, seyircinin içinin sıkılmasına müsaade etmez.
Vizyona yakın geçmişte giren, Bir Hayvanat Bahçesi Satın Aldık (We Bought a Zoo) filminde de annenin vefatının ardından çocuklarıyla baş başa kalan baba yine doğanın şefkatli kollarına kendini bırakarak teselli buluyordu. Burada da filmin nihayetinde annenin vedasıyla tabiat ananın kucağına bırakılır karakterler. Kazadan çok önce dağılan aile filmin nihayetinde yeniden yekvücut olur.
AMERİKAN AİLESİNE DAİR ZAYIF BİR TAHLİL
Her ne kadar senaryo dramatik bir olay üzerine kurgulansa da her daim mizah unsurunu da içinde barındırır. Bu tercih her an melodrama savrulabilecek öykünün dengeli anlatımına da imkân tanır. Mizahı da temel meselesine hizmet ettirmeyi başarır yönetmen. Alexandra’nın evlere şenlik arkadaşı, filmin en alakasız siması Sid’in varlığını bile bir şekilde senaryoda tartışılan konuyla ilişkilendirilir. Anne komadan çıkmayacağı için yaşam ünitesinin fişini çekeceklerini yakınlarına anlatır baba-kız, bu ziyaretlerde Alexandra kendini daha iyi hissetsin diye yanlarında hep Sid vardır. Bu abes varlığı kadar gereksiz çıkışları da komiktir. Matt’in çaresiz çırpınışları, filmin içerisinde şaşkın bir halde oradan oraya koşturmaları da acınası halini resmetmekten çok izleyiciyi eğlendirmeye hizmet eder.
Oscar’da beş dalda aday gösterilen ve büyük övgülere mazhar olan film, eli yüzü düzgün, keyifli bir seyir fakat daha fazlası değil. Beklentileri yükselten bu taltifler nedeniyle birçok izleyicinin aradığını filmde bulamaması muhtemel. Basit bir konuyu hem kendi filmografisi hem de benzer örnekler açısından çok da enteresan olmayan bir dil üzerinden aktarıyor Payne. Lâkin filmdeki büyük kızın annesinin iyileşemeyeceğini öğrendiği havuz sahnesi ve Matt’in eşiyle vedalaştığı dakikalar gibi dokunaklı anların da hakkını teslim etmek gerek. Başarılı oyunculuklar, filmin ruhuna hizmet eden müzik tercihi bir tarafa Amerikan ailesine yönelik tahlil çok da derinleştirilmeden perdeye yansıtılıyor.
Zaman