‘En kötü senaryo Ukrayna’nın parçalanması’

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı  Ukrayna’da devrik Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in AB ile ekonomik anlaşmayı imzalamaması üzerine karışan Ukrayna’da işler iyice kontrolden çıktı. Ukrayna’daki kri...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı 

Ukrayna’da devrik Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in AB ile ekonomik anlaşmayı imzalamaması üzerine karışan Ukrayna’da işler iyice kontrolden çıktı. Ukrayna’daki kriz Rusya’nın Kırım’daki askeri varlığı ile yeni bir boyut kazandı. Rusya’nın Ukrayna sınırında son anda yapmaktan vazgeçtiği askeri tatbikatlar da tansiyonu yatıştırmaya yetmedi. Rusya’nın etkisini kaybetmek istemediği Ukrayna için verdiği bu sert tepkiler, hem AB hem de ABD açısından sıkıntılı bir sürecin doğmasına yol açtı. Ukrayna’da yaşanan bu gelişmeleri İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bekir Günay’la konuştuk.

RUSYA KENDİ HAYAT ALANINA SALDIRILDIĞINI DÜŞÜNÜYOR

Ukrayna’daki kriz AB ile anlaşmanın imzalanmaması üzerine patlak verdi. Tek neden acaba bu muydu? Krizin asıl sebebi nedir?  

Temelde bu olayın iki anahtarı var. Bu hadise AB değil aslında, AB’de etkin üye olan Almanya ile Rusya arasındaki bir alan kapma mücadelesi olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’nın 2004 yılında AB’ye dahil olan Doğu Bloku ülkelerinin çoğunu kapsayan bir Doğu Avrupa politikası var. Bu Doğu Avrupa politikası Polonya’yı AB coğrafyasına entegre etme sürecinde de etkili oldu. Bu süreçte iki alana daha çok kümelendi, bunlardan bir tanesi Ukrayna ve diğeri de Belarus. Ukrayna’nın kendine göre bazı dokusal sorunları var. Ukrayna’da Kiev’in batısı daha çok Avrupacı, doğusu daha çok Rusyacı bir yaklaşım sergiliyor. Ayrıca doğu tarafında Rusça konuşanların yoğun olduğu bir coğrafya var. Ülke zaten doğal etkenlerden dolayı da ikiye parçalanmış durumda.
Bu zaman zarfında, özellikle Yuliya Timoşenko’nun iktidara taşınması süreciyle Avrupa ciddi bir şekilde artı değer kazandı. Ama buna paralel olarak özellikle kredilerin doğru kullanılmaması, ülkede başlayan yolsuzluk tartışmaları, arkasından Rusya’nın sokaklara müdahale etmesi Viktor Yanukoviç’in iktidar olma sürecine doğru bir yol açtı. Bu yarım bırakılmış bir hesabın devamı şeklinde karşımıza çıktı. Rusya ve Almanya’nın, AB sürecinde tabiri caizse adeta pusuya yatarak, fırsat kollayarak ülkeyi etkileri altına alma noktasında bir güç savaşı yapmaya başladığını görüyoruz. Timoşenko’nun kaybetmesi ve Yanukoviç’le birlikte ağırlığın Rusya’ya doğru kaymasından sonra bu tartışma beklenen bir tartışmaydı. Ama bu süreçte AB’nin, özelde Almanya’nın çalıştığını biliyoruz. Son yaşadığımız olaylarda AB’nin Kiev’i kontrol altına alarak bir manada bir adım öne geçtiğini düşünmemek lazım. Çünkü Soçi Olimpiyatları’nı bekleyen bir Rusya vardı. Rusya bu adımı hayat alanına saldırı olarak düşündüğü için Kırım ve arkasından da Ukrayna’ya doğru gelecek olan bir askeri harekatı, Soğuk Savaş mantığında çok net bir şekilde yaptı. Şu anda AB’nin bu konuyla ilgili aslında yetersiz olduğu da ispatlanmış oldu. Bu olaydan çıkarılacak iki tane temel sonuç var. Birincisi, AB’de güç unsuru oluşturan Almanya, Doğu Avrupa coğrafyasında güç denemesi yapmasının ve özellikle askeri kanadın olmamasının zafiyetini çekiyor. İkinci olarak da Rusya’nın hala klasik Soğuk Savaş politikalarını devam ettirdiği ve uluslararası arenada küresel ölçekte hamle yaptığını söyleyebiliriz.
Rusya bir manada klasik davranışını sergilemiş oldu. Bundan sonra gelişmelerin kademeli olarak değişme ihtimali var. Öncelikle Kırım’ın özel durumundan da bahsetmemiz lazım. Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından sonra Karadeniz’deki donanmanın ağırlıklı bir şekilde Rusya ve Ukrayna arasındaki anlaşmalar nedeniyle Kırım’ın Azak Körfezi’nde kalması bölgenin hassasiyetini had safhaya çıkardı. Yanukoviç’in iktidarı kaybetme sürecinden önce gerçekleştirdiği Rusya’yı ziyaretinde, bu donanmayla ilgili yapılan anlaşmada Rusya’nın ekonomik yardım vaatleri oldu ve bu Rusya’nın elini güçlendirdi, bu müdahalenin yapılmasına zemin hazırladı. Ama şunu unutmamamız lazım, Timoşenko iktidarında AB ve ABD’nin Ukrayna’yı siyasi ve askeri olarak NATO’ya dahil ederek Karadeniz’e sarkma girişimleri vardı. Ancak Yanukoviç’in iktidarına giden süreçle başladı. Şu anda benzer bir refleksi göstermeye çalışıyorlar. Ama Rusya kendi hayat alanına saldırıldığını düşünerek agresif bir politika izlemeye devam ediyor. Rusya bu agresif politikayı kademeli olarak arttıracak. Çünkü Rusların şöyle bir politikası var; mesela 1 kg’lık güç koyup buna karşılık 10 gr’lık bir tepki geliyorsa arkasından bu sefer 10 kg’lık bir güç koyuyor. Tepkiye göre kademeli olarak dozajı arttırıyor.

Yaşanabilecek en kötü senaryo Ukrayna’nın parçalaması demek. Ama Ukrayna’nın parçalanması bölgede bir vakum alanı oluşturacağı için bununla ilgili net bir karar oluşmuş değil. Şu anda olayların gidişatına göre, Rusya oyun belirleyici gücünü elde etmeye başladı. Çıkarılacak derslerden biri de ABD’nin uluslararası arenada askeri açıdan bir sonuç elde edememesi. Çünkü Karadeniz bölgesinde ABD’nin etkinliği hem Montrö antlaşması hem de siyasal güç denklemi açısından çok sıkıntılı gözüküyor.

RUSYA MASAYA SİLAHI KOYUNCA SÖZ BİTMİŞ OLUYOR

ABD’nin belirleyici olmaması, bu anlamda Avrupa’nın biraz yalnız kalması sonucunu doğurur mu? Her ne kadar NATO’nun Ukrayna’yla ilgili açıklaması olsa da bu çekişmede Avrupa kaybeden taraf mı olacaktır?

AB, genel olarak bu süreçte askeri bir birlikteliğinin olmaması nedeniyle etkili olamıyor. Son tahlilde Rusya’yla ortaya çıkan bütün siyasi krizlerde Rusya masaya silahı koyunca söz bitmiş oluyor. AB’nin bu konuda tek kullandığı enstrüman bölge ülkelerini ekonomik olarak entegre etmek, ekonomik destek sağlayarak değişim süreçlerini tetiklemek. Siyaseten ve ekonomik olarak sonuç almaya çalışıyor ama Rusya coğrafyasında siyaseten ve ekonomik olarak değil de daha çok silahlı sonuçlar belirleyici oluyor. Eğer Rusya, Ukrayna’yı kaybederse bu AB’nin Belarus’a doğru sarkmasını da beraberinde getirecektir. Bu da Rusya’nın Doğu Avrupa’daki hayat alanının bitmesi demektir. Dolayısıyla burada agresif bir politika izlemesinin sebeplerinden bir tanesi bu. Kırım’ın elden düşmesi demek, donanmasının elden gitmesi ve Karadeniz’in ona kapanması demek, bu da Rusya’yı agresifleştiriyor. Eğer bu iki senaryoda aleyhte bir görüntü olursa, bu seferde Kafkaslar ve Kazakistan’ı sıkıştıran bir Rusya olacaktır. Rusya’nın bir yaşam alanı olması açısından, Belarus, Ukrayna, Kafkas ve Kazakistan hattının Rusya’ya entegre edilmiş olması lazım. Rusya bunları kendi hayat alanı olarak görüyor ve dolayısıyla bu alanlara karşı bütün yaklaşımlara karşı sert bir politika izliyor. Bu Rusya’nın genel yaklaşımı. Ama buna paralel olarak şunu da unutmamız lazım; evet bu olayda AB şu etapta sınıfta kalmış gibi, çünkü askeri bir birliği yok. Ama bu olayın uzun vadeye yayılma sinyalleri var. Çünkü Ukrayna 90’lardan bugüne kadar bu gel-giti çok sık yaşıyor. Bu gel-gitin sonunda ya parçalanma senaryosuyla karşı karşıya kalacak veya bu durum belli alanlarda bölgesel çatışmaları da beraberinde getirecek. Ama bence uluslararası sistem buna müsait değil.

Rusya açısından şunu da söyleyelim; Suriye’de izlediği politikayla ilgili Ortadoğu’da üstünlük elde etti, Karadeniz’de kendi alanını korumaya çalışıyor, Venezüela’da ABD’nin geliştirdiği sokak gösterilerine karşı mevcut yönetimi destekleyerek alan oluşturmaya çalışıyor. Genel coğrafya açısından bakarsak, Soğuk Savaş’ta bıraktığı yere dönen bir Rusya var. ABD şu anda bunu kabul edemiyor. Aslında temelde en net ifadeyle söylersek şu; Türkiye’nin de dahil olduğu 19. yüzyıl güç dinamiklerinin 21. yüzyılda sahneye geri dönme teşebbüslerine paralel olarak 20. yüzyılın güç dinamiklerinde sakinliği kaybetmeme kavgası var. Bu kavgalar daha çok zayıf alanlardaki ülkelerde kanlı gösterileri, olayları ve çatışmaları da beraberinde getiriyor.  

TÜRKİYE DIŞ POLİTİKADA ALAN KAYBEDİYOR 

Türkiye’deki iç politikaları değişmeleri de buna bağlı olarak okuyabilir miyiz?

Belli oranda buna bağlayabiliriz ama tam olarak bağlamak mümkün değil bence. Şöyle bir zayıf noktamız var; Türk siyasi hayatı açısından baktığımızda Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Osmanlı’daki taht kavgalarına endeksli bir yapısı var. Genel olarak sıkıntılı süreçler yaşanıyor. Bu süreçte Türkiye dış politikası, ağırlıklı bir şekilde içeriye yoğunlaştığı için dışarıda pek çok şeyi kaybediyor. Şu anda Türkiye öyle bir süreçle karşı karşıya kaldı. Suriye’nin arkasından Ukrayna’daki gelişmelere çok ciddi bir biçimde angaje olamadı. Bu durum Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de hesaplarsak 1 yıl gibi bir zamanı kapsayacak. Bu dış politika için, özellikle alan kaybetme ihtimallerini düşündüğümüz zaman çok fazla riski üzerinde barındırıyor. Dolayısıyla özellikle alan kaybetmeme açısından burada profesyonel yaklaşmak lazım, daha çok dışarıyı takipte fayda var. Dışişleri Bakanlığı’nın daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Gerek Rusya, gerek AB -özelde de Almanya-ve Washington ile diyalog kanalları açık olan bir ülke Türkiye. Sadece Kiev üzerinden değil, bu 3 ülke üzerinde mekik diplomasisi ile de etkin bir pozisyonda rol alabilir ve bölgesel gücü bu siyasi krizlerde artı değer oluşturabilir diye düşünüyorum.