Neden film seyrediyoruz?

Filmler
Rüya olmasaydı sinemaya inanmazdık. Sinema bir rüya değildir, şüphesiz. Ama rüya nasıl hayata inanmamızı sağlarsa, rüya da sinemaya inanmamızı sağlar. Birden bir soru doğar burada. Sebepsiz değil, bil...
EMOJİLE

Rüya olmasaydı sinemaya inanmazdık.

Sinema bir rüya değildir, şüphesiz. Ama rüya nasıl hayata inanmamızı sağlarsa, rüya da sinemaya inanmamızı sağlar. Birden bir soru doğar burada. Sebepsiz değil, bile bile doğar. “Neden o zaman gecikmiştir sinema?”. Rüya hayat kadar eski iken sinema niye dün kadar yenidir? Şundan yenidir, çünkü bazı çağların başlaması binyılları alır, o çağın başlamasıyla asıl çağ başlamış sayılır. Eğer, sinema çağı başlamamış olsaydı, insanlığın kadim çağları da bir nevi yok hükmünde olacaktı. Çünkü önce fotoğraf sonra da sinema bize onu getirdi, geçmişin mümkünlüğü ve geleceğin geçmiş olmasının çok güçlü ihtimali. Ve görüntünün ve resmin hafızası yazının ve hayalin hafızasından daha ikna edici olduğu için ayrıca. Sinemayı aktüel bir hadiseden öte saf bir sanat olarak gören benim için daha bir böyle. Bir şeyin doğası ile onun kullanımı birbirinden farklıdır bana göre ve bu sebepten sinema bir kitle eğlencesi değil görsel düşünme yöntemidir. Ses nasıl müzikse görüntü de estetiktir bu bakımdan.
 

Ben insanların neden film izledikleri veya izlemeleri gerektiği hakkında ikna edici ve açıklayıcı konuşamam. Konuşamam çünkü kitlelerin yönelimi her zaman değişkendir ve bugün izahı yapılabilen bir durum başka bir zaman ortadan kalkabilir. Öyleyse başkalarının filmi hakkında konuşamam. Konuşmak istediğim asıl şey benim neden film izlediğim değil, neden hâlâ film izlediğimdir. Biliyorum ki, günün birinde sinema tutkusuna kapılmasaydım kendi rüyam kadar hayata duyduğum inanç da sarsılacaktı. Bir bakıma film film yıktım kendimi ve film film inşa ettim. Hiçbir filmi kendi hikâyemiz diye izlemeyiz. Eğer orada kendimizi bulursak onu kendimizin kılarız. Fakat çekirdek çitlemek, sakin ve loş bir köşe aramak fikriyle sinemaya giden insanı da anlamak gerek.
 

İlk izlediğim sinema filmi siyah beyaz ve kopuk kopuk, saçma sapan sahneleri olan bir kovboy filmiydi. Bir Anadolu kasabasına nasıl ve neden düşmüştü, anlamak zor. Fakat o gün, perdeye yansıtılanlar değil de, perdeye bakanların, izleyicilerin birden bire nasıl değiştiklerini görmüş olmamı unutamıyorum. Sanki her şey boyut değiştirip başkalaşmıştı. Hayat karşısında ve neredeyse her şey için direnen insan nasıl olur da burada kendisinden kurtulur. İşte, nasıl rüyada kontrol insanın elinden çıkarsa, iyi bir filmde de kontrol başkasına geçer. Altın kendi kendisini ne keşfedebilir ne de dönüştürebilir. İnsan da öyle. İnsana kalsa ayağa bile kalkmaz o.
 

Bu da tam olarak yeterli değil, farkındayım, biliyorum. Çünkü sinemanın şiirle çok ilgisi var çünkü benim için. Şiir nasıl özgürlüğün bir kanıtı, varoluşun belirişi ise, iyi bir film bundan daha başka ne olsun? Ne olabilir. Belki de izlediğim kötü filmlerin sayısı iyi filmlerden daha çok. Hayatı yaşarken nasıl iyiliği ve güzelliği arıyorsak, film izlemek de bu hayatın bir yansıması değil mi? Böyle dedim ama bütün aşk dolu ve heyecan verici şeyler en az açıklanabilir olanlardır.