ABD’nin Ergenekon’u Değil, Yassıada’sı

Filmler
Yakın tarihimizde 27 Mayıs 1960 darbesi böyle bir ‘an’dır. Kendinden sonraki ‘darbeler zincirini’ başlatan olay, seçimle gelmiş bir başbakanı idam sehpasına göndererek siyaset-...
EMOJİLE

Yakın tarihimizde 27 Mayıs 1960 darbesi böyle bir ‘an’dır.

Kendinden sonraki ‘darbeler zincirini’ başlatan olay, seçimle gelmiş bir başbakanı idam sehpasına göndererek siyaset-asker ilişkilerini antidemokratik bir yola soktuğu gibi toplumsal ayrışmanın fitilini de ateşledi. Siyasi, askeri, kültürel alanda bugün bile artçı sarsıntılarının yaşandığı bir ‘kırılma anı’ olarak adını tarih sayfalarına yazdırdı. Kuzey-Güney Savaşı ve Abraham Lincoln suikastı da Amerikan tarihinin kırılma anlarından biri. İç savaştan sonra barış umudunu yeşerten Lincoln, Amerikan tarihinin ‘büyük’ başkanlarından sayılır. Tam iç savaş bitmek üzereyken 14 Nisan 1865’te bir tiyatro salonunda güneyli bir tiyatro oyuncusu tarafından öldürüldü.
 
Amerika’da geçtiğimiz nisan ayında, Lincoln’ün ölümünün 145. yıldönümünde vizyona giren Robert Redford imzalı ‘Suikast / The Conspirator’ (orijinali ‘Komplocu’), suikast sonrasında yaşananları anlatıyor. Filmin esas derdi, suikast zanlılarından Mary Surrat’ın yargılanma sürecinde yaşananları sorgulamak. Suikasttan sonra, yedi adam ve bir kadın; başkanı, başkan yardımcısını ve dışişleri bakanını öldürmek için komplo kurmak suçundan tutuklanır. Aralarındaki tek kadın Mary Surratt, Lincoln’ü öldüren John Wilkes Booth ve diğer zanlıların suikastı planladıkları pansiyonun sahibidir. Henüz yeni avukat çıkmış Frederick Aiken, Mary Surrat’ı askeri mahkeme karşısında savunmayı gönülsüz de olsa kabul eder. Çünkü Frederick, iç savaşta kuzey tarafında kahramanlık göstermiş saygın bir askerdir. Sivil yaşamındaki ilk davasında Lincoln suikastına ortak olmakla suçlanan bir güneyliyi savunması, hem kendi iç dünyasında hem de arkadaş çevresinde ciddi bir sıkıntıya yol açacaktır. Ancak dava ilerledikçe Frederick, müvekkilinin suçsuz olabileceğini fark eder. En azından onun ‘sivil’ mahkemede âdil bir şekilde yargılanmaya hakkı olduğunu düşünür ve bunun için mücadele eder.
 
YASSIADA’YA DAHA YAKIN

Mary Surrat, kararı önceden vermiş bir heyet tarafından yargılanıyor. Üstelik savaş zamanında ve askeri mahkemede. Avukatın ‘sivil mahkeme’ isteği de ısrarla reddediliyor. Son bir gayretle sivil mahkeme kararı çıksa da yeni başkan Andrew Johnson, siyasi endişelerle yetkisini kullanıp bunu reddediyor. Savaş bakanı Edward Stanton’ın tek derdi ise, oluşan kaos ortamını ve iç savaşın galibi kuzey halkının acısını bir an önce dindirip ‘önündeki maçlara bakmak’.
 
‘Suikast’ önemli bir film. İlk bakışta, kolaycı bir yaklaşımla Ergenekon davasıyla ilişkilendirilebilir. Nitekim bu yönde yorumlar çıktı. Hem de başından beri peşin hükümlerle dava sürecini sulandırmayı kendine vazife bilmiş bir kalem erbabı tarafından. Ancak peşin kabullerden, toptancı yaklaşımdan uzak, dikkatli bir gözle filmi izleyenler için Mary Surrat davası, Türkiye’nin 27 Mayıs sonrası yaşanan Yassıada yargılamalarına denk düşecektir. Üstelik, Ergenekon davasının asker kökenli sanıklarının sivil yerine askeri mahkemede yargılanmak için nasıl çabaladıklarını hatırlayalım. Yine de, yeraltından fışkıran bomba ve silahlara, envanter kaydı bulunan ‘boru’lara, dört farklı yerden teyit edilen ıslak imzalı ‘kağıt parçalarına’, üst düzey rütbelilerin itiraflarıyla kayıtlara geçen andıçlara rağmen başından beri gözünü kapatıp kulağının üstüne yatanların, bu film için gözlerini dört açıp ‘serin sularda’ çarpık bağlantılar araması normaldir. Ne de olsa, durgun nehrin kıyısında su bulanık görünür.

Zaman