Zor Kral’a İlk Eleştiri Kerem Akça’dan

Filmler
Genelde otorite figürü olarak bildiğimiz kral prototipini anti-kahramana çeviren “Zoraki Kral”, bunu perdede inandırıcı kılmak için de özgün bir görsel evren ile dikiliyor karşımıza. İngil...
EMOJİLE

Genelde otorite figürü olarak bildiğimiz kral prototipini anti-kahramana çeviren “Zoraki Kral”, bunu perdede inandırıcı kılmak için de özgün bir görsel evren ile dikiliyor karşımıza. İngiliz hikaye anlatıcısı yönetmen Tom Hooper, alışık olduğumuz gibi orta planlar için orta ölçekli, geniş planlar için geniş ölçekli objektif takma ezberini şiddetle reddediyor burada. Aksine sinema tarihinde birkaç yönetmende daha gördüğümüz ‘mercek oyunlu açılar’ ile çıkagelirken; Kral 4. George’un yabancılaşmasına, sıkışmışlığına ve neredeyse sakar duruma düşmesine sinemasal bir yorum getiriyor. Bu bağlamda o tiplemeyi canlandıran Colin Firth’ün oyunculuk katkısını da arkasını alan “Zoraki Kral”, savaş, taç, özel hayat gibi şeylerin ‘hitabet’ ve ‘dış görünüş’ten daha önemli olmadığını vurgulayan, hiciv gücü yüksek bir doktor-hasta ilişkisi filmi sunuyor. Eldeki eserin teatral olma şansı taşıyan, İngiliz salon komedisi arka planlı senaryosu da sözünü ettiğimiz üslubun katkılarıyla bu kekeme anti-kahramanın bakış açısına ve ruh haline göre akan bir görsel yapıyla servis ediliyor.

İngiliz sinemasının hikaye anlatıcısı yönetmenlerinden biri olarak bildiğimiz Tom Hooper, en son 2009’da “Lanet Takım” (“The Damned United”) adlı bir futbol filmi ile çıkmıştı huzurlarımıza. Orada adeta Fatih Terim-Lucescu çekişmesinin İngiltere ayağını yüksek bir sinema becerisiyle karşımıza getirmişti. Belli ki ‘ikililer arasındaki tansiyon’u çok seven Hooper, burada da ‘doktor-hasta ilişki filmi’ formülünü uygulayan küçük çaplı bir proje ile çıkageliyor.

Tom Hooper olmasaydı senaryo teatral hale getirilebilirdi

“Zoraki Kral” (“The King’s Speech”, 2010), kekeme kral olarak nam salan Kral 4. George’un bu durumu bertaraf etme amacı doğrultusunda adeta konuşma doktoru adıyla anılabilecek Lionel Logue ile ilişkisini masaya yatırıyor. Sinema tarihinde sayısız örneğini gördüğümüz ve genelde bir türe kaydığına tanık olduğumuz bu konsept de burada kendini İngiliz salon komedisi geleneğine bırakmış.

Karşımızdaki eseri aslında Hooper dışında başka bir yönetmenin eline teslim etseniz sonuç çok daha farklı olabilirmiş. Zira burada 1930 ila 1940 arasında geçen eğitim sürecinde yaşananlar genelde iç mekan sekansları, diyaloglar ve oyuncu performansları üzerinden yürütülüyor. David Siedler’in senaryosu da daha sıradan veya duruma adapte olamayan bir yönetmenin elinde rahatlıkla sinema sanatının ‘teatrallik’ sorunundan mustarip hale gelebilirmiş.

Doktor-hasta ilişkisi filmlerinin 1930’lar İngiltere’sinde geçen versiyonu

Burada yönetmen belki Hitchcock’un “Öldüren Hatıralar”ı (“Spellbound”, 1945) ile korku-gerilime, Sidney Lumet’in “Küheylan”ı (“Equus”, 1977) ile psikolojik-gerilime, Vincente Minelli’nin “Tatlım”ı (“On a Clear Day You Can See Forever”, 1970) ile müzikale, Jean-Jacques Beneix’nin ““Ölümcül Transfer”i (“Mortal Transfert”, 2001) ile fantastiğe, Jonas Pate’nin “Terapist”i (“Shrink”, 2009) ile soyut ilişki filmine kayan bu formülün üzerine yeni bir şey eklemiyor.

Fakat Hooper’ın psikolojik evren, ruhsal çöküntü gibi konular çerçevesinde ilerleyen formül için yenilikçi bir üslup oturttuğu söylenebilir. Zira “Zoraki Kral”, hiç de beklendiği gibi konuşma üstüne konuşma içeren bir görsel yapıya sahip değil. Hooper, hikaye anlatma konusunda becerikli bir yönetmen olsa da asla bunu sıradan kalıplarıyla yapmıyor.

Mercek tercihlerini tersine çevirerek seyircisini köşeye sıkıştırıyor, aynen kral gibi!

Aksine filmin görsel yapısını kurarken görüntü yönetmeni Daniel Cohen’in de katkısıyla gerçek anlamda bir mercek tercihi ve çekim ölçeği zekiliği görmek mümkün. Açılış sekansından itibaren Colin Firth’ün canlandırdığı karakterin ruh halini, genelde geniş ölçekli objektiflerle çekilen dar veya orta planlarla betimlemiş yönetmen. Yani seyirci normal şartlarda gerçek ölçülerde görmek istediği sinema perdesini ve alışkanlığı olan geleneksel mercek kullanımını bulamıyor burada. Bu durumun üzerine genel planların yerini alan ‘alt açı’ tercihi ile karakter daha da ‘sıkıştığı’ zaman devreye giren balık gözü objektif (en geniş ölçekli mercek) eklenince adeta ayrıksı bütün tamamlanıyor.

Böylece ‘güç’ün ya da ‘lider’in saray olduğu, arka sokakların ise üstü boşaltılarak tanımlandığı ruhsal bir evrene açılmış “Zoraki Kral”, kekeme kralın gözünden. Bunu yaparken daracık bir asansörden tutun da geniş alandaki konuşma sekanslarına kadar gerçek anlamda bir sıkışmışlık duygusu yaratmayı hedeflemiş Hooper. Buna istinaden açılıştaki çok yakın plandan başlayarak, karakterin hafif utangaçlığının ya da sakarlığının üzerine gitmeyi ana hedef olarak belirlemiş. Bu doğrultuda da kafa boşluğunu yine seyircinin alışkanlığına göre fazla bırakması; ‘yalnızlık’ ve ‘iletişimsizlik’ duygusu yaratmasına yaramış.

Filmin ilk karesinde üstünüze üstünüze gelen radyo mikrofonunun bu hale, orta ölçekli bir açıya geniş açılara uygun objektif yerleştirilmesiyle getirilmesi de şaşırtıcı değil. Zira bunun devamında anti-kahramanın kişisel yolcuğunun bu minvalde gerçekleşmesi, ‘görünüş’ün o zamanlar ‘duyuluş’ ibaresindeyken ne kadar büyük değer arz ettiğini anlatmaya yarıyor. Yüzümüze yüzümüze saldıran da sesin ta kendisi aslında! Uzun lafın kısası böylesine bir görsel yapı oluşturulurken seyircinin kralın yerine konulması da amaçlanmış.

Ne hitabetmiş!

Bu durumun da ana sebebi film boyunca anladığımız üzere ‘hitabet’in İngiliz sisteminin içinde 2. Dünya Savaşı gibi kilit politik meselelerden daha önemli olduğunu vurgulamak aslında. Bu doğrultuda da Hooper, filmini gerçek anlamda karakterin içine düştüğü açmazlardan bir politik taşlama yaratmaktan ziyade, doktor-hasta ilişkisi üzerinden ince hiciv dokundurmalarıyla yürütmeyi tercih etmiş.

Buna istinaden aslında 118 dakikalık sürenin gerçek anlamda ilerleyemediği, burada ele alınan ikili ilişkinin 90 dakikada halledilecek olmasının “Zoraki Kral”ın temposuna hasar verdiği söylenebilir. Devir teslim, liderlik değişimi gibi konuların bir çırpıda geçilmesinin dramatik yapıda çatlamalara yol açtığını belirtmezsek, yanlış yapmış oluruz. Ancak yine de Hooper’ın Terry Gilliam, Wong Kar-Wai gibi kendi üslubunu oluşturmuş yönetmenlerde gördüğümüz bu tersine objektif yerleştirme güdüsünü filmin lehine kullandığı söylenebilir.

Ruh haline göre oluşturulmuş bir görsel evren

Öyle ki iki saatlik süre boyunca karakterimizin konuşacağını ve rezil olmayacağını hissettiği anlarda bu sıkışmışlık yerini klasik açı-karşı açı tercihlerine bırakabiliyor. Bunun haricinde balık gözü objektifin de hakim kullanımıyla bakış açısından akan, sinema terimiyle ‘öznel’ bir dünya izliyoruz. Yani İngiliz hiyerarşisinin yaşattığı psikolojik sıkışmışlığa bir bireyin gözünden tanıklık ediyoruz. Böylece ‘güç figürü’ olarak bilincimize yerleşen kral da anti-kahramanlaştırılmış oluyor.

Bu da bizi hitabetin her şey olduğu bir dünyada kralın düşebileceği garip açmazlara yöneltip şaşkınlığa gark ediyor. Ancak filmin politik anlamda liberal durup hiçbir tarafı üzmeme yanlısı olmasıyla da bir kademe geri çekildiği söylenebilir.

FİLMİN NOTU: 6.5

Künye:

Zoraki Kral (The King’s Speech)
Yönetmen: Tom Hooper
Oyuncular: Colin Firth, Geoffrey Rush, Helena Bonham Carter, Guy Pearce, Timothy Spall
Süre: 118 dk.
Yapım Yılı: 2010

HBT