Hazırlayan: Hatice Özgiden
1 Mayıs İşçi Bayramı, 1923’ten beri ülkemizde resmi olarak kutlanır ve 2009’da çıkarılan bir yasayla 1 Mayıs, resmi tatil ilan edilmiştir.
Toplumların tarihlerinde yaşanan olaylar, savaşlar, göçler, yıkımlar toplum yapısını etkilemiştir. Tarihteki bu değişimlerden etkilenen insanların canlandırılmış bir belge olan temsillerini, film ve belgesellerde görüyoruz. Değişimden etkilenen toplumun bir grubu olan işçileri konu alan filmlerde, toplumun içinde bulunduğu siyasi sistemin, işçiler üzerindeki yansımasını, bu işçilerin aileleriyle ilişkilerini, “güvenli” bir iş için yaptıkları göçleri, sisteme karşı haklarını elde etmek için gösterdikleri direnişi, sınıf çatışmalarının bireyin yaşantısına etkisini izliyoruz. Bu filmlerde, işçiler, kimi zaman istediklerini elde etseler de bazen yenilgiyi kabul etmek durumunda kalıyorlar.
Tarihte önemli yer tutan ve günümüzde de dönemin temsili olarak izlenmeye devam eden bazı filmleri inceleyelim:
Strike-Grev/Sergei M. Eisenstein (1925): Bir ‘Sessiz Sinema’ örneğidir Stachka (Grev) ve Sergei Eisenstein’ın da filmografisindeki ilk uzun metrajlı çalışmayı oluşturur. Çarlık döneminde geçen ve propogatif bir çalışma olan filmimiz, greve giden fabrika işçileri ile maruz kaldıkları olaylar özelinden; mevcut rejimin halk karşıtı, mezalim, despot yüzünü açıkça gözler önüne serme amacı taşır.
Kuhle Wampe ya da Dünyanın Sahibi Kim?/ Slatan Dudow (1932): Sıradan bir Alman işçi sınıfı ailesi olan Bönike ailesinin gündelik hayatı üzerinde gelişen olaylarla birlikte yaşadıkları değişimi anlatan bir film. Film, adını Berlin yakınlarında kurulan bir çadır kampından almaktadır. Kuhne Wampe ayrıca Berlin lehçesinde “boş mide” manasına da gelmektedir. Dudow’un bu yapıtı, Weimar dönemi Almanyası’nın mutlaka görülmesi gereken eserlerinden biridir. Senaryosu Bertolt Brecht ve Ernst Ottwalt tarafından tasarlanmış ve yazılmıştır. Brecht bazı bölümleri kendisi yönetmiştir. Hitler, Kuhne Wampe’nin 1932’deki galasından dokuz ay sonra iktidara gelir. Nazi iktidarınca yasaklanan film onlarca yıl gözlerden uzak kalır.
KLASİK BİR FİLM: ‘GAZAP ÜZÜMLERİ’
The Grapes of Wrath-Gazap Üzümleri/John Ford (1940): Hikaye, Büyük Buhran döneminde Oklahoma’daki bir çiftlikte başlamaktadır. Cezaevinden çıktıktan sonra ipotek nedeniyle çiftlikleri ellerinden alınan ve kendi topraklarından atılan ailesini bulmaya çalışan Tom Joad etrafında şekillenmektedir. Tom, ailesinin kendi çiftliklerinden çok uzakta olmayan amcasının çiftliğine gittiğini öğrenir ve oraya doğru yola koyulur. Oraya ulaştığında amcasının çiftliğine de ipotek nedeniyle el konulduğunu öğrenen Tom, tüm ailesini yanına alarak iş bulmak ve daha iyi bir yaşama kavuşmak umuduyla Kaliforniya’ya doğru hareket eder; ancak yol boyunca Kaliforniya’nın da başka yerlerden farkı olmadığını anlatan pek çok kişi ile tanışırlar; oraya ulaştıklarında ise dinlediklerinden çok daha kötü bir manzara ile karşılaşırlar: İş bulmak çok zordur ve ücretler de çok düşüktür. Büyük Buhran’ın etkileri her yeri sarmıştır ve herkes iş aramaktadır.
Karanlıkta Uyananlar /Ertem Gönenç (1964): Yetimoğlu Boya Fabrikası’nın işçileri patronlarıyla anlaşamayınca, bağlı oldukları sendikanın da desteğiyle greve gitmeye hazırlanıyorlar. Ancak üç işçinin, işlerine son verilmesiyle işçiler arasında bölünme başlıyor. Bir süre sonra patron işçilerle anlaşmayı kabul ediyor. Ama bu kararın hemen ardından geçirdiği bir kalp krizi sonucu ölüyor. Fabrika yönetimi oğluna kalıyor. Bu konuda hiçbir bilgisi olmayan Turgut, idarecilerin elinde oyuncak oluyor. Turgut, teselliyi, sevgilisinin kollarında ararken yakın arkadaşı, fabrika kaynakçısı Ekrem sendikanın önemini ve grevin bilincini kavramayan işçilerin başına geçiyor. Onları greve zorluyor. Turgut da fabrikanın iflas ettiğini öğreniyor. Borçlar yüzünden bir şirket fabrikaya el koyuyor. Ama işçiler dayanışmanın bilinciyle birleşerek yeni patronlarının karşısına dikiliyorlar.
Bitmeyen Yol/Duygu Sağıroğlu (1965): Bitmeyen Yol, İstanbul’daki yaşam tarzına uyum sağlamaya çalışan göçmen işçilerin öykülerini anlatır. Büyük şehrin karmaşık ve zor şartlarında, işsiz, yoksul, ezilmiş ve yalnız insanlar yaşamaya çalışırlar. Film, bir yandan büyük şehrin ağır şartlarıyla baş etmeye çalışmayı, diğer yandan birbirileriyle yaşamlarını kazanmak için rekabeti içeren bu yaşam mücadelesini çok etkili ve gerçekçi bir biçimde betimler. Bu insanlar zengin olma düşleri görerek köylerini terk etmiş; fakat büyük şehirde insan tacirlerinin kurbanı olarak emeklerini amele pazarında satmak zorunda kalmışlardır. Duygu Sağıroğlu’nun filmi, kısa sürede umutlarını yitiren çaresiz insanları anlatırken, emek sömürüsüne sessizce isyan etmektedir.
Tout Va Bien-Her Şey Yolunda/ Jean-Luc Godard (1972): Bütün dünyada sol rüzgârların aynı anda esmeye başladığı bir dönemin başlangıcı sayılan 1968 olaylarının birkaç yıl sonrasında Fransa’da geçen filmde, Amerikalı bir kadın gazeteci ile Fransız yönetmen eşinin bakış açısıyla grevdeki bir fabrikada yaşananlar anlatılmaktadır. Jean-Luc Godard’ın en radikal ve kışkırtıcı filmlerinden biri sayılan "Herşey Yolunda" dönemin yapısı gereği ve 68 ruhundan aldığı rüzgarla güçlü bir kapitalizm eleştirisi yaparken çalışan sınıfın beklentilerini karşılayamayan sol örgütleri de aynı sertlikte eleştirmekten çekinmiyor. Bu nedenle film hem sağın hem de solun tepkilerini aynı oranda çekmişti. Politik mesajı açısından Marksist bir film olan "Herşey Yolunda", biçimsel olarak da Brecht’çi bir yapıya sahiptir.