Oscar Adaylarına Şipşak

Filmler
Evet bu sene Oscar Ödülleri’nde “Zoraki Kral”-“Sosyal Ağ” çekişmesi yaşanacak. Bunu defalarca kez söyledik. Ancak o noktaya gelmeden önce bir de 10 film adayının kalite a...
EMOJİLE

Evet bu sene Oscar Ödülleri’nde “Zoraki Kral”-“Sosyal Ağ” çekişmesi yaşanacak. Bunu defalarca kez söyledik. Ancak o noktaya gelmeden önce bir de 10 film adayının kalite anlamında Oscar konusundaki gelenekleri değiştirip değiştirmediğini masaya yatırmak lazım. ‘En iyi film ödülü, yılın en iyi filmine mi veriliyor?’ sorusu bir kez daha kurcalanmalı. Zira 2005’de “Çarpışma” ile yaşanan bağımsız atılımın bu konuda bir değişim yaşattığı gerçeği ortada. Bu yıl ise “İz Peşinde” ve “Oyuncak Hikayesi 3” gibi geleneksel Amerikan filmlerini saymazsak, sinemada yeni şeyler deneyen eserlerin aday olabildiğini görebiliyoruz. Buna paralel olarak lezbiyen aile, anti-kahramanlar, soğukkanlı suç diyarları, bellek dünyası gibi Akademi’ye ters gelmesi beklenen alternatif kavramlar ciddiye alınabiliyor. Ancak bu seneki Oscar adaylarına bakınca esasen; ‘Siyah Kuğu mu daha iyi, yoksa Başlangıç mı?’ sorusunun cevabı aralanmalı.

Oscar Ödülleri’nin nasıl bir dağılıma kavuşacağını zaman zaman değerlendiriyoruz. Nihai yorumu ise 27 Şubat 2011 gecesindeki ödül töreni öncesi yapacağız. Oscar sezonunun en iyi iki filmi “Siyah Kuğu” (“Black Swan”, 2010) ile “Başlangıç”ın (“Inception”, 2010) film dalında aday gösterilmesiyle birlikte ‘Oscar’a o senenin en iyisi aday olamaz’ klişesinin bir kez daha yıkıldığını da belirtmiştik. Bu bağlamda da cevaplanmayan tek soru kalıyor: ‘Bu seneki 10 aday film sinemasal olarak nasıl bir portre çıkarıyor?’. İşte ödül törenine yaklaşık iki hafta kalmışken bu tartışmayı gündeme getirmekte fayda var derim.

Kendini kanıtlamış yönetmenlerin en ‘tabular’a uygun filmleri aday oluyor

Öncelikle Christopher Nolan, Darren Aronofsky, Danny Boyle, David Fincher, Coen Kardeşler gibi sektörde 20 senedir kendilerine yer eden yönetmenler ile has sinefillerin bildiği bağımsız ruhlu Lisa Cholodenko ve David O. Russell’ın bu toplamı oluşturması iki konuya odaklanmamızı sağlıyor. Bunlardan birincisi Danny Boyle, David Fincher ve Coen Kardeşler’in en önemli filmlerini verdikleri dönemde değil de şimdilerde Oscar’ın has adamlarına dönüşmeleri. İkincisi ise bağımsız ruhlu yönetmenlerin, yani stüdyo baskısının uzağında film üreten isimlerin daha çok önemsendikleri gerçeği…

Zaten 2005’de “Çarpışma”nın (“Crash”) galibiyeti sonrası bu konuda yaşanan ihtilalin altı senedir devam ettiği görülebiliyor. Bu bağlamda da “High Art” (1998) gibi eşcinsel alt kültürü öne çıkartan veya “Laurel Canyon” (2002) gibi anti-Hollywood filmi üreten gerçek bir kadın yönetmenin, Lisa Cholodenko’nun yine en hafif filmi “İki Kadın, Bir Erkek”in (“The Kids are All Right”, 2010) araya girmesi şaşırtıcı değil. Gerçek anlamda bir ‘kendilerine uygun olanı bulunca film kategorisine sıkıştırıyorlar’ durumu söz konusu. Aynı şey David O. Russell için veya David Fincher’ın son iki filmindeki dönüşümü için de geçerli.

Geleneksel Amerikan filmlerinin rafa kalktığı görülebiliyor

Zaten “Başlangıç” ve “Siyah Kuğu” gibi postmodern atılım yapan filmler 1990’ların sonunda olsa Oscar hayali bile göremeyecekken (Bkz. “Dövüş Kulübü” ve “Matrix”) şimdilerde ilk 10’a girebiliyorlar. Bu durum da yönetmenlik sanatının daha bir önemsenir hale gelmesine ve yenilikçi şeylerin ya da değişik türlerin eski model formüllerin önüne geçtiğine işaret ediyor.

Bir savaş filmi aday olunca “Ölümcül Tuzak” (“The Hurt Locker”, 2008) gibi aktif kamera ile üretilmiş bir bütün sunarken, başarı hikayesinde “Şampiyon” (“Secretariat”, 2010) gibi ultra-Amerikan bir yapıt yerine “Dövüşçü” (“The Fighter”, 2010) gibi bağımsız bir sosyal dram aradan sıyrılabiliyor.

Hikayesini iyi anlatmak değil, değişik anlatmak önem kazandı

Lafın özü genelgeçer kalıplar bir anlamda son altı senede fazlasıyla rafa kalkmış gibi. Bu doğrultuda da artık gerçek bir yönetmenlik becerisinin arandığını söyleyebiliriz. Sinemanın ‘yönetmenlik sanatı’ olduğu gerçeği geç de olsa anlaşılmış durumda. Yani kalite şartı artık kabuk değiştirdi. Bu sene oluşan durum bu konuda daha da emin olmamızı sağlıyor.

“Siyah Kuğu”nun “Dövüş Kulübü”nün (“Fight Club”, 1999) üzerine koyan bir tür kırması becerisi sergilemesi, “Başlangıç”ın özgün fikir doğrultusunda kurulan bir bilimkurgu olması, “127 Saat”in (“127 Hours”, 2010) basit hikayeden yönetmenlik zekasıyla interaktif youtube estetiği çıkarması, “Zoraki Kral”ın (“The King’s Speech”, 2010) dönem filmi alanında ruh haline odaklanan bozucu bir görsel dünya yaratması veya “Gerçeğin Parçaları”nın (“Winter’s Bone”, 2010) “Kansız”vari (“Blood Simple.”, 1984) minimalist bir kara film evreninin izini sürmesi gibi atılımlar Akademi için bir şeyler ifade etmeye başladı.

Yani sinema sanatındaki değişimi ya da geleneksel yapıyı bozan anlayışı kabul eden bir görüş hakim hale gelirken, bu döneme ayak uydurma durumu adaylıklara yansıyor.

Klasik western yine bir şekilde içeri giriyor

Belki “Oyuncak Hikayesi 3” (“Toy Story 3”, 2010) gibi birlik beraberlik çağrısına bel bağlayan muhafazakar bir Amerikan filmi,“Sosyal Ağ” (“The Social Network”, 2010) gibi gençlik filmini olgunlaştıran bir yapıt veya “Affedilmeyen”den (“Unforgiven”, 1992) 20 yıl sonra “İz Peşinde” (“True Grit”) gibi geleneksel damardan seslenen bir klasik western araya sızabiliyor.

Ancak bu yılki Oscar adaylarına bakınca o gerçek anlamda muhafazakar, milliyetçi, geleneksel ve klasik Amerikan sinemasının gramerini uygulayan ‘prototip filmler’in azınlıkta kaldığı gerçeği apaçık ortada.

Görkemin yerini yönetmenlik sanatı aldı

Eldeki eserlerin kalitesi, “Siyah Kuğu” ve “Başlangıç” gibi başyapıt düzeyinde değil belki. Ancak ‘lezbiyen aile’ kavramını ele alan, dönem filmini küçük çaplı hale getiren, kapalı alanda sıkışmışlığı kapitalizm-interaktif dünya taşlamasına çeviren veya bir kasabadaki ilişkilerden minimalist suç iskeleti yaratan eserler araya sızabiliyor. Yani daha çok bağımsız ve görkemsiz yapıtların detaycı sanatları öne çıkarken, ‘büyük balık’ın ‘küçük balık’ı yutamadığına tanıklık ediyoruz.

Darren Aronofsky, David Fincher, Christopher Nolan, Coen Kardeşler, Lisa Cholodenko gibilerinin geleneksel yapının çok uzağında bozucu yönetmenler olduğu gerçeğinin tersini kim iddia edebilir ki? Üstüne üstlük İngiliz hikaye anlatıcısı olarak bildiğimiz Tom Hooper’ın çerçeveleme tekniğini tersine çevirerek öznel akışa (karakterin gözünden akmaya) hapsettiği dönem filmi “Zoraki Kral”la favori olmasına ne diyebiliriz? Yani bir şeyler değişti ve değişmeye devam ediyor. Ancak halen çok iş yapan bir demode western aday olabiliyor. Ama öyle şeyler de kabul edilebilir düzeylerde artık…

Kerem Akça’ya göre ‘En iyi film’ dalındaki Oscar adaylarının kalite sıralaması:

1-Siyah Kuğu (Black Swan)
2-Başlangıç (Inception)
3-127 Saat (127 Hours)
4-Sosyal Ağ (The Social Network)
5-Zoraki Kral (The King’s Speech)
6-İki Kadın, Bir Erkek (The Kids are All Right)
7-Dövüşçü (The Fighter)
8-Oyuncak Hikayesi 3 (Toy Story 3)
9-İz Peşinde (True Grit)
10-Gerçeğin Parçaları (Winter’s Bone)

HT