İranlı yönetmen Marjane Satrapi, ikinci filmi "Azrail’i Beklerken" ile İstanbul Film Festivali’nin konuğu. Dün sinemaseverlerin karşısına çıkan Satrapi, yolun başındakilere, "Ne başarı kazanırsanız kazanın başarıyı unutun. Çünkü başarı gırtlağınıza yapışmış bir köpek gibidir. İlerlemenizi engeller. Daha önce hiçbir şey yapmamış gibi işe koyulun." uyarısında bulundu.
Film Festivali’nin ikinci ustalık sınıfı dersini Marjane Satrapi verdi. 2007’de Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülü alan ve Yabancı Film Oscar’ına da aday olan ilk filmi ‘Persepolis’ ile bir anda dikkatleri üzerine çeken İranlı kadın yönetmen, dün sinemaseverlerin karşısındaydı. İkinci filmi "Azrail’i Beklerken" festivalde gösterilen genç yönetmen, İstanbul’a ilk kez yirmi yıl önce geldiğini söyleyerek başladı: "Bir şubat ayıydı ve hava çok soğuktu. İstanbul çok çok ilham verici, etkileyici bir şehir."
Malum, Persepolis bir çizgi roman. Genç yönetmen, onu siyah-beyaz çizgi film olarak Fransız yönetmen Vincent Paronnaud ile birlikte çekmişti. Kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak devrimden önce ve sonra İran’ın yaşadıklarını bir genç kızın gözünden anlatıyordu. Persepolis’i film yapmayı hiç düşünmediğini söyleyen Satrapi, projeyi nasıl kabul ettiğini şöyle açıkladı: "Bana teklif ettiklerinde çok kötü bir fikir olduğunu düşündüm. Çok ısrar ettiler, kabul etmek zorunda kaldım. En fazla çok kötü bir film olur, bu da benim ilk ve son filmim olur, dedim."
Söyleşinin moderatörlüğünü sinema yazarı Esin Küçüktepepınar yapsa da, heyecanı ve enerjisiyle ‘ilk dersini’ veren Marjane Satrapi, ilk 45 dakika boyunca soru almadan konuştu. Mevzu bir ara Oscar adaylığına da geldi. "Dünyanın en stresli işiydi." dediği ödül töreninde, ‘Amazon ormanlarından kaçmış bir kuşa’ benzediğini söyleyerek salondakileri güldürdü. Amerikan sinemasının çok tutucu olduğunu söyleyen Satrapi, âdeta ‘İran’ın adı çıkmış’ dercesine bu tutumu eleştirdi: "İllaki filmde bir mesaj olsun istiyorlar. Yapımcılar senaryoyu görünce "Bu filmden ne öğreneceğiz? Hayatın içinden bir şey anlatıyoruz, bu yetmez mi?"
Satrapi, Sean Penn’in başkanlığında Cannes’da jüri üyesiyken Penn ile yaptıkları tartışmadan da bahsetti: "Penn dedi ki, ciddi sosyal mesajları olan filmleri tercih edelim, destekleyelim. Ben itiraz ettim. Öncelikli olan filmin güzel, sinema dilinin iyi olması. Bunun yanında sosyal bir meselesi varsa onu da dikkate alırız. Ama sadece bu yönüne nasıl bakarız?" Sinemanın hikâye anlatmak olmadığını, bir dil olduğunu söyleyen Marjane Satrapi, "Bazı filmlerde kamera sallanıyor. Kameranın görevi seyircinin yerine geçmek değildir. Herkes her an sallanmıyor. İnsanlar bu sallanmaları izlerken sadece kusmak istiyor!" Genç yönetmenin, yolun başındakilere önemli bir de uyarısı vardı: "Ne başarı kazanırsanız kazanın başarıyı unutun. Çünkü başarı sizin gırtlağınıza yapışmış bir köpek gibidir. İlerlemenizi engeller. Daha önce hiçbir şey yapmamış gibi işe koyulun."
Söz konusu kişi İranlı bir sinemacı olunca İran ve sineması da sohbete dâhil oldu haliyle. Satrapi, İran sineması hakkındaki sorulara "Çocukluğum İran’da geçti. Çalışma hayatım ise Fransa’da. Sadece İran üzerine bir film çektim." açıklamasını yapma ihtiyacı hissetti. İran sinemasının İran kültüründen beslendiğini, devrimden önce de çok büyük bir sinemasının olduğunu söyledi. Fakat festival başarıları geldikçe ‘festival için film çekme modasının’ başladığını ve bunu hiç sevmediğini de belirtti: "Bu filmleri İran’da da kimse izlemiyor. Sadece festival için çekiyorlar." Bunları dese de başta Abbas Kiyarüstemi olmak üzere İran’ın önde gelen sinemacılarına hayran olduğunu ekledi.
‘İran benim annemdir’
"İran benim annemdir. Eğer erkek olsaydım İran annem, Fransa da karım olurdu. İnsan karısını boşayabilir, aldatabilir, terk edebilir. Şu anda boşanmak istemiyorum, o ayrı. Fakat insanın bir tane annesi vardır. Onu terk edemez, aksine çok sever. Ben de annemi seviyorum; o beni kovsa, ağlatsa, üzse de."